daldan dala konan neşeli bir kuş

2.8K 199 130
                                    

"toy rüzgarlardayelken açan düşlerimizuğradığımız adalarda dağıldıgeçtiğimiz gemilerde kaldı çarpılmış yüreklerimizboşlukta el sallayan biri var halabizim varamadığımız uzaklıklara"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"toy rüzgarlarda
yelken açan düşlerimiz
uğradığımız adalarda dağıldı
geçtiğimiz gemilerde kaldı çarpılmış yüreklerimiz
boşlukta el sallayan biri var hala
bizim varamadığımız uzaklıklara"





30 Ekim 1979, Gwangju, Güney Kore

anlaşma yapmamızdan bir gün sonra heyecan içerisinde oturmuş, bay lee'nin kafesinde gelmesini bekliyordum. bir taraftan gözüm camın ardasına takılmış sabrını son demine kadar tüketirken, bir taraftan da dişlerimin arasına sıkıştırdığım kurşun kalemin tepesini dişliyordum. ağzıma kömürün tuhaf, metalik tadı dolsa da öylesine stresliydim ki, hiçbirini önemseyemedim.

inanması o kadar güçtü ki... görür görmez benimsediğim, çocukluğumda dizlerimi kanattığım anlarda annemin kulağıma fısıldadığı o yatıştırıcı sözler kadar etkili olan bu esrarengiz adamın benimle buluşacak olmasına inanamıyordum. o, baktığımda içime işleyen kömür gözlerine nasıl odaklanacaktım? onu yazmam gerekiyordu, en ince detayına kadar kelimelere dökmem gerekiyordu varlığını ama daha gözlerine bir dakikadan fazla bakamazken bunu başarabilir miydim?

dizimi öylesine hızlı sallamış olmalıydım ki, masaya vurduğunda küt diye bir ses çıkardı ve tam çarprazımdaki masada oturan siyah gömlekli bir genç kız dönüp, "iyi misiniz?" diye sorma ihtiyacı hissetti. çığırmamak için elimle kapattığım ağzımı açarak kafamı olumlu anlamda sallayarak, "evet," dedim utangaç bir şekilde. "teşekkür ederim."

saçları örülü genç kız gülümseyip önüne döndüğünde ben de rahatlamıştım ki birden kafenin kapısı açılıp içeri o girdi. üzerinde bordo, sıfır kol süveter altında da beyaz, üst düğmeleri açık beyaz bir gömlek vardı. altındaki siyah, bol kumaş pantolonla aynı ruganları giymişti. siyah saçları ensesini kucaklıyor, kaşlarına kadar değen kahkülleriyle yüzüne inanılmaz bir güzellik katıyordu. evet, o güzeldi. bu zamana kadar gördüğüm çoğu erkekten onu ayıran nadide özelliği bu eşsiz güzelliğiydi. göz ucuyla dahi baksam, tüm mısralarıma kadar işleyecek bir ahenki vardı yüz hatlarının. kişiliği de böyle olsun istedim, kişiliği de aradığım o karakter olsun.

elim ayağım birbirine girmiş halde, atışını asla kontrol edemediğim aptal kalbim sınırlarını zorlarken ağzımdaki kalemi bir çırpıda tükürüp ayağa kalktım. ahşap sandalyemi öylesine güçlü itmiş olacaktım ki gürültüsü tüm kafeyi kaplamıştı. utanıyordum.

jungkook tebessüm ederek "merhaba." deyip önümde eğildiğinde elimi uzatarak yanlış bir şey yaptığımı düşünüp geri çektim. ama eğilip doğrulduktan hemen sonra uzattığı elini görünce düşünmeden sıktım. elleri buz gibiydi. tenime değen parmak uçlarındaki nasırı hissettiğimde çok fazla yazdığını düşündüm. sonra, aynı ellerin bir gün önce boğazımda sarılı olduğunu hatırlayınca ürpermiştim. bu duygu karmaşasından bir an önce kurtulmak zorundaydım. zira işimiz çoktu ve birbirimizi sıkça görecektik.

bendeki bu değişimi fark etmesine kalmadan oturduğumuzda ilgili bakışlarını yüzümde gezdirip ellerini bacaklarına sürterek, "ee," dedi. "nasılsın valerie?"

"iyiyim." dedim cümlesini tamamlar tamamlamaz. çok mu sabırsız görünüyordum dışarıdan? çıldıracaktım. "sen nasılsın jungkook? biraz yorgun gördüm sanki."

gerçekten de öyleydi. göz altlarındaki morluklar boylu boyunca uzanıyor, koyu bir makyaj yapmış gibi görünüyordu. okuduğu bölümün mü onu bu hale getirdiğini merak etmiştim.

jungkook dudağını içten içe ısırırken, güçlü bir soluk alıp bıraktı. "uykusuz kaldım biraz." dedi gözlerini kısarak. sandalyesini biraz çekerek masaya yanaştığında kollarımı yasladığım masadan çekilmek durumunda kaldım. bu odun parçası pek büyük sayılmadığından aramızdaki mesafeyi koruma ihtiyacı hissetmiştim. şayet onu izleyip notlar alacaksam, daha geniş bir perspektife ihtiyacım olacaktı.

"ama yine de iyi olmaya çalışıyorum." diye ekledi. anladığımı belli edercesine kafamı salladım. ellerini masanın üzerine çıkarıp parmaklarını çıtırdattı. böyle yapmayı sürdürürse eklemlerinin kireçleneceğini ona söylemek istemiştim ama o an bu düşünceyi kafamdan def edip, "o zaman koyu bir kahve içmek ister misin?" diye sordum.

kafasını salladı. gülüşü öylesine doğal ve etkileyiciydi ki, okulunda kaç kızı kendine aşık ettiğini merak ettim. sayıları azımsanamayacak kadar fazla olmalıydı. başıma dert almadan bu işten vaz mı geçmeliydim?

bay lee'den kahvelerimizi rica ettikten sonra jungkook'un gözleri dudaklarıma kilitlendi. neden oraya bakışlarını diktiğini anlayamadığımdan kaşlarımı çatarak ona baktığımda kendi dudağını işaret ederek, "dudağın..." diye mırıldandı.

"ne olmuş dudağıma?" diyerek merakla elimi kırmızı et parçasına götürdüğümde elime kalemimin boya parçaları gelince şaşkına dönmüştüm.

jungkook utancımın boyutu bana yetmezmiş gibi bir de, "geldiğimden beri dikkatimi çekiyor ama söylemeye çekindim açıkçası." dediğinde şu kafenin temeline gömülmek istedim. "birazcık da siyah olmuş." yanında duran peçetelikten peçete alıp masadaki bardağın içerisinde kalan sudan birkaç damla üzerine dökerek bana uzattı.

hemen alıp ona sırtımı dönerek dudağımı silerken bu utancın bana bir ömür yeteceğini hissediyordum.

kahvelerimiz geldikten sonra kişisel konular hakkında konuşmaya başladık. bana neden onu yazmak istediğimi sordu. cevabı aslında çok açıktı, ona tutulmuştum. aşk ya da başka bir şey değildi bu. her yazarın içinde bulunan o arayışın yanıtını onda bulmuştum. bu sorgulanacak bir şey değildi, bu sebepten ona verebileceğim cevap da kısıtlıydı.

o gün programımıza karar vermiştik. onun grubuyla birlikte çalıştığı matbaaya her gün saat birde gidecek ve belirlenen konular hakkında kısa bir araştırma yaparak makale yazacak, haber derleyecektim. onlar da ders çıkışlarında bana eşlik edecekti. işimiz bitince de jungkook ile bu kafeye ya da arzu edilen herhangi bir mekana gidip onun hakkında sohbet edecektik, ben notlar tutacaktım. bu ikimiz için de kazançlı bir işti.

"peki ne hakkında yazıyorsun?" diye sordu jungkook kafeden ayrılmadan önce. ona söylemek istemiyordum aslında. ne yazdığımı bilirse bu anlaşmayı fesheder diye çok korkuyordum.

"gerçekten bilmek istiyor musun?" diye sorusuna soruyla karşılık verdiğimde omuz silkti.

"devlet sırrı değilse, evet."

ona kalbimin kapılarını açtığım ilk an buydu. gözlerinden gözlerime kurulan bu asma köprüde sallana sallana yürüdüğüm ilk an, dengemi kaybetmiştim.

"yaşama arzusuyla dolup taşan bir devrimciyi."

yıkılacak bir kurguydu bu. domino taşları gibi umutlara çarpa çarpa yıkılacaktı.



***

BİLGİLENDİRME

Bu kitap Evergreen kurgusunun anılar seçkisi olup, atlanan yıllardaki yaşanan olayları, ikiliyi ve detayları anlatacaktır. Bölüm sayısı ya da hangi aralıklarla yayınlanacağı belli olmadığı için sabır ve anlayış bekliyor, tüm evergreen mağdurlarına sevgilerimizi yolluyoruz.

BİLGİLENDİRME SONU

evergreen (special) | jjkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin