4-) Kopsun Kıyam'et

395 49 123
                                    

Yüce Tanrım! Bu videoyu görünce Noye diye delirdim. Bu hikâyeyi yeniden yazmaya başlamalıyım. (⁠ ⁠⚈̥̥̥̥̥́⁠⌢⁠⚈̥̥̥̥̥̀⁠)((⁠╥⁠﹏⁠╥⁠)(⁠´⁠°̥̥̥̥̥̥̥̥⁠ω⁠°̥̥̥̥̥̥̥̥⁠`⁠)

 (⁠ ⁠⚈̥̥̥̥̥́⁠⌢⁠⚈̥̥̥̥̥̀⁠)((⁠╥⁠﹏⁠╥⁠)(⁠´⁠°̥̥̥̥̥̥̥̥⁠ω⁠°̥̥̥̥̥̥̥̥⁠`⁠)

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.









Merdivenleri tırmanan adımlarım geri geri gidiyordu. Bacaklarım korku ve çaresizlik içerisinde tir tir titrerken bahtsızlığıma lanet okumak, bütün bu talihsiz olayların niçin benim başıma geldiğini tanrılara sormak istiyordum. Bir köle olsam bile, bir kara olsam bile bu kadar ıstırabı kaldırır mıydı yüreğim? Yeterince sınanmamış mıydım hem? Yeterince acı çekmemiş miydim?

Efendimin kapısına varana dek bu meseleyi çözecek yüzlerce hal çaresi düşündüm ama akla yatan bir tane bile bulamadım. Bir arpa boyu yol kat edemedim. Yemeğinde zehir olduğunu ona söylemem mümkün değildi. Bunun elbette bir sürü sebebi vardı ancak çekincelerimin en büyüğü bana inanmayacak olması ihtimaliydi. İkincisi; pek muhtemelen ortalık bu iddia yüzünden karışacak ve herkes benden iddiamı kanıtlamamı isteyecekti. Bu hain planı yapanın evin genç hanımı olduğunu ispatlasam bile suç bütünüyle sakar aşçı yamağına kalacaktı. İyi ihtimalle yalnızca o, kötü ihtimalle ikimiz birden infaz edilecektik. Kendi canım bir tarafa, kendisine emredileni yapmaya mecbur zavallı bir kızın haksız yere öldürülmesini kabul edemiyordum. Lakin hiçbir şey yapmadan durmayı, efendime suikast düzenlenirken öylece oturup izlemeyi de vicdanım kabul etmiyordu.

Kapıyı nazikçe tıklatıp efendimin içeri girmem için izin verdiği sesini duymayı bekledim. Ah, elimde olsaydı da kaçıp buradan gidebilseydim. Cılız bir sesle "Girebilirsin." dediğinde başımı önüme eğerek içeri girdim. Sahibim kar beyazı örtülerin arasında solgun teni, pembeleşmiş yanakları ile bulutların üzerinde yarattıklarını izleyen bir Tanrı gibi yüce, bir melek kadar güzel ve erişilmez otururken ben büyülenmişçe onu izlediğimin farkında değildim. Bakışlarım genç efendimin küçük beyaz ayaklarından yaldızlı halhallı ince bileklerine, bir kadınınkinden daha zarif ve tüysüz bacaklarından kıvrımlı beline, ipek hanbokunun çiçek desenli yakaları arasında gizlenmiş narin boynundan kusursuz yüzüne doğru hayret ve hayranlıkla geziniyordu.

Güzel...

Aklıma başka hiçbir şey gelmiyordu. Ne zaman yüzüne baksam aklım başımdan gidiveriyordu. Onu anlatacak, ona yakışacak, büyüleyici güzelliğini tarif edecek kelimeler bilmeyişime hayıflandım. Haksızlık, diye düşündüm. Ona haksızlık ediyordum. Ben, adi bir köle, bu güzelliği hak etmiyordum. Kirli bakışlarımla efendimi kirlettiğimi zannediyordum. Oysa onu ne kirletebilir? Çamura bile düşse süte bulanmış gibi ak pak çıkar oradan. Yine de... Yine de zavallı bir köleye ait bu gözler onu hak etmiyordu.

Bakışlarımız ansızın birleşince onun da beni seyrettiğini fark ederek telaşa kapıldım. "Nihayet gözlerimin içine baktın." neşeyle kıkırdadı. Gülüşü şarkıya benziyordu. Böylesine basit bir cümle onun dudaklarından döküldüğü için mi bilmem, şiir gibi gelmişti kulaklarıma. Kömür gözlerine kenetlenmişti gözlerim, oturup oracığa ağlamak istedim. Paramparça ediyordu bakışları, perişan hissettiriyordu. Biçare yüreğimin göğsümün ortasında acıyla infilak etmesinden korktum. Kıymetli bir hazine, ender bir taştı sanki, sahip olamamak ona dokunamamak canımı yakıyordu. Kendimi tanıyamıyor, bana neler olduğunu anlayamıyordum. Kara büyü mü yapmıştı biri acaba üzerime? Bir lanetin kurbanı mıydım yoksa?

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Feb 06 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

NOYE  [KÖLE] 노예Where stories live. Discover now