kusurlarında gizlenen güzellik

990 116 64
                                    

"tanrı bilir, gözümle sevmiyorum ben seni;çünkü sana baktıkça gözüm bin kusur bulur

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



"tanrı bilir, gözümle sevmiyorum ben seni;
çünkü sana baktıkça gözüm bin kusur bulur.
ama yüreğim sever gözün sevmediğini,
görünüşe aldanmaz, sevgiye teslim olur."




bıçağın elimdeki minik odun parçasına değdikçe onu parçalara ayırmasına izin verirken, bir türlü tutturamadığım düzgün şekil iyiden iyiye sinirlerime dokunmaya başlamıştı. son bir darbeyle daha kesiyordum ki, birden parmağıma kaçan bıçak derimi kusursuz bir hızda keserek acıyla inlememe neden oldu. matbaanın boşluğunda dalgalanan sesim, ta diğer odadaki jungkook'un kulağına gitmiş olacak ki hızla yanıma koşarak endişeli gözlerle bir bana bir de ucuna doğru kırmızı damlaların süzüldüğü parmağıma baktı.

iç güdüsel olarak parmağımı saklamak için elimi üzerine koyduğum sırada jungkook benden önce davranarak elimi kendine çekti ve kaşlarını çatarak, "sende biraz beceriksizlik var galiba." diye homurdandı.

parmağımı avucunun içinden çekmeye çalışarak, "hiç de bile, ufak bir kazaydı sadece." diye karşı çıktım ama soğumaya duran parmağımın sızısı dişlerimi sıkmama neden oldu.

"geçen gün de üst üste dizdiğin kağıt tomarlarını sağa sola saçan, fincanları yıkarken birinin kulpunu kıran, kapıyı kapatayım derken de jimin'in ayağını ezen bendim zaten."

bu ukala ve ekstra haklı boyuttaki cevabına karşılık derin bir iç çekerek cevap vermeye hazırlanacağım esnada, cebinden çıkardığı mendili parmağıma saran jungkook beni susturdu.

"son dediğimi bana jimin söylemedi, ben kendim gördüm."

"kasten yapmadım, hepsi kazaydı."

"ben zaten kasten yaptığını belirtmedim ki valerie, sadece beceriksizliğine kanıt sundum o kadar."

çoktan kan rengine bürünen mendil, sarı dokumalı, kenarında minik bir ayçiçeğine ev sahipliği yapıyordu. bu kadar güzel ve naif görünen, hatta değerli olduğuna kalıbımı basacağım bir parçayı neden kirli bir kanla buluyordu anlam verememiştim.

tekrardan parmağımı çekeceğim esnada kolumdan tutarak, "gel antiseptik bir şeyler kaldıysa yaranı temizleyip saralım." diye beni çekiştirdi.

"teşekkür ederim ama zaten ufak bir kesik, gerek olduğunu sanmıyorum."

o an bana dönüp o malum bakışı attığında bu dediğime pişman olmuştum. öfkeli desem değil, endişeli desem hiç değildi. sadece ona karşı çıkmama dayanamıyordu sanki. onun bu özelliği, yazmaya çalıştığım kurguda beni en çok zorlayan şeydi. ne olduğunu asla anlayamadığım bir şeyi yazamıyordum ve bu beni delirtiyordu.

ben tekrar bir şey demeyince matbaanın minik mutfağına gittik ve beni köşedeki boyası dökülmüş buz mavisi demir sandalyelerden birine oturtup ikinci dolabın üst raflarına bakınmaya başladı. bugün jimin ve jin'in sınavı vardı, taehyung ise iki gazeteciyle basım hakları üzerine bilgi almak için görüşmeye gitmişti. jungkook ise bugün dersini ekmiş, matbaada bana eşlik etmeye karar vermişti ama görünen o ki günümüz pek parlak geçmeyecekti. saat henüz bir bile olmamıştı ve ben buraya erken geldiğim için pişmanlık duymaya başlamıştım.

"burada en son biri sakatlanalı ne kadar oldu onu bile hatırlamıyorum, nere koyarlar ki bu sersem şeyi!"

kendi kendine söylenen jungkook canhıraş ilkyardım malzemelerini ararken bense avucumun arasındaki parmağıma sarılı mendili incelemeye devam ettim. acaba kaç yıl önce kim vermişti ona bunu? annesi ya da sevgilisi olabilir miydi? neden umursuyordum ki, benim için malzeme olabilir diye düşündüğümden mi? bazen gerçek ile kurguyu karıştırıyordum ve onunla ilgili edindiğim en ufak detayı kafamda bir öykü satırı gibi kullanmaya çalışıyordum. bu hem güzel, hem de çok yorucuydu. fazla detaylı olmayan, katmanları varsa da gizleyen biriydi ve aramızda hala çok mesafe vardı.

matbaadan sonra geçirdiğimiz bir iki saat asla yeterli olmuyordu.

"hah, buradaymış!" diye zafer gülümsemesiyle plastik kutuyu çekerken, kenardan küçük bir kül tablası hızla yere düştü ve beton zeminde kulak çınlatan bir şakırtıyla bin bir parçaya ayrıldı. o an, jungkook'un yüzündeki utançla karışık şaşkınlık ifadesi o kadar komikti ki gülmeden edemedim.

"ne o, yoksa birileri benden beceriksizlik huyu mu kaptı?"

bir bana bir de yerdeki kırıklara bakan jungkook gülmemek için kendini dizginlerken, burnundan çıkan gülme nefesleri onu ele verdi ve boğazını temizleyerek kaşlarını kaldırırken, "senin yüzünden oldu, çok konuşma." diye tersledi.

"hıhı, evet." dedim dalgacı bir tonda.

tam sandalyemde düzelecektim ki aniden eliyle beni durdurarak, "sakın ayağa kalkma, bir yerlerine batacak." diye uyardı.

ardından içeriden süpürge getirip hışırını temizledi ve önümde diz çöküp parmağımdaki mendili kaldırdı. eline aldığı tentürdiyotu pamuğa döküp yarama bastırırken, alnına uzanan siyah parlak saçları, kışları içtiğim sıcak çikolata gibi bir his uyandırıyor, kırpışan kirpikleri tarağımın telleri kadar nizamlı bir şekilde uzanıp yukarı doğru kıvrılıyordu. işini yaparken odaklandığı o derin anda, teninde kıpırdaşan her hücreyi hissedebiliyordum sanki. burnundan çıkan sıcacık nefesi, buharı ağzında tüten demlik gibi tenime değiyor, tüylerimi ürpertiyordu. aralık bıraktığı koyu pembe dudakları, yer yer çatlamış görüntüsüyle bile bu kusursuz yüzünde mükemmel bir tamlama yaratıyordu. o çok farklıydı, görüntüsüyle, huylarıyla ve varlığıyla...

"kusurlar insanın aynasıdır valerie. sana öyle dediğime bakma, benim de çok kusurum var ama iyi gizlerim. tendeki yaralar çabuk iyileşir ama kalpteki tez iyileşmez derler. " parmağıma bandajı sardıktan sonra göz bebekleri büyümüş incilerini bana çevirdi. "umarım seni incitmemişimdir, arada latife ediyorum."

minik bir tebessüm eşliğinde kafamı iki yana salladım. "ciddi olduğun zamanları anlayacak kadar tanıyacağım seni jungkook-shi. endişe etme."

kanlı mendili elimin içine sokuşturup ayağa kalkarken güldü. "o halde bunu da yıkarsın bir zahmet. hiç haz etmem kirli şeylerden."

ona dik dik baktığımda kutuyu yerine koyup gülmeye devam ederek içeri geçti. katladığım mendili kumaş eteğimin cebine koyup içeri geçtiğimde jungkook'un elinde kurşun kalemimi ve de bıçağı gördüm. özenle kesiyor, gözünü iki saniye ayırmadan işini hallediyordu.

masama geçip üzerinde çalıştığımız makale için kollarımı sıvadığım esnada eğdiğim başımdan ötürü göremediğim jungkook, titizlikle kesilmiş ve ucu sipsivri olmuş siyah kurşun kalemimi masama bıraktı ve ben teşekkür etmek için kafamı kaldırdığımda, "hadi," dedi elini uzatıp. "bugünlük işe ara verip, kafeye gidelim. canım sıkıldı."

ona çok şaşkın bakmış olacağım ki dayanamayıp elini çekti ve beline koyup kafasını yana eğdi.

"beceriksiz olduğun kadar da sağırsın sanırım valerie."

"yoo" diye reddettim. "ben-"

"e hadi o zaman." dedi askıdan aldığı ceketini giyerken, "beni bekletmenden hoşlanmıyorum."

içimde kıpırdaşan mutluluk hücreleri dört bir yanımı sararken hissediyordum. en kötü sonların, en güzel satırlarla başladığını ve en çok arzu edilen şeylerin aslında bizi zehirlediğini. fakat bunu deli gibi istiyordum. ve ne olursa olsun istediğimi almalıydım da. zaten hayat, öyküsünü yazmaya çalışan her birey için, daima birazcık hüzün barındırmalıydı. değil mi?

evergreen (special) | jjkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin