•sessizlik oyunu• / zindan

451 79 106
                                    

Kameralarımızı Nurullah abiyle değiştirmiştik

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Kameralarımızı Nurullah abiyle değiştirmiştik. Çünkü çektiğim şeyler benim için de Filistin için de çok önemliydi. Onların sesini duyuracaktım. Ve Ruveyda kollarımda son nefesini vermişti, bildiklerinden dolayı. Muhtemelen bu durum beni şuan İsrail'in gözünde mimlemişti. Ahmet Yasin de yanımdaydı, her ihtimale karşı onun kamerasını da Nurullah abiye vermiştik. Çünkü Ahmet Yasin'in kamerasında, İsrail askerlerinin Filistinli genç bir kıza sağlık müdahelesine izin vermeyip üstüne üstlük bir sağlık görevlisini şehit edişleri vardı... Nurullah abi yolda bir taksiye binip fotoğrafları her ihtimale karşı maille önceden ajansa atabilmek ve haberini yazabilmek için yanımızdan ayrılmıştı. Bizse Ahmet Yasinle yola devam ediyorduk. Camdan dışarıya bakıyor, dalıp gidiyordum. Bakışlarım bir kaç üniformalı askere ve iki askeri araca takılı kaldı. Yoldan geçen arabaları durdurup içlerini kontrol ediyorlardı. Ahmet Yasin yavaşladı. Sıkıntıyla bir nefes aldı. "Sorun yok." dedim ve sustuk. Sıra bizi gelmişti. Kimliklerimizi, izin belgelerimizi gösterdik. Ahmet Yasin'inkini ona geri uzatırken benimkini arkaya doğru sallayıp diğerlerine seslendi. "Aradığımız adam bu."

İçimdeki o yanan ateş, bir gram dahi korkmamamı sağlıyordu. Ciddiyetimi bozmadan dediğini anlamamış gibi yaptım. İngilizce konuşarak koluma yapıştı. "Tutuklusun. Bizimle geliyorsun. Yürü."

"Hangi sebeple?" diyen Ahmet Yasin kaşlarını çatıp baktı.

"Ajanlık yapma suçuyla. Eğer şimdi inmezse kötü şeyler olur."

"Biz yalnızca gazeteciyiz ve tüm ilgili belgelerimiz tamam. Böyle bir hakkınız yok."
Ahmet Yasin direniyor, onlarsa her zamanki merhametsiz tavırlarıyla cevap vermeye devam ediyordu. Sonunda beni kollarımdan ve başımdan tutan üç asker arabaya götürürken, Ahmet Yasin'i de ikisi tutuyordu iki kolundan, ardımdan gelmeye çalıştığı için.

Sonrasında sanki her şey öylece olup bitmişti. Şairin deyimiyle,  ne içindeydim zamanın ne de büsbütün dışında. Öylece yaşamıştım o ânları ama dışarıdan bir izleyici gibi hissetmekten öteye geçmiyordu. Sorgu, inatla sessiz kalmam, konuşmayınca ceza olarak parmaklıklar ardına atılmam. Hiçbiri bir şey  ifade etmiyordu. Benim içimdeki uçan kuşu yaralamışlardı zaten, buraya atıp aç susuz bıraksalar nolurdu.

Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum bu hücreye gireli. Ardımdan bir kaç kişi daha gelmişti ve bazen insanların sesleri duyuluyordu. Bir ara iniltiler yükselmeye başladı. Biri yardım için Allah'a yalvarıyordu. "Allah'ım nolur kızlarımı, karımı bu merhametsizlerin kirli ellerine bırakma. Benim canımı alacaksalar alsınlar, onlara dokunmasınlar."

"Amin" derken gözlerimi yumdum ve zorla yutkundum. Allah'ım, biz evimizde oturur, güler, yer, içerken burada, bu topraklarda ve başka mazlum topraklarda neler oluyordu da farkında değildik! Tam ortasına düşmüş, öyle anlayabilmiştim ancak. Yine de anlayabilmiştim ya, ona da şükürdü. Ara ara kesilip tekrar  yükselen iniltiler, getirilip götürülen insanlar, karanlık ve küf kokulu duvarlar arasında ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum, sızıp kalmış olmalıyım köşemde ; aniden metal sesiyle gözlerimi açtım. "Wake up! Stand up! Walk!" [Uyan!Kalk!Yürü!]
Bana emirler yağdıran ve kollarıma giren iki asker tarafından hücremden çıkarıldım. Yine loş ışıklı bir odaya girmiştik. Beni sandalyeye oturtup bileklerimden kelepçeledikten sonra askerlerin biri çıktı. Diğeri hâlâ başımda dikiliyordu. Çıkan asker, az sonra içeriye onlardan daha rütbeli olduğu belli olan bir adamla geri gelmişti. Karşıma oturup arkasına yaslandı. "Talk! Confess! You are an agent, are not you? You are in an intelligente department. Which departman?! Turkey? Are you working for Turkey?"
[Konuş! İtiraf et! Ajansın, değil mi? Bir istihbarat servisindensin. Hangisinden? Türkiye'de mi? Türkiye için mi çalışıyorsun?]

Sessizlik OyunuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin