yalnız ikimize ait gerçeklik

1.1K 146 76
                                    

"ben ona dedim kisuyun üç hali vardördüncüsü sensin

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"ben ona dedim ki
suyun üç hali var
dördüncüsü sensin.

taşların saltanatında
bir gönül iklimiyim
ağzımda esensin."

  ℘  


bir an, bir anı ve bir mekan. aklımı sürekli kurcalayıp duran, hatırladıkça ruhumda yeni heyecan dalgalarını filizlendiren bu sonsuz zincirlemeden asla kurtulamıyordum. izbe bir sokağın arasına gizlenmiş, soğukluğunu topraktan alan, karanlığı hasebiyle sarı ışıklarla aydınlatılmış bu küçücük alan o mekanların en sivrilmişiydi. onu unutmak bir yana dursun, ilk günkü hissini yüreğimden söküp atmam dahi mümkün değildi. karşılıklı konumlandırılmış, üzerlerinde daktilolar ve eski basım dergiler bulunan dört masanın bitim yerinde dikilerek ilgiyle bana bakan simalara alışmaya çalışıyordum.

"daha önce matbaaya bir kız getirmemiştik. ilkimiz sensin valerie." isminin taehyung olduğunu öğrendiğim, kafedeyken de dikkatimi çeken sarı saçlı çocuk parlayan gözleriyle gülümsedi.

ne desem bilemediğimden tebessüm ederken, ahşap masanın arkasında oturan ve işini tamamlayıp sevinçle gözlüklerini çıkaran jin, "sonunda ben de işimi bitirdiğime göre daha rahat muhabbet edebiliriz ha gençler?" diye şen bir şekilde bize döndü. gazetecilik son sınıf öğrencisi jimin, abisinin omzuna koyduğu elini iterek, "yoo," diye sahte bir ciddiyete büründü. "biz sensiz de sohbet ediyorduk."

jin kaşlarını çatarak, "sanırım son yazının gazetenin beşinci sayfasında, sol altta olmasını istiyorsun ha jimin?" diye sordu alayla.

bildiğim kadarıyla gazete zaten beş sayfaydı ve kimse son sayfanın altına dikkat etmezdi.

jimin bir anda renk değiştirerek oturduğu masadan fırladı ve jin'in koluna sarılarak, "ya hyung..." diye adeta mırıldandı. "onu kast etmediğimi sen de biliyorsun."

"yoo," diye onu taklitledi. "bilmiyorum."

sohbetin izleyicileri olarak taehyung ve ben gülerken, bir süredir ortalarda gözükmeyen jungkook bir anda gürültülü bir şekilde kapıyı açtı ve elinde koca bir masayla karşımızda belirdi. merdivenin başında masayı bir anda yere bırakıp, "orada boş boş konuşacağınıza yardım etsenize pis köpekler!" diye sitem etti.

onu neredeyse hiç tanımasam da, uzun süredir biliyor gibiydim. bu alışılmadık hali bile içimde bir yerlerde vardı sanki. jungkook, tamamen benden biriydi. onu her satırda daha çok buluyor, her detayını vurgulama arzusuyla yanıp tutuşuyordum.

anında ayaklanan üçlü, "neden kendi başına iş yapıyorsun aptal çocuk? söyleseydin yardıma gelirdik zaten." diye haklı bir karşılık verdiğinde jungkook omuz silkip gözlerini benden kaçırdı.

sanırım güç gösterisi bir yerden sonra tıkanmıştı ve bundan dolayı utanmıştı.

hepsi birlikte zorlanmadan masayı merdivenlerden aşağı indirirken, bense durmadan "yardım edebileceğim bir şey var mı?" diye sorarak başlarının etini yemiştim. en sonunda dayanamayıp masayı bıraktıktan sonra bana dönen jungkook, "gerçekten bu kadar çok mu yardım etmek istiyorsun?" diye sordu. kafamı salladım, o da sinsice gülerek köşedeki yarısı kül olmuş odunları ve derme çatma ocağı gösterdi. "o halde bize en koyusundan güzel bir kahve yapmaya ne dersin?"

ne olacak ondan basit iş, dercesine omuz silksem de odunları tutuşlamak, sönmemesini sağlayıp, eski bir bakır demlikte suyu kaynatmak beni epey terletmişti. en sonunda oldukça az görünen ama yapıldığında oldukça fazlalaşan çekilmiş kahvenin üzerine döktüm ve bir süre beklettikten sonra indirdikleri masayı temizleyip yeni bir daktiloyu, kalem ve kağıtları koymuş, yorgunluktan sandalyelerine çökmüş genç adamlara götürdüm.

şaşkınlıkla gözlerim büyürken, "bu masa benim mi?" diye soruvermiştim istemsizce. beni dört masanın başına koydukları için hem çok mutlu olmuş hem de gereksiz strese kapılmıştım.

hepsi gülümsüyordu. "evet, ama beğenmezsen benimkiyle değiştirebilirsin vale-shi." jimin kısılmış gözleriyle bana bakarken, "ah," dedi biraz utanmış gibi. "sana vale desem kötü hissetmezsin değil mi? ismin telaffuz için biraz fazla uzun da..."

bu sefer gülme sırası bana geçerken, kahverengi porselen fincanının içine koyduğum kahvesini masasına bıraktım. "tabii ki sorun değil, istediğin gibi seslenebilirsin chim-shi."

jimin ufak bir çocuk gibi eliyle ağzını kapatarak gülerken, bir anda arkamdan belirip tepsideki fincanlardan birini alan jungkook, "kahvemi soğuk sevmem." diye homurdandı.

bu tavrına bozulmam gerekirken, heyecan ve şaşkınlık içerisinde ona dönüp, "gerçekten mi?" diye sordum. ona dair en ufak bilgi bile benim için altın değerindeydi ama elbette şahsımız bundan bihaberdi.

benden daha fazla hayrete düşmüş biçimde, gerçekten bu kadar önemli mi, dercesine bana baktığında bense deli gibi gülümsüyordum. hemen bir yere not etmeliyim düşüncesiyle jin ve taehyung'un kahvesini hızla masalarına koyduğumda ufak bir azar işittim ama mühim değildi.

ben işimi halledip kahvemi yudumlarken jungkook bir yandan görevimi anlatmaya başlamıştı.

"sabah dördümüzün de dersi var, bu yüzden sadece akşamları çalışmak yeterli olmuyor. biz sabah burada değilken dilersen gelebilirsin, fakat mutlaka gelmen gereken zaman aralığı öğlen bir ve dört. o üç saati gerçekten verimli geçirmeliyiz. biz diğer yazılarla ilgilenirken sen de sana verilen temalar ışığında kendi oluşturduğun bir kompozisyon hazırlayacaksın. dilediğin stilde yazabilirsin ama asla spesifik olma. yani bize işaret edecek ipuçlarından sakın. öğrenci olduğumuz anlaşılsın ama bölümümüz, yerimiz ya da kaçıncı kuşak olduğumuz asla bilinmesin."

elindeki kağıda bakan jungkook derin bir nefes vererek bakışlarını ilgiyle dinleyen bana çevirdiğinde, jin ekledi. "kendini fazla yorma ve bunu gerçekten yapmak istediğinden emin ol lütfen valerie."

"kimliğin güvende olacak ama biliyorsun," dedi taehyung acı çeker bir ifadeyle. "bazen ne kadar saklansak da, bizden bir adım ileride olan köstebekler toprağı eşeleyebiliyor."

"biz sana güveniyoruz." jimin samimi bir dost gibi hissettirmişti şimdi. kahvesinden bir yudum alıp fincanı kavrarken, sözleri de sıcacık hissettiriyordu. "yetenekli ve kahveye sihir katan eller, bizi de hayal ettiğimizin ötesine taşıyabilir."

jungkook öksürdü. "sormak istediğin bir şey yok mu valerie?"

bir anda dikkatimi ona çevirince, kara delik gözlerinde kendi varlığımı kaybettim. annesinin eteğine sarılarak yürüyen beş yaşındaki bir çocuğun bir anda ortada kalakalması gibi bir histi bu. neden ona bakarken bir anda böyle düşmüştüm ki? sebebi neydi?

"var," dedim kafamı sallayarak. "çok var ama sonra soracağım jungkook."

gülümsedi. onunla yaptığımız anlaşmadan ikimiz dışında kimsenin haberi yoktu. herkes beni yönetim karşıtlığını dile getirmek için yanıp tutuşan, işsiz ve sıradan bir yazar adayı olarak tanıyordu, oysa kendisinin başrol olduğu hikayenin yazarı. 

evergreen (special) | jjkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin