29.Bölüm

9.5K 741 105
                                    

Medya: Yeon

Çok güzel değil mi bu kız:')



"Sen,Lee Yeon! Sonunda birine kalbimi açmışken bana nasıl ihanet edebilirsin?! Sadece sen biliyordun!"

Ne dönüyordu?

"Ne dediğini anlayamıyorum.Ben kimseye-"

"Siktir!"

Bir anda hemen yanımdaki dolaba attığı yumrukla sıçradım ve irileşmiş gözlerimi sinirden deliye dönmüş Kyul'un üzerinde gezdirdim. Sinirden yanan gözleri dolup taştığında yutkunarak ona doğru bir adım attım.

"Kyul. Yemin ediyorum ki okula falan yaymadım ben."

Sakince kendimi açıkladığımda kararsız gözleri bir süre beni süzdü.

"Hem neden bunun öğrenilmesini istemiyorsun?"

"Biraz düşün, küçük hanım. Babamın soyadını taşımıyorum. Şu an okuldaki herkes gayrimeşru çocuk olduğumu biliyor."

Gerginlikle kasılan çenesi daha da sıkılaşıp, etrafta göz gezdirdiğinde bakışlarımı onda tutmakta kararlıydım.

"İnsanların ne kadar balık hafızalı olduklarını tahmin bile edemezsin. Babam uyuşturucu batağında öldüğünde okulun ilk zamanları hiçbir aile çocuğunu bana yaklaştırmazdı, kimse benimle arkadaş olmaz, arkamdan konuşurlardı ama bunun bir önemi yok."

Yüzünü sıvazlayıp birkaç adım geriledi.

"Hayır, Yeon aynı şey değil."

Ona doğru bir adım daha attım. Bakışları aramızdaki yakınlıkta gidip geldiğinde yutkundu ve kesik bir nefes aldı.

"En azından yanındayım."

Kyul'a karşı hoşlanma anlamında bir ilgim yoktu. Kalbimin her kapısının anahtarı Jungkook'un ellerinde sallanıyordu fakat bana kalbini açmış,  güvenmiş birini yarı yolda bırakamazdım. Ne kadar yalnız hissettiğini az çok tahmin ediyordum. Evli bir adamın çocuğu olarak doğmuştu, babasını sevmiyordu, yaşadığı hayatı sevmiyordu. Tamamen yalnız hissediyordu.

"Kyul."

Eğdiği başını kaldırıp,dolu gözlerini bana diktiğinde yutkundum. Dolaba attığı yumruk yüzünden sağ elinin parmak boğumları kanıyordu.

"Burada bekle. Hemen bir şeyler getireceğim."

Telaşla söylenip, bir şey demesine izin vermeden her koridorun başında duran ilk yardim dolabına doğru koşmaya başladım. Uçuşan eteğimin pilesinden tuttum ve aşağı doğru çekiştirdim.

Gerçekten onun için kötü hissediyordum. Aklıma lisenin ilk yılları gelip duruyordu. Hae ve Jessie farklı ülkelerde aile zoruyla tatildelerken ve babamın cenazesine gelmek için ailelerine yalvarırlarken tek başımaydım. Aileleri doğal olarak bu şekilde ölen birine saygı duymamışlardı. Bizim çocuklar ise sürekli annemin başında uçuşuyordu daha yeni ergenliğe girmiş veletler olsalar da cenazenin en iyi şekilde kaldırılması için aileleriyle didinip duruyorlardı.

Jungkook.

Mezarın başındayken, yağmur damlaları sanki yüz tonluk ağırlıklar gibi ince beyaz hırkama düşerken kalın kırmızı ceketini üzerime örtmüş, yanımda diz çökmüş ve ellerini benim gibi çenesinin altına koyup, düşünceli bir şekilde toprağa bakmıştı.

"Tahta atı getirmeyi unuttum."

Titrek ve yaşından dolayı hafifçe kalınlaşmaya başlamış sesi kulaklarımda yer edindiğinde başımı yavaşça ona çevirip, acı bir gülümseme sunmuştum. Bu sırada gözlerimden bir damla yanağıma düşmüştü.

"Sen varsın ya. Hiçbir şeyden korkmam."

Aklıma gelen anıyla derin bir iç çekip, ilk yardım dolabından gazlı bez ve tentürdiyotu aldım.  Arkamdan gelen yoğun parfüm kokusuyla vücudumu geriye çevireceğim sırada burnuma bastırılan şeyle tentürdiyot şişesi elimden gri okul zeminde parçalara ayrıldı ve turuncumsu sıvı zeminde dağınık bir yol izledi. Elimi ağzımdaki ele götürmeye çalışıp, boğuk bir çığlık attığım da etrafta kimseyi göremememin şokuyla gözlerim kapanmıştı.

+

Göz kapaklarım 'yine mi' dercesine yavaş bir şekilde aralandığında titremeyle üzerimdeki ince siyah hırkaya daha çok sarıldım. İkinci bir soğuk şokuyla kendime gelebileceğimi zannetmiyordum fakat yanılmıştım.

Tahtadan, dayanıksız ama estetik görünen bir kulübenin içinde, haki renginde iki kişilik bir koltukta uzanıyordum.

"Daha sıcak olduğu için teşekkürler."

Hafifçe mırıldanıp, etrafıma bakındım ama kimseyi göremiyordum. Dağ başında kurtlara yem yapmayı mı planlıyordu acaba? Ama bu sefer ona iki çift lafım olacaktı, daha fazla ne sevdiklerime ne de bana zarar vermesine müsade etmeyecektim. Sürekli bana saldırdığına göre önemli bir yemdim onun için. Büyük ihtimalle bizimkilerin karıştığı pis işin oyunuydu bu. Birisinin bir sıkıntısı vardı ve çözümü beni öldürmekten başka bir yolda görmüyordu.

Bu düşünce tüylerimi diken diken ederken kesik bir nefes aldım.

Yanıbaşımda yanan şöminenin içinde köz olmaya yüz tutmuş iki üç odun vardı ve ateşi sönmek üzereydi.

Kapı birkaç anahtar zorlamasıyla açıldığında koltuktan fırladım ve şöminenin yanındaki beyaz çuvalda bir tane kalan odunu kapıya doğrulttum. Kapı aralanıp, içeriye giren yeşil montlu kişiyle odunu saran parmaklarım gevşemişti fakat anında daha sıkı sarılmıştım.

"Bu anı ne kadar beklediğimi tahmin edemezsin, kızıl marul."

Bum, kucağındaki odunları sertçe yere bırakıp, kapıyı arkasından kapattı ve kitledi. Yeşil montunun pembe tüylü kapüşonunu geriye atıp cehennem alevlerini andıran saçlarını geriye attı ve yüzünde herkesin-benim dahil- samimi olarak nitelendirebileceğimiz bir gülümseme yerleştirdi.

"İnan bana ben de deli gibi seni pataklamak istiyorum."

Odunu ona doğru çevriltip, birkaç adım attığım sırada o da bana doğru birkaç adım atmıştı.

"Bunu yapmak için fazlaca fırsatım da oldu hatta. Sen mışıl mışıl uyurken her bir uvzunu kesip köpeklere atabilirdim."

Demiştim. Asla güzel,zeki,sempatik ve zengin dörtlüsü bulunmazdı. Bunun altından bir şey çıkacağı belliydi ama daha çok maskeliler yüzünden bir şey olacağını düşünmüştüm.

"Tek değildin. Başka kim vardı arkanda?"

Bana doğru bir adım daha attığında odunu vurmak için kaldırmıştım fakat sözleri beni durdurmaya yetmişti.

"Buraya bunu öğrenmek için geldin zaten,Yeon. Sana zarar verecek olsam zaten bin defa verebilirdim. Fakat ben sana hiçbir şey yapmadan, anlatacağım gerçeklerle harabeye dönmeni izlemek için buradayım."









Kısa bir bölüm oldu çünkü diğer bölümü uzun soluklu yazmayı planlıyorum.

ruins /jungkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin