3-) Üfle Sur'a

589 76 37
                                    







🔱








On yedi yıllık ömrümün en uzun ve en zor gecesiydi o gece. Üzerinde daima mışıl mışıl uyuduğum ot doldurulmuş minder ilk defa dayanılmaz derecede sert ve rahatsız edici gelmişti. Evet, normalde de öyle yumuşacık falan değildi. İçindeki otlar sık sık kumaşı delip dışarı çıktığından sırtıma ve yüzüme batıp canımı yakardı. Sonra, yıkamaya fırsat bulamadığımdan kötü de kokardı. Fakat bunların hiçbiri şimdiye kadar sorun teşkil etmemişti benim için.

Gündüz köpekler gibi canım çıkasıya çalıştığımdan belki de, gece olup da minderime baş koyduğumda anında uykuya dalar, bütün gece ceset gibi hareketsiz uyurdum. O vakitler o sert minder gözüme efendilerin özenle kabartılmış kuş tüyü yataklarından bile daha konforlu gözükürdü. Oysa şimdi bir o yana bir bu yana dönüp duruyor, yine de uyku için doğru pozisyonu bir türlü bulamıyordum. Ben dönüp durdukça altımdaki saman sapları daha fazla canımı yakıyordu.

Köleler avlunun dışındaki boş ahırda bir arada kalırdı çoğunlukla. Yirmi kişi vardık, geçici işçilerle birlikte bazen sayımız otuzu kırkı bulurdu. Ailesi olanlar derme çatma da olsa kendi evlerine sahipti elbette ama benim gibi bekar olanlar çoğunlukla çalıştırıldıkları hanenin ahırında uyurdu. Bize ihtiyaç duydukları her an ellerinin altında bulunmamızı isteyen efendiler bu şekilde uygun gördüğü için itiraz etme şansımız yoktu. Hoş benim itirazım da yoktu.

Bir aile kurmayı, kendi evime sahip olmayı hayal etmemiştim hiç. Belki de bu sebeple şu an içinde bulunduğum yaşam tarzı beni rahatsız etmemişti. Efendime layık olmak ve işimi düzgün yapmak dışında hiçbir heves ve heyecan yoktu kalbimde. Biraz boş hissettiriyordu şimdi, boşuna yaşamışım gibi, halbuki bunca yıl kendimde en gurur duyduğum özellikti bu. Birden bire neden?

Hemen yanımda uyuyan ve daldığı andan beri inleyip duran büyük kuzenim aniden kıpırdanınca ondan yana döndüm sıkıntıyla, çıkardığı ses hiçbir şekilde yardımcı olmuyordu. Biraz ötedeki bir başka köle dakikalardır dişlerini gıcırdatıyordu. Oldukça kilolu olan bir arkadaş ve yaşlılardan birkaçı ise yüksek sesle horluyordu. Böyle geç bir vakitte uyanık olmanın cezasını onların yarattığı gürültüyü dinleyerek çekiyordum. Bir yandan sırtımı delen ot minder, bir yandan horultu korosu canıma okuyordu.

Küçük penceremde ağırladığım, benimki gibi kaba saba bir ruhu bile güzelliği ile büyüleyen parlak hilale baktım kederle. Işığı usulca içeri sızıyor, havada uçuşan toz zerrelerine çarpıp yüzlerce istikamete dağılıyordu. Işık demetlerini izlemek hoşuma giderdi fakat o bile gönlümü güzelleştiremedi. Boğazımda iki karanlık el vardı sanki, tüm bu karmaşanın ortasında biri beni boğmaya çalışıyordu. Davetsiz bir misafir gibi zamansız gelmişti acı; göğüs kafesim sahiden bir kafese dönüşmüş, ruhumu sıkıyordu. Gözlerim içine birisi kum doldurmuşçasına kuruydu. Kapatmak için ne kadar çok uğraşırsam uğraşayım yeniden açılıyor, öylece tavana dikiliyordu. Sonra durup dururken, sorular aklıma doldu. Büyüleyici bir ses, tüylerimi diken diken eden o sözler...

"Köleler de insan değil mi efendileri gibi?"

"Onların da canı yanmaz mı?"

"Bak seninki de et benimki de."

NOYE  [KÖLE] 노예Where stories live. Discover now