"Bu değil.""Bu hiç değil."
"Bunun bir kız olduğundan emin miyi- ah! Ne vuruyorsun be? Prensim ben prens." diye sitem ederken bir yandan da penisini tutuyordu. Sağlam tekme yemişti.
Yazık.
"Bende bir düşesim. Hıh." dedi ve burnunu yukarı kaldırarak büyük salonu terk etti. Kısa ama garip bir olay sonucu bana dönerek:
"Benim canım sıkıldı kızı sen bul." dediğinde şaşırmış bir ifafe takınarak:
"Ama nası-" dememe kalmadan sol işaret parmağını dudağımın üstüne koyarak:
"Shh! Zana sen hiç susmaz mısın?" dediğinde gözlerimi devirip:
"Yok zona." dedim. Sırıtarak:
"Efendim bir şey mi dedin? Akşama timsahlarıma ne yedirtsem diye düşünüyordum. Dinleyemedim."
"Kız nasıl olsun istersiniz?" dediğimde sırıtması bozuldu ve durup düşündü. Ciddrn mi Lara? Az pişmiş falan olsun mu diyecek kız için.
"Bu aptal soruyu sormadığını var sayıyorum. Her neys- bir dakika sen!" dedi ve kızıl saçlı bir köylünün önüne doğru yürüdü.
"Sensin!" yuh!
Ben esmerim be! Yalana bak.
Keşke birileri şu prensin daha iyi görebilmesi için bir şeyler icat etseydi.
Adı da... gözlük falan olsaydı keşke. Ne alaka bilmiyorum ama siz daha iyi bir isim bulursanız haber verin.
"Siz hanımefendi. Maskeli baloda dans ettiğim hanımefendi sizsiniz. Saçlarınızdan ve gözlerinizin gülüşünden tanıdım." dediğinde kızcağız yalandan kur yapmaya başladı.
Katnem şey, nasılda kur yapıyor? Seni yolarım havuç kılıklı seni.
"Prensim aradığınız kızın bu kız olduğuna emin misiniz?" diye ikisinin arasına girdiğimde elini alnıma koyup beni geriye doğru ittirdi ve:
"Hı-hı." deyip kıza elini uzattı. Kız elini tutar tutmaz öylece kimseye bir şey demeden ilerlemeye başladılar.
Nereye gidiyorlardı? Biz doğu kanadındaki büyük salondaydık. Prensin odası batı kanadındaydı. Hemen işi pişirmezdi umarım.
Büyük salondan çıkar çıkmaz diğer kızlara ve düşeslere dönüp:
"Prensimiz aradığı kızı buldu. Dağılabilirsiniz." dediğimde daha demin prensimiz tarafından hakarete uğrayan düşes:
"Ama-"
"Dağılın dedim size!" diye bağırdım. Hem bu düşes ne ara geri gelmişti? Çatlak karı.
Cezalandırılacak olmam umrumda bile değildi. Kalbim acıyordu. Ben geldiğim günden beri bu çocuğa aşıktım ama o sürekli beni görmezden gelmekle meşguldü.
Benim ona olan sevgimi sıradan bir insan olduğum için görmezden geldiğini sanıyordum ancak görüldüğü üzere sıradan bir insan olmanızda prens için bir sıkıntı yokmuş.
Pes etmeyecektim işte! Tamam azıcık biraz pes edebilirdim ama çokta pes etmeyecektim. Koşarak prensin peşinden gitmeye başladım.
Merdivenleri çıkıyorlarken onları yakalamıştım.
"Prensim!"
"Prensim!"
"Şşt. Alo prens!" dediğim esnada ayağımla elbisemin ucuna bastığım için takılmış ve düşmüştüm. Arkasını dönüp:
"Sesin beni rahatsız ediyor Lara. Sana konuşmayı yasaklıyorum." dedi ve tekrar yanındaki portakal suratlıya dönüp:
"Nerede kalmıştık?" diyerek elini tuttu.
Kalbimin yerinde sanki vazo varmışta evin yaramaz çocuğu evin içinde top oynarken onu kırmış gibi bir hissiyat oluşmuştu şuan içimde.
İkinizi de yolmazsam benimde adım Lara değil. Tamam en azından şu çilli pareyi yolmazsam benim adım Lara değil.
Peşlerinden sessizce gidiyorken öylece ne yapabileceğimi düşünüyordum.
Dalga falan mı geçiyordu ya? Ne kızılı? Esmerim ben esmer be adam!
Hainlikle gülüp aralarına girdim ve prensin önüne geçip şirin olduğunu düşündüğüm bir şekilde sırıttım. Daha sonra elimi uzattığımda bana anlamaz şekilde baktı.
Diğer elimle ödeme işareti yaptım ve tekrar elimi uzattım. Gülerek:
"Ama Lara'cım. Çak beşlik öyle yapılmaz ki. Elini böyle tutman lazım." dedikten sonra elime sertinden bir tane çakıp beni omzumdan ittirdi ve domates suratlıya sarayı gezdirmeye devam etti.
Şıllık şey seni nasılda ses etmiyor bak.
Tekrar önlerine geçtim ve elimi yine uzattım. Ancak kızla ikisi bana küçümser bir şekilde bakıp yanımdan ayrıldılar.
Düşes Baldwin'e kızdığım için çok üzgünüm. O ne melaike bir düşesmiş oysaki. Birde şu... sayabileceğim sebze meyve listesi bitti. Her neyse, birde şu kızıl kepazeye bakın hele.
Sen kim köpek?
Onları prensin odasına kadar takip ettiğimde tam kapıyı açacaktı ki geleceği görme konusunda aşırı zeki insan üstü bir varlık olduğum için kapının önüne geçmiş ve:
"Olmaz!" ancak daha sonra bana konuşma yasağı getirdiği için susup öylece yere baktım.
"Ne demek olmaz?" başımı yukarı kaldırıp gözleriyle buluşturdum ve:
"Şimdi ben bugün sizi uyandırdıktan sonra odanızı toplayacaktım ama siz daha sonra ben kendime fahiş- ay pardon kız bulacağım deyince bende sizinle birlikte geldiğim için odanızı toplayamadım çok üzgünüm. Ama siz şöyle bi koruluğun oraları falanda gezin ben o zamana kadar odanızı toplarım." kıza kötücül bakışlarımı attıktan sonra tekrar prense döndüm. Klasik sinir bozucu yarım ağız sırıtışlarından birini suratına yapıştırıp:
"Hiç gereği yok hizmetkar. Oda birazdan yine dağılacak ne de olsa." dedi ve kıza göz kırptı.
İnsan bi utanır be! Puh sana.
Yine ve yine omzumdan ittirildim. Bu sefer nasıl bir hiddetle ittirdiyse yeri boylamıştım. Kapıyı açıp içeri girdiğinde hışımla geri kapadı.
Hızla ayağa kalkıp kapıyı çalmadan odaya girdim ve:
"Durun!" ikisi de bana dönüp:
"Şey odanın tozunu almam lazım. Sizin astımınız var." kaşları çatılarak:
"Ne zamandan beri?"
"Aa, siz bilmiyor musunuz prensim? Sizin şeyden beri astımınız var..." ben etrafa bakıp daha usturuplu bir yalan arıyorken çekmeceden iki kese çıkarıp yanıma geldi.
"Lara."
"Efendim."
"Şu örtülü şeyi kaldırır mısın? Kendi portremi yaptırdım. Nasıl olmuş birde sen yorumla istiyorum." dediğinde sarı altın işlemeli örtüyü çektim.
Ancak portre falan yoktu. Ben vardım. Yani ayna vardı ve yansıma falan filan anladınız siz.
Neden aynaya örtü örttürdüğünü düşünüyorken bir yandan da bu aynanın ne zamandan beri burada olduğunu düşünüyordum. Arkama kadar gelip omzundan tarafa eğilip aynadan gözlerime baktı ve:
"Sanıldığı kadar masum değilsin. Ama haklısın. Flamenko gösterisi oldukça güzeldi. Her neyse kızı ben bulduğuma göre altınlar benimdir." dedi ve beni orada öylece aynanın karşısında bırakıp gitti.