<(ㅎㅡㅎ)>

156 19 2
                                    


Bütün gün alışveriş merkezinde orada oraya koşturup hala daha oturma odasındaki koltukta heyecanla kıpırdanan Minseok'un yanında Jongdae çok sakin duruyordu. İster istemez Minseok, Jongdae'nin bu hallerine alınıyordu. Ama belki de kendisi çok enerjik ve heyecanlı olduğu için Jongdae ona her zamankinden daha durgun geliyordu.

Ellerini bütün alışveriş torbalarını bıraktıktan hemen sonra yanındaki tekli koltuğa oturup bacak bacak üstüne atmış derinlerde dolanan Jongdae'nin gözlerinin önünden geçirdi ve o derin fikirlerden uyanışını izledi.

"Ne dedin?" diye sordu Jongdae, Minseok'un ondan bir şey istediğini sanmıştı.

"İçeri girdiğimizden beri hiç konuşmadım, Jongdae. Bir sorun mu var böyle dalgınsın bugün?"

"Yok bir sorun ya. Bugün çok koşturduk ya ondan yoruldum sadece biraz. Sen nasıl yorulmadın ona şaşırdım ben." Dedi sonda ufak bir kahkaha ile.

Jongdae'nin kahkahasını işitmek Minseok'un farkında bile olmadığı gerginliğini almıştı. Gülümsemesi ona da bulaşmıştı.

"Hiç yorgun hissetmiyorum. Çok heyecanlı olduğum için olabilir. Biraz da gerginim sanki ama yarın muhtemelen şuan hissedemediğim yorgunluğun acısı çıkacaktır." Dedi hafif bir kıkırdama ile Minseok.

"Madem yorulduğunu hissetmiyorsun o zaman vaktimizi boşa harcamayalım da harekete geçelim" dedi Jongdae hızlıca koltuktan tek hamlede kalkarken.

"Alışveriş falan yaptık tamam ama akşama sadece güzel görünmen yetmiyor biliyorsun. Bugün başarılı olursak bu senin resmen ilk resmi ilişkin olacak. O yüzden şöyle güzel ama çok da aşırı 'Cafcaflı' olmayan Hyaejin'in de sevebileceği bir yer bulmalıyız." Dedi Jongdae eliyle cafcaflı derken tırnak işaretleri yaparak.

"Biliyorsun ki ben çok dışarı şık 'Sosyal' bir insan olmadığım için pek fazla mekân da bilmiyorum." Dedi Minseok Jongdae'nin yaptığı gibi sosyali vurgularken.

"Eh akşama da çok vakit kalmadı biraz dolanıp bir yerlere mi baksak o zaman?" diye önerdi Jongdae.

Minseok daha parlak bir fikri olmadığı için omuz silkip arkadaşına uydu. Ne de olsa Jongdae'nin arabası vardı, çok yürümek zorunda da kalmazlardı.

Bir saatlik Seoul gezisinin ardından Jongdae'nin her restorana bir kulp bulması sonucu hiçbir şeysizdiler. En sonunda yol kenarına geçmiş ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Ne zaman Minseok Bir restoranı beğendiğini öne sürse Jongdae her zaman onu vazgeçirebilecek geçerli sebebi bulabiliyordu. Minseok uzaktan akan nehri izlerken kafasını başını sevimli bir şekilde direksiyona yaslamış onun tarafına bakan Jongdae'ye çevirdi. Jongdae Minseok'un bakışlarını yakalayınca yarısı direksiyona yaslı suratıyla güldü. Minseok onun bu suratına kahkaha atmak istemişti ama söyleyeceği şeye odaklanmaya kadar verdi.

"Ben sürücem"

Jongdae'nin suratındaki şapşal ifade Minseok'un ne dediğini tam anlamadığını gösteriyordu. En sonda ona bir şeyler söylendiğini fark ettiğinde sordu.

"Ne?"

"Ben sürücem" dedi Minseok ilk seferindeki gibi sakin bir sesle. Bir şey istiyormuş gibi değil ama bir durumu belirtiyormuş gibi.

Jongdae kafasını direksiyondan kaldırıp anlamamış bir ifade ile Minseok'a baktı. Minseok onun bu tuhaf şaşkınlığını gerçekten de çok sevimli buluyordu. Dudaklarının yukarıya doğru kıvrıldığını fark edince kendisini tutmayı başarıp konuştu.

"Aşağı in, arabayı ben süreceğim. Sana kalırsa hiçbir yer bulamayacağım."

En sonda anlamış gibi duran Jongdae ufak bir 'haaa' sesi bırakıp arabadan indi ve Minseok'un kapısını açıp inmesi için bekledi. Minseok arabanın önünden dolanırken Jongdae'nin koltuğu kokladığını sandı bir an için ama bunun çok saçma olduğunu onun sadece kemerini takmak için eğildiğini düşündü.

Arabanın kapısı açıp sürücü koltuğuna iyice yerleşip her şeyi kendisine göre ayarladıktan sonra yanındaki yolcusuna şöyle bir bakış attı. Camdan içeriye dolan öğlen ışığı bütün yüz hatlarını muhteşem bir şekilde aydınlatıyordu. Tanrı, diye düşündü Minseok, gerçekten de uğraşmış olmalı.

Motoru çalıştırdığında Jongdae direksiyondaki eline uzanıp onu durdurdu. Ona doğru şaşkın bakışlar atan Minseok'u koluyla yavaşça arkaya doğru yasladıktan sonra Minseok Jongdae'nin bakışları altında gerildiğini hissetti. Jongdae yavaşça Minseok'un yanındaki emniyet kemerine doğru uzanıp yine yavaşça üzerinden kalkıp kemeri yerine taktı.

"Kemerini takmayı unutmuşsun." Dedi gülerek ama gözlerinde daha derin daha yoğun bir şeyler görmüştü Minseok.

Jongdae üzerinden kalkmış olmasına rağmen hala sıcaklığını hissedebiliyordu. Dikkatini dağıtıp yola koyulabilmek için cam açtı.

"Yah Minseok-ah! Kışın ortasında niye pencere açıyorsun ki?!" diye haykırdı Jongdae kafasını dayadığı cam birden açılınca.

"Sıcakladım ne yapayım. Heyecandan duramıyorum ki yerimde!"

"Klimayı kapa madem. Ne diye camı açıyorsun ki?"

"Tamam ya al kapadım camını kapadım. Sürmeyeceğim zaten bir daha arabanı da merak etme."

Bunun üzerine Jongdae'nin suratının düştüğünü fark etti Minseok ama diyecek bir şey gelmedi aklına o da radyoyu açarsa bir daha şarkı söyleyebileceklerini düşünüp bir gözü yolda radyoya uzanırken eli radyo paneli yerine başka bir ele değdi. İkisi de aynı anda ellerini geri çekince Minseok hızlı davranıp Jongdae'nin elini yakaladı ve paneldeki açma düğmesine bastı. İçeri dolan müzikle az önceki ufak tatsızlığın yarattığı hava çoktan bozulmuştu bile.

10 dakikalık bir yoldan sonra Minseok dönüş yapmak için diğer elini de direksiyona koymak için kaldırdığında hala Jongdae'nin elini tuttuğunu fark etti. Yavaşça ellini bıraktığında camdan bakan Jongdae'nin yansımasından bakışlarını hissetti. Durumu tuhaflaştırmamak için yola odaklanmaya karar verdi. Kafasında belirlediği restorana vardığında Jongdae camda uyukluyordu, onu uyandırmak istemedi. Arabadan sessizce inip çabucak içeriye girdi ve akşam için iki kişilik bir yer ayarladıktan sonra neredeyse koşarak arabaya geri döndü. Arabayı olabildiğince yavaş sürmeye karar verdi. Radyoyu kapattı. Klimanın sıcaklığını ayarladı. Eve vardıklarında çoktan akşamüzeri olmuş göğün turunculu pembeli ışıkları Jongdae'nin o güzel yüzüne vuruyordu. Bu hoş görüntüyü bozmak istemedi Minseok. O yüzden biraz daha tadını çıkarmak için yan dönüp başını koltuğuna yasladı. Ama Jongdae yüzüne vuran ışık yüzünden gözlerini kırıştırmaya başlayınca hemen doğrulup başını arkadaşından yana döndü. Sanki daha yeni gelmişler gibi davrandı.

"Uyumuş muyum ben ya?" dedi hafif uykulu sesiyle Jongdae.

Birkaç saniye etrafını algılamaya çalıştıktan sonra eve geldiklerini fark edince konuştu.

"Hey eve mi geldik? Restoran işi ne oldu? Saat kaç oldu? Sen geç kalmıyorsun, değil mi?" diye soru yağmuruna boğmaya başladı Minseok'u.

Onun bu hallerine gülmeden edemedi Minseok. Jongdae de Minseok gülümseyince gülümsemeye başladı.

"Ne? Ne var? Salyalarımı mı akıtmışım?" dedi olmayan salyaları silmeye çalışarak.

Minseok kendisini Jongdae'nin bu hallerinde kaybolmadan önce toparlamayı başardı.

"Evet, seni eve getirdim. Belli ki bugün seni çok yormuşum, özür dilerim. Restoran işini hallettim. Saaatt... 3:49 yani hayır henüz geç kalmıyorum. Ve evet şurada salyan kalmış." Dedi Minseok Jongdae'nin alt dudağından başparmağını geçirip orada olmayan salyayı silerken.

İkisi de anın etkisinden kurtulup arabadan indiler ve eve girdiler. Minseok sabahki alışverişinden birkaç parça kıyafeti akşam için giymeye karar vermiş ve makinaya atmıştı bile eve girince kurutma makinasındaki kıyafetlerini çıkarıp yeni aldıklarının da torbalarını da alıp kapıya yöneldi. Jongdae onu eve bırakmayı teklif etmişti ama Minseok yeteri kadar vakti olduğunu ve yürüyüp biraz daha stres atmak istediğini söyleyip onu reddetmişti. Sonuçta yanında her zaman Jongdae olmayacaktı bir şeyleri başarmak istiyorsa kendi kendisine yapmayı bir noktadan sonra öğrenmeliydi ve Minseok eğer Jongdae onu eve bırakırsa onu da kendisiyle beraber randevusuna sürükleyebileceğinden korkuyordu.

Beauty and The BeastHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin