On Dördüncü Bölüm

16.6K 902 213
                                    

Merhaba!! Söyleyecek gerçekten çok şey var ama çok da fazla zamanınızı almayacağıma söz veriyorum. Öncelikle Watty ödüllerinde Cerebrum 'Fantasy' dalında finale kalmış! Sizin oylarınızla geldiğim bu yer için hepinize bir bir çok teşekkür ediyorum. Eğer final için de oy vermek isterseniz, linki dış bağlantıya ekledim:')

İkinci olarak Cerebrum'un buradaki ilk hikayem olduğunu biliyorsunuz ve ikinci olarak yazdığım What if? Adlı hikayeye de göz atarsanız beni çok mutlu edersiniz. Çünkü benim için en önemli şey sizlerin düşüncesi. Hikayeye profilimden ulaşabilirsiniz. :')

Son olarak yedi günlük bir tatile çıkıyorum ve tatil boyunca elimden geldiğince yazmaya çalışacağım. Ancak hiçbir şey için söz veremiyorum maalesef.. Yani yeni bölüm için biraz beklemeniz gerekebilir. Sizi bekletmek gerçekten istemiyorum ama ne yazık ki durum böyle gerektiriyor. Yine de yazmaya çalışacağıma söz veriyorum :')

Çok uzattım sanırım... Multimedia'da "Mutantlarımızı" görebilirsiniz. İyi okumalar :*

Owen.

Gerçekten de beni kurtarmış mıydı? Yoksa bitmek bilmeyen rüyalarımdan birinin içinde miydim? Ciğerimi yakan bu temiz hava gerçekten de var mıydı yoksa bu da mı hayal ürünümün bir parçasıydı? Önünden ve hatta içinden geçtiğimiz bu beyaz duvarlar sahiden orada mıydı? Binadan ayrıldığımız anda gözlerimi yakan güneş pekala yanıltmaca olabilirdi değil mi? Ya beni tutan bu güçlü kollar? Owen her zaman bu kadar kaslı mıydı? Ve tekrar başa döndüm.

Rüyada mıydım?

Ben ciğerlerimde kalan son havayı da sertçe üflerken keskin bir frenle durduk. Koşmaktan titreyen bacaklarımla hala Owen'ın elini tuttuğumu fark etmem uzun sürmedi. Sersemlemiş bir halde elini benimkinden ayırırken etrafa bakmak için minimum üç saniyem oldu. Arkamızda git gide uzaklaşan, normal bir hastane büyüklüğünde bembeyaz bir bina vardı.

Beyaz.

İster istemez ürperirken etrafımdaki geniş bahçelere ve yanımızdan vızır vızır geçen arabalara baktım.

Arabalarda yanlış bir şeyler vardı..sanki...sanki insanlar yanlış tarafta oturuyordu. Ve birden olduğum yere çivilenirken kaskatı kesildim. Burada yanlış olan şey sadece arabalar değildi. Plakalar, yanımdan geçen insanların aksanları, etrafın bu kadar geniş ve yüksek binalarla kaplı olması...Burası Sheffield değil diye düşündüm. Sheffield'a yakın bir kasaba bile değildi. Tanrı aşkına BURASI İNGİLTERE DEĞİLDİ.

Koşmak yerine yürümeye başladığımızdan beri tekrar elimi tutan Owen, beni sertçe çekiştirip bir çizgi halini almış dudaklarından tek bir kelime dökülmesine izin verdi.

"Gel."

Owen'ın adımlarına ayak uydurmaya çalışırken tüm bunları kafamda oturtmaya çalıştım.

NIH? ..Hep Sheffield yakınlarında bir kasaba olduğunu düşünmüştüm şimdiyse taşlar yerine oturuyordu. National Institutes of Health*. NIH.

Normal bir durumda olsak başımı kollarımın arasına saklar tüm bunların bir rüya olduğundan emin olana kadar kafamı oradan çıkarmazdım. Ama şu anda LANET DUVARLARIN İÇİNDEN GEÇEBİLEN Owen tarafından bir bilinmezliğe sürükleniyordum.

Ve hemen sonra beynim mantıklı düşünmeyi kestiği bir anda kalbim davetsiz bir misafir gibi düşüncelerimin arasına  sızdı. Owen ile son konuşmamız aklıma gelince boğazımda bir yumru hissettim. Şimdiyse beni kötü adamlardan kurtaran bir kahraman olmuştu. Bir mutant.

Başımı iki yana sertçe sallarken olanların mantıksızlığı karşısında ağlamak istiyordum. Owen Walker, on yedi yaşında, sıradan hatta popüler bile olmayan bir lise öğrencisiydi. Fazlası değildi. Owen Walker duvarların içinden geçip beni lanet olası bir enstitüden kurtaramazdı.

CerebrumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin