Chapter 1: A Day In Woods

632 47 21
                                    

Güneş Galtymore Dağının tepesinden yükseliyor, geniş ormanlık alanı aydınlatıyordu. Kuşlar gün doğmadan çok önce uyanmış, ormandaki diğer canlıları uyandırmak istercesine cıvıldıyordu.

Etraf hala soğuktu. Dağın eteğini kaplayan sis, küçük bir yerleşim yeri olan Evergreen'i yutmuştu adeta. Pek fazla insan yaşamıyordu burada.  İki elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki evler birbirini andırıyordu. Aynı alçak, üçgen, karla kaplı çatılar ve meşe ağacından yapılmış pencere pervazları. Karın getirmiş olduğu sessizlik ile huzurlu bir kasabaydı Evergreen. Ormanın ev sahipliği yaptığı çeşitli canlılar buraya uğramayı severdi.

Evergreen, Galtymore'daki tek yerleşim yeriydi. İnsanlar bu dağı sevmezdi; ürkütücüydü, karanlıktı ve kesinlikle çevreye kötü enerji yayıyordu. Orada bir yerde dağın şanına yakışır bir ev vardı. Kasabaya oldukça uzak, ormanın tam ortasında, kazara bile olsa hiçbir şekilde gelmeyeceğiniz bir yerde bulunuyordu. Buraya ev demek çok da doğru olmazdı. Küçük denilebilirdi, turuncu renkli duvarları ve ahşaptan bir verandası vardı. Çatısı son derece yamuktu -bir devin yanlışlıkla üstüne basmış olduğunu düşünebilirdiniz. Çatıya ait olduğu belli olan birkaç kiremit parçası verandaya düşmüştü. Uzun süredir üstüne oturulmadığı anlaşılan bir sallanan sandalye dışında veranda rüzgarın getirmiş olduğu çerçöple doluydu. Dışarıdan bakan biri burayı pekala terkedilmiş sanabilirdi. Lakin bacadan çıkan gri renkli dumanlar ve dış kapının üstünde duran taze ökseotlarından yapılmış bir çelenk bunun tam tersi olduğunu belirtiyordu. Kapı tokmağı, birbirine sarılmış iki ehderha şeklinde oyulmuştu. Ejderhaların yakuttan yapılmış gözleri sabahın ilk ışıklarıyla parlıyordu.

Güneş yavaşça yükselmeye devam ediyor ve karları eritiyordu. Kapının yanında duran tozlu lamba bir anda yandı. Evin içinden gülüşme sesleri geliyordu. Çok geçmeden kapı, çelengin sallanmasına neden olacak şekilde hızlıca açıldı. Eşikte küçük bir kız duruyordu. Tam arkasında atkısını boynuna dolayan annesine acele etmesini söylüyor, heyecanla dışarıdaki kara bakıyordu.

Kızın üstünde onu soğuktan koruyacak tek şey kırmızı burunlu bir ren geyiği motifli lacivert bir kazak idi. Kızıldan sarıya doğru açılan uzun saçlarının üstünde yeşil bir bere vardı.

"Taiga, şu eldivenlerini giyer misin?" diye sitem etti annesi. Kadının capcanlı kızıl saçları vardı. Kızınınkinin bir eşi sarı gözlerinin kenarlarındaki izler güleç biri olduğunu gösteriyordu.

Elindeki yeşil eldivenleri kızı yanına gelince ona giydirdi. Taiga üşümüyordu, annesi zorlamasa kazağını bile giymeyecekti. Kocaman sarı gözleriyle annesine baktı Taiga, göz bebekleri kedivari bir biçimde dikineydi.

Taiga ellerine baktı ve iç çekti, sonra da arkasını dönüp koşarak bahçeye çıktı.

"Anne, çabuk ol!" diye seslendi o sırada gezide yanlarına alacakları sepeti hazırlamakla meşgul olan annesine. Kendisi de dışarı çıkar çıkmaz kara atlamış, kolları ve bacaklarını kullanarak kardan melek yapmaya başlamıştı hemen.

Annesi Cordelia kapıyı kapattığından emin olunca kenarda duran ve üzerinden buharlar tüten hasır sepetini eline aldı. Kahvaltıyı dağın tepede yapacaklardı.

Taiga annesinin yanına gelmekte olduğunu görünce ayağa kalktı ve üzerindeki karları şöyle bir silkeledi. Aslında bunu yapmasına pek gerek yoktu, yattığı yerdeki karlar çoktan eriyip gitmişti bile. Islak çimlerin ortasında, Taiga'nın ayağına yakın bir yerde tek bir papatya duruyordu. Kışın soğuğundan pek etkilenmemiş olacak ki capcanlıydı.

Cordelia verandada kızına korku dolu gözlerle bakmaya başlamıştı. Çünkü o küçük papatyanın dibinde, toprağın içinden yumru yumru, patatese benzeyen bir el çıkmaya çalışıyordu. El kahverengi idi, pisti ve neredeyse Taiga'nın bacağını kavramak üzereydi.

Cordelia sepeti yere bıraktı ve var gücüyle koşarak Taiga'yı kucağına aldı.

Boşluğu yakalamaya çalışan el, en sonunda papatyayı tutup kopardı ve gerisingeri deliğine geri döndü.

Taiga homurtuların geldiği deliğe bakarak kıkırdadı. Sarı gözlerini annesine çevirerek:

"Bir bahçe cücesi bana zarar veremez anne." dedi. Annesi Taiga'nın birbirine dolanmış saçlarını kulağının arkasına attı ve yeşil beresini düzeltti.
"Canım kızım benim." dedi. "ben yer cücesinin sana zarar vermesinden değil senin ona zarar vermenden korkuyorum."

***

Neredeyse yarım saattir yürüyorlardı. Gilmore'un tepesine varmalarına az kalmıştı. Yukarı çıktıkça hava daha da soğuyor, orman ise sıklaşıyordu. Lakin ormanın sakinleri olan hayvanlar yukarı kısımlarda yaşamıyordu, isteselerde yaşayamazlardı.

Cordelia sepetinden çıkardığı ekmek kırıntılarını buraya uğrayan kuşlar yesin diye önceden koymuş olduğu yemliklere döküyordu. Taiga da yukarı çıkan yolda ağaç kovuklarına saklanmış olan kertenkeleleri arıyordu.

***

Sonunda tepeye vardıklarında dağdaki negatif enerjinin kaynağı olan, büyük bir kamyon büyüklüğündeki heybetli ejderha onları beklemekteydi. Onlar gelene kadar öğlen sıcağında güneşlenmiş, misafirlerinin gelmekte olduğunu görünce de uzun bir soluk koymuştu. Zaten kor haline gelmiş çalılardan geriye kalan ne varsa da bu sayede yanmış oldu.

Mr. Salamander'ın büyük cüssesinin yanı sıra Taiga'nınkine benzer, kocaman yeşil gözleri vardı. Güneş, pullarını aydınlatarak alev almış gibi görünmesine yol açıyordu. Mr. Salamander hakkındaki her detay adeta masallardan fırlamış gibiydi.

"Seni özledim." dedi Cordelia. Buraya kadar taşıdığı sepetini kızına verdi ve değişmeye başladı. Bu kısım, Taiga'nın hayatında izlemeyi en çok sevdiği şeydi. Annesinin silüeti gittikçe büyüyor, büyüyor ve büyüyordu. Hızlandırılmış çekimde bir fidanın ağaca dönüşmesini izlemek gibi bir şeydi bu.

Yaklaşık bir dakika sonra Cordelia'nın yerinde yeşil pulları elmas gibi parıldayan, göz kamaştırıcı bir ejderha duruyordu. Cordelia konuşmak için ağzını açtı ama ses yerine çıkan dumanlardan keyfi kaçmıştı. Uzun bir süredir bu formda değildi, bazı şeyleri unutmuştu.

Mr. Salamander bu duruma kahkahaya benzer bir kükreyişle tepki verdi. Cordelia başını sahte bir sinirle Mr Salamander'a sürttü ardından parıldayan gözlerle küçük kızına baktı. Miniği, gözlerini annesinden almıştı.

"Bugün ne yapıyoruz öyleyse?" diye sordu Mr. Salamander. Pek de konuşmuş sayılmazdı aslında, düşünceleri birer sese dönüşerek diğerlerinin zihninde beliriyordu.

Taiga bu mutlu aile tablosuna bakıp sırıtırken, bir baykuşun kanat sesi dikkatini çekti.

Alacalı baykuş buraya doğru geliyordu, hiçbir canlının korkudan yanaşamadığı yere.

Mr ve Mrs Salamander onlara doğru gelmekte olan davetsiz misafiri tepki vermeden izlediler. Baykuş korkusuzca iki ejderin arasından uçup Taiga'nın yanına geldi ve gagasında taşıdığı yeşil mürekkeple yazılmış zarfı kızın ayak ucuna bırakarak geldiği gibi uçtu gitti.

Zarfı yerden alan Taiga ailesine kocaman açılmış gözlerle baktı.

"Bir mektup." dedi. "Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulundan."

burn it all 燃 tom m. riddleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin