Bismillahirrahmanirrahim
Geçiş koridorunda sadece ben, yolculukta tanıştığım Siirt'li bir kameraman arkadaşım Ahmet Yasin ve bize rehberlik eden Nurullah Bey vardı. Taksiye binip Kudüs'e yol aldık. Bir sürü işlem kontrolleri, sürekli İsrail askerlerinin bizi durdurması ve kimlik kontrolleri yapması gibi durumlar sonucunda nihayet Kudüs'e varabilmiştik.Nurullah Bey, bizi kalacağımız otele dek götürüp yerleşmemiz için odalarımızı gösterdi. Elimize bir kağıt tutuşturup ''Eğer bana ulaşamazsanız bu numarayı arayın. Eniştem size yardımcı olacaktır.'' dedi ve dinlenmemiz için yanımızdan ayrıldı.
Ahmet Yasin ile odalarımız karşılıklıydı. Birbirimize selam verip istirahat etmek üzere içeriye girdik. Yolculuk epey yorucu geçmişti fakat içimde kaynayan su gibi fokur fokur kabarcıklar halinde bir merak vardı. Bu merak ve gerçeği öğrenme hissi tüm yorgunluğumu yok saymam için yeterliydi. İnanması zordu ama işte, Filistin'deydim. Ne ara karar almış da kendimi burada bulmuştum, bilmiyordum. Sanki bir kaç ay değil de dündü.
Kendimi yatağa bırakıp tavanı seyre durdum. Bir süre sonra gözlerim yavaş yavaş kendiliğinden kapanmıştı.
Odamın kapısının tıklatılma sesi ile gözlerimi açtım. İlk başta nerede olduğumu anlamamıştım. Kalkıp kapıyı açınca ve karşımda da Ahmet Yasin'i görünce üzerimdeki uyku kırıntılarını silkeleyip kendime geldim. ''Kusura bakma, uyandırdım sanırım. Akşam yemeğine gidecektim. Belki sen de gelirsin diye düşündüm.''
''Önemli değil. İyi yapmışsın. Hemen geliyorum, bir dakika.'' deyip içeriye girdim ve üzerime siyah bir ceket alıp odadan çıktım. Ben otelin alt katında yeriz diye düşünmüştüm ama Ahmet Yasin ''Senin için sorun olmazsa dışarıda yiyelim mi? Hem biraz dolaşmış oluruz.'' diye teklifte bulundu. Başımı sallayıp severek kabul ettim ve otelden ayrıldık.
Otelimiz arka sokaklardaydı. Bulunduğumuz sokaktan çıkıp adımlarımızın bizi götürdüğü yere doğru yürümeye başladık. Merakla bakışlarımı sokakların her bir köşesine değdiriyordum. Sonuçta her gün buraya gelmiyordum. ''Kudüs'te akşam vakti bile ayrı güzel. Burada hava hiç kararmıyor sanki.'' dedi Ahmet Yasin ve etrafı seyrederken epey daldığımı fark ederek bu dalgınlıktan sıyrıldım.
Işıklar, dükkanlar, kaldırımlar, insanlar... Hepsinin ayrı bir havası vardı sanki. Hepsi varlıklarıyla bir şeyler söylüyor gibiydi ama ben onların dilini anlamıyordum. Anlayabilecek miydim, bilmiyordum. Ama deneyecektim. Gerçekten kim haklı, kim haksız, ayırt etmeye çalışacaktım. Bunun için gelmiştim buraya. Gözlerimle görmek, kulaklarımla duymak için. Üniversite zamanımda ''Kudüs bizimdir! Filistinindir! Ümmetindir!'' diyen arkadaşlarım mı yoksa ''O topraklar İsrail'in hakkı. Onlara vaad edilmiş.'' diyen arkadaşlarım mı haklıydı? Üniversite bitmiş ve üzerine iki yıl da geçmiş olmasına rağmen bu konu peşimi bırakmamıştı. Ve bırakmayacak gibiydi. Ben de buna bir son vermek istemiştim. İngilizcem zaten gayet iyiydi. Ama bununla yetinmeyip bir yıl boyunca Arapça öğrenmeye zaman ayırmıştım. Çat pat da derdimi anlatacak kadar İbranice dersi almıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizlik Oyunu
Short StoryGenç adamın bu topraklarda şahit olduğu yegâne gerçeklik, özgürlüğün ve aşkın savaşıydı.