Bölüm 10 -Ödeşme

8.2K 352 2
                                    

“Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor...” Papatyanın son yaprağını da kopardığını fark edince elinde kalan sapını çaktırmadan çimlerin üzerine fırlattı. “Seviyor ya...” diyerek neşeyle çimlerin üzerinden kalktı. Metehan onu bal gibi de seviyordu işte! Betül buna körü körüne inanmıştı en azından. Çünkü o Metehan'a delicesine aşıktı ve hayatında ilk kez tattığı saf duygularının karşılıksız olması düşüncesini dahi kaldıramıyordu. Hem sevmese onca zahmete katlanıp eşsiz sesiyle kendisi için şarkı söyler miydi? Sihirli sözcükler henüz ağzından dökülmemişti fakat bu hiçbir zaman ‘Seni seviyorum’ demeyeceği anlamına gelmiyordu. Her şeyi zamana bırakıp sabırla bekleyebilirdi Betül. Metehan’ın bir türlü söyleyemediği o iki kelimeyi her gün onlarca kez söylüyordu ne de olsa…


Üzerine yapışan tozu toprağı silkeleyip az ileri de papatya toplayan Metehan’a baktı. Avucuna sıkıştırdığı ufak demetle ne yapacağına bir anlam verememişti doğrusu. Usul usul yanına gitti. Kendisini ekip burada papatyalarla haşır neşir olmasına bozulmuştu biraz. Fazla kıskanç olmamaya özen gösterse de aşırı sevgi her türlü duyguyu beraberinde getiriyordu ne yazık ki. “Çiçekleri koparmaman gerektiğini kimse öğretmedi mi sana?” diye sordu alayla.


Metehan eğildiği yerden doğrulup ayağa kalktı. Ela gözleri güneşin yansımasıyla iyice bal rengine dönerken gözlerini kıstı. Betül’ün papatya yapraklarıyla yaptığı fal seansını uzaktan gülerek izlemişti. O an o kadar meşguldü ki izlendiğini fark etmemişti bile. Sonra birden yüzü düşmüş, elindeki papatya sapını çimlere fırlatmıştı. “Hayır, öğretilmedi.” dedi sakin bir ses tonuyla. Küçük sevgilisiyle küçük bir oyun oynamasında bir sakınca yoktu herhalde.

Betül kollarını göğsünde birleştirerek bilmişlikle gülümsedi. Mete’nin kendinden emin duruşunu şöyle bir süzdü baştan ayağa. “O zaman sana iyi bir ders vermek gerekecek.”


Metehan bir iki adımla Betül’ün önünde durdu. Asi güzeli yine neye sinirlenmişti de özgüven patlaması yaşıyordu kim bilir…Çıkmaya başladıklarından beri yanındayken hep uysal kedi olmuştu. Ancak sinirlendiğinde çekinmeden herkese pençelerini gösterebilen bir dişi kaplan oluyordu. Betül’ün kulağına eğilip onu çok utandıracağını bildiği sözcükleri fısıldadı. “Öğretmenim sen olacaksan her türlü ders kabulüm…”


Kulağının dibinde hissettiği nefes genç kızın titremesine yetmişti. Gözleri kapanmak için isyan ederken Metehan’ın geri çekilmesiyle afalladı. Henüz anın tadını çıkarabilmiş değildi. Üstelik doğru dürüst utanamamıştı bile! Mete’nin bir sözü yetiyordu eriyip bitmesine…


Mete ise eserine bakarken çapkınca sırıtıyordu. Betül’ü dağıtmak çok basitti, tek bir hareketi yetiyordu yaprak gibi titremesine. “Ee hocam, dersime iyi çalışmış mıyım bari? Memnun musunuz öğrencinizden?”


Betül şoku atlatır atlatmaz öfkeyle dudaklarını birbirine bastırdı. Çok çabuk tav oluyordu Mete’ye. Buna bir dur diyemiyordu yine de. Mete’den başka hiçbir erkek ona bu denli yaklaşmamış, sınırlarını aşmamıştı. Şimdiyse allak bullak olmaması için bir sebep yoktu.


“İlk dersten kaldın canım. Bende torpil olmaz, şansına küs.”


“Hiç mi olmaz?”


“Hiç olmaz!”


“Bana da mı?”


“Of Metehan!” Öyle tatlıydı ki ona kıyamıyordu bir türlü. Çok seviyordu, çok fazla.


Bir adım atıp parmak uçlarında yükselerek Mete’nin yanağına tatlı bir öpücük bıraktı. Geri çekilirken aslında ondan uzak kalmaya tahammül edemediğini fark edip iri bedenine sardı kollarını. Sırtında ve belinde hissettiği güçlü kollarla iyice sokuldu Metehan’a. Huzurla kokusunu içine çekti. Aşk ne güzel şeydi böyle…


Mete’nin göğsüne dayadığı başını hafifçe geri çekip yüzüne bakmaya çalıştı. Topladığı papatyalarla ne işi olduğunu merak ediyordu. “Ne yapacaksın o papatyalarla?” diye sessizce mırıldandı.


“Çok güzel bir kıza, layık olduğu gibi çok güzel bir taç yapacağım.” diyen Mete, genç kıza sardığı kollarını serbest bırakıp kendini sere serpe çimlerin üzerine bıraktı. Papatyalardan taç yapmayı altı yedi yaşlarındayken annesi öğretmişti. Öğrettiği son şeyde bu olmuştu zaten. Annesiyle ilgili hatırladığı nadir anılarından sadece birisiydi bu. İlk tacını ona yapmıştı, çünkü annesinden başka layık olan bir kadın yoktu bu dünyada.


Ama artık Betül vardı. Ve şimdi onun için bir şeyler yapma vaktiydi.


“Kimmiş bu çok güzel kız?” diye sordu Betül sinirlenmiş gibi yaparak. Mete’nin sözlerindeki manayı çıkarmaması imkansızdı.


Mete papatyaların saplarını açtığı deliklerden birbirine geçirirken “O kendini çok iyi biliyor bence.” dedi. Son papatyayı da ucuna sıkıştırıp düğümledikten sonra kendisini dikkatle izleyen Betül’e kısa bir bakış attı.


“Çok güzel oldu…” diye mırıldandı Betül, genç adamın yanına otururken.


Mete tacın sağlam olduğuna emin olduktan sonra Betül’e doğru döndü yavaşça. “Senin kadar değil…” derken tacı genç kızın başına geçirdi. Güneşte parlayan ve hafif rüzgarla dalgalanan kahverengi saçlarını elleriyle geriye iteledi.


Betül’ün dili lal olmuştu adeta. Konuşmaya çalışsa cümleleri toparlayamayacağından emindi. Emin olduğu bir şey daha vardı. Artık papatyaları kıskanmıyordu.


“Teşekkür ederim. Bu, hayatımda aldığım en güzel ikinci hediye.”


Mete’nin kaşları çatıldı bir anda. “Birinciliği alamadı yani kraliçe tacı.”


Betül ‘cık’ sesi çıkarıp kaşlarını kaldırdı. Mete’nin az buçuk bozulduğu suratından belliydi. “Alamadı. Ama olsun, onu sonsuza kadar saklayacağıma emin olabilirsin.”


Mete’nin aklı birinciliği üstlenen hediyede kalmıştı yine de. Kendini tutamadan “Birinci hediyeni de saklıyor musun bari?” dedi iğneleyici bir şekilde.


Betül bu davranışının altında yatan sebebi tahmin ettiği için bozuntuya vermedi. “Evet. Saklıyorum.” dedi ve ardından elini kalbinin üzerine koydu. “Burada.”


Mete allak bullak olmuş bir biçimde Betül’ün elini koyduğu yere baktı. Ardından bakışlarını Betül’ün yüzüne çevirdiğinde gülümseyen çehreyle karşılaştı. “Benim aldığım en güzel hediye sensin. Sen olsan da olmasan da seni burada saklayacağım hep.” Başındaki tacı tuttu parmak uçlarıyla. “Bu papatyalar bir gün solup gidecek ama sen hep burada, kalbimde kalacaksın. İlk günkü gibi.”


Metehan’ın kafası iyice karışmıştı. Bu kadarını beklemiyordu. Resmen donup kalmıştı. Bu sevgiyi hak etmiyordu çünkü aynılarını hissetmiyordu Betül’e karşı. Betül’e hissettiklerini de daha önce hiç tatmamıştı esasında. Ne diyeceğini, nasıl karşılık vereceğini bilemiyordu. “Betül ben…”


Betül elini kaldırıp Metehan’ın aralık dudaklarının üzerine koydu. Belliydi aynı karşılığı alamayacağı. Yine kendini tutamamıştı işte. “Ben acıktım, birşeyler yiyelim mi?” dedi elini usulca indirirken. Elini çimlere dayayıp ayağa kalktı.


Mete hipnozdan çıkarak, “Olur.” diye cevap verdiğinde yüzünde kırıkça bir tebessümle elini ona uzattı. Mete elini tutarken yaptığının haksızlık olduğunu düşünüyordu. Betül’ün elinin desteğiyle ayağa kalktıktan sonra genç kızın yüzüne dikkatle baktı. Hiç umursamıyormuş gibi bir hali vardı.


Oysa içinde kopan ilk aşk fırtınalarından habersizdi. Sorun yokmuşçasına rahat davranmaya kendini şartlandırıp zorladığını göremiyordu.




*




Hava kararmaya başlamış, saat gecikmişti. Betül zaten annesinden izni zar zor koparıyordu, bir de gecikmesi tuz biber olurdu. Mete’den de hiç ayrılmak istemiyordu fakat mecburdu. Tüm gününü onunla geçirmişti neredeyse. Önce doyasıya gezmişler, yemek yedikten sonra da sinemaya gitmişlerdi. Bu sayede Metehan’ın arabasını da görmüş oldu Betül. Maddi durumları hakkında bir bilgisi olmasa da kullandığı araba az çok her şeyi açıklıyordu. Devlet lisesine fazlaydı biraz.


Metehan’ın arabasını park ettikleri caddeye yürürlerken “Gitsem iyi olur, annemi biliyorsun işte…” dedi genç adama yandan bakış atarak.


“Seni eve ben bırakayım. Bu saatte tek başına gidemezsin.” diyerek cebinden arabasının anahtarlarını çıkardı Mete. Tek hareketle arabayı otomatik olarak açarken uzanıp Betül’ün elini tuttu. Genç kız bir şey söyleyemeden Mete’nin peşi sıra arabaya sürüklenmek zorunda kaldı. Arabanın önüne geldiklerinde “Ben tek başıma gidebilirim. Senin götürmene hiç gerek yok.” dedi başını dikleştirerek. Bu yaşına kadar ona babasından ve olmazsa olmaz annesinden başka kimse böyle karışmamıştı. Pekala bu saatte de evin yolunu bulabilirdi. Bu bir ilk olmayacaktı ki onun için. Mete’den önce de bu yollardan tek başına gelip geçiyordu.


“Ben bırakacağım diyorsam ben bırakacağım, uzatma da bin şu arabaya.” dedi Metehan, kısık ama sert sesiyle.


Öyle bir konuşmuştu ki Betül sözünün üstüne söyleyecek tek bir söz bulamamıştı. Ama yine de anne faktörünü görmezden gelemiyordu. “Ya annemler görürse? Yok yok ben binemeyeceğim Metehan.” Son itiraz kırıntılarını da tüketmişti ve başını çevirip Mete’ye bakmaya korkuyordu. Onu daha fazla sinirlendirmek istemiyordu çünkü sinirlendiğinde en az kendisi kadar korkunç olabileceğini demin görmüştü.


Mete umarsızca arabanın kapısını açtı. Şoför koltuğuna oturmaya hazırlanırken, “İyi, yolda başına bir şey gelirse ben sorumlu değilim o halde. Kendin gidebilirsin. Unutmadan, peşine tinerci falan takılırsa ellerine birkaç kuruş sıkıştır. Yoksa senin için iyi olmaz.” dedi. Betül’ün iyi bir akıllanması gerekiyordu. Fakat koltuğa yerleştikten sonra genç kızın yüzüne baktığında yaptığına pişman oldu. Betül hem kızgın, hem kırgın, hem de ürkek bakıyordu. Bu üç duyguyu bir bakışa sığdırabilecek tek insan Betül’dü zaten.


Metehan hiç kendisini umursamamış arabaya binmişti bir de öğüt veriyordu utanmadan. Korunma yollarını ondan öğrenecek değildi. Bu tavrına fena halde bozulmuştu. Yolda izde başına bir şey gelse hiç üzülmeyecekti demek ki Metehan. “Önerilerini dikkate alırım.” diyerek ters istikamete döndü genç kız. Yanaklarını şişirirken boğazına oturan yumruyu durdurmaya çalışıyordu. Kolları iki yana kukla gibi sallanırken yürümeye başladı. İnsanlar sadece hamileyken değil aşıkken de duygusal oluyorlardı işte…


Kaldırımda boş boş yürürken telefonun sesiyle kendine geldi. Çantasını karıştırıp telefonunu çıkardıktan sonra arayana bakmadan açtı. Yürümeye devam ederken konuşmaya başlamıştı bile.


“Efendim?”


“Neredesin kızım sen?”


“Mete'yleydim Gamze. Bir şey mi oldu?”


“Vay! Aşk kuşları sizi.”


Dışarıdan öyle gözükmeleri ne ironikti. Betül ancak kanadı kırık bir aşk kuşu olabileceğini düşünüyordu. “Ya ne demezsin! Mete beni sevmiyor, falda bile çıktı.”


“Ne falı?”


“Papatya falı.”


“Fallara inandığını söyleme bana!”


“İnanmıyorum ama fala inanma falsız kalma demişler.”


“Hep annen, hep. Kadın senin içine işlemiş. Bilinçaltın küçük Nurgül şu an.”


“Hayır bunu televizyondan duyuyorum genelde.”


“Öyle olsun bakalım. Neyse, beni lafa tutma. Annenden izin alabildiğine göre kesin ‘Gamze’lere gidiyorum’ demişsindir.”


“Nereden bildin?”


“Sevgilimle buluşacağım desen izin vermezdi herhalde zeka küpü!"


“Uf, tamam ne istiyorsun?”


"Doğru bize geliyorsun ve Ayşe'lere gidiyoruz. Nurgül ablaya da bizde kalacağını söylüyorsun. Kapiş?"
Zaten morali çok bozuktu bir de annesine ikinci bir yalan söyleyip Ayşe’yleuğraşacaktı. Boğazına bir ip geçirilmiş gibi bunalmıştı.


“Ya lanet olsun tamam ya.”


“Lanet okuma, gelince ifadeni alırım. Bu arada Metehan’ı da öp benim için"dedi Gamze dalga geçerek.


Gamze ye “Gece aynı odada kalacağız bence fazla abartma.” dediği sırada kolundan tutulup arkaya çevrildi bir anda. Metehan’ın kızgın boğaları andıran yüzüne meydan okuyan bir tavırla bakarken telefonda bekleyen Gamze’ye döndü tekrar. “Kapatıyorum şimdi. Öptüm.”


Telefonu kapatıp Metehan’ın konuşmasını bekledi fakat genç adam transa geçmiş gibi öfkeyle gözlerinin içine bakıyordu. “Ne var? Ne oldu?” diye sordu keskin sesiyle. Mete’nin deminki tavrını hatırlayıp alayla güldü. “Tinercilere selamını söylerdim, peşimden gelmene gerek yoktu.”


“Kiminle konuşuyordun?”


Betül’ün alayla gülümseyen yüzü soldu. “Ne?”


“Kimdi o telefonda ki?”


Mete’nin sıkıca tuttuğu kolunu hışımla çekip telefonunu çantasına attı. Saçları hafif rüzgarla birbirine karışırken, “Saçmalama istersen Metehan. Benim acilen gitmem lazım. Yarın görüşürüz.” dedi. Arkasını döndüğünde Metehan iki büyük adımla tekrar önüne geçti. Konuyu daha fazla uzatmaya niyeti yoktu. Bu, konuyu tamamen kapatacağı anlamına da gelmiyordu tabi ki. Betül’ün bu saatte tek başına gitmesine müsaade edemezdi. Erkekliğe yakışmazdı bir kere. “Nereye gideceksen ben götüreceğim seni. İtiraz kabul etmiyorum.”


Betül’ün omuzları yenikçe düştü. “Tamam.” dedikten sonra Mete’nin koluna girdi. Mete kazanmanın memnuniyetiyle sırıtırken arabaya doğru yürümeye başladılar.




*




“Beni şu bakkalın önünde bırakabilirsin.”


Metehan ilerideki bakkala bakarken “Neden orada iniyorsun? Evin alt sokakta değil mi?”diye sordu.


“Evet ama Gamze’lerde kalacağım bu gece. Birkaç işimiz var da.”


“Ne gibi işleriniz var, bahsetmek ister misin sevgilim?”


“Özel. Kızsal meseleler.” diyerek geçiştirdi Betül. Şimdi Metehan’a anlatmaya kalksa bir saat konuşacağına emindi. Çenesi biraz fazla düşüktü Betül’ün. Bir konuşmaya başladımı kimse susturamıyordu. Mete’yi de çenesiyle bezdirmek istemezdi doğrusu.


Metehan arabayı sağa çekip dörtlüleri yaktı. Betül arabadan inerken o da peşinden indi hemen. Betül inip karşısında Mete’yi görünce kaşları çatıldı. Altı üstü karşıdaki apartmana gidecekti. “Sen..?”


“Eve girdiğini gördükten sonra gideceğim, merak etme.”


“Yo,sorun değil…Yani, neden merak edeyim ki? Of…Ben artık gireyim en iyisi.” Eli ayağına dolanmıştı. Mete onaylarcasına gülümseyerek başını eğince ardına bakabaka binaya doğru yürüdü. Bir haftadır olduğu gibi hayal gördüğünü sanıyordu. Başı dönmeye başlamıştı, olaylara yetişemiyordu. Metehan güvende olmasını umursuyordu işte! Öyle sevinçliydi ki şuan!


Karşıya geçeceği sırada ani frenle duran arabanın çıkardığı cırtlak sesleürkerek kendine geldi. Güvenli kolların arasına çekildiğinde resmen şoktaydı.Kocaman olmuş gözleriyle Mete’ye baktığında az kalsın kendisine çarpacak olanarabanın şoförü küfür ede ede gaza basıp gitti. “Aptal! Önüne baksana! Az kalsın ölüyordun! Ya yanında ben olmasaydım?!”


“B-ben…” Hala ne olduğuna anlam veremezken Mete’nin bağırarak azarlaması iyice korkutmuştu Betül’ü. Arabanın önüne bilerek atlamamıştı ki!


Mete onu daha fazla korkuttuğunu fark edince saçlarını okşayarak iyice kendine çekti bedenini. Arabayı durduracak üstün güçlere sahip değildi. Bir anda yüreği ağzına gelmişti. Nasıl koştuğunu hatırlayamıyordu bile.


“Tamam, bir şey olmadı. Ben yanındayım, korkma.”


Betül ‘Hepsi senin yüzünden zaten! Kafamı karıştıran, gözümü kör eden sendin!’ dememek için dudaklarını dişledi. Yavaşça çıktı genç adamın kollarının arasından. Metehan'ıda boş yere korkutmuştu.Onun için endişelenmeseydi bu kadar kızar mıydı? Elbette kızmazdı. “Hala yaşıyorum.” dedi muzipçe. Mete bu haline güldü. Unutmuştu, Betül diğer kız arkadaşları gibi narin değildi. Ağlayacağını falan düşünmüştü oysa ki.


“Aklımı aldın…”


Betül gülümsedi. “Sende benim kalbimi almıştın. Ödeştik.”


Metehep böyle ilgiyle baksaydı ona…Şimdi ki gibi hep korusaydı, kendinden bile…Kırk gün kırk gece düğün yapsalar ve sonsuza kadar mutlu yaşasalardı…Güzel bir masal kitabı olabilirdi.



“Kız Betül ne yapıyorsun buralarda? Annen görmesin bacaklarını kırar ha...” Mete’yle aynı anda sesin geldiği yöne döndü Betül. Tanıdık simayı görünce yanaklarını şişirerek somurttu genç kız. Karşı komşuları Kıymet Abla alışverişe çıkmış olmalıydı. Zaten haftada bir ancak çıkardı çarşıya, o da Betül’e denk gelmişti. Kendini otel odasında basılmış gibi hissediyordu! Kıymet Abla Metehan’ı görmezden gelmezdi, biliyordu. “Annemin haberi var, Derya Teyze’lere gelmiştim de Kıymet Abla.”


Yaşlı kadın paha biçer gibi göz gezdirdi Mete’nin üzerinde. “Sen kimin nesisin oğul?” Metehan şaşkındı. “Ben Betül’ün s…” Betül’ün dirseği karnına geçince susmak zorunda kaldı. Yüzünü buruştururken Betül, “O bizim akraba ya…Çoook uzaklardan böyle. O kadar uzak ki ben bile kimin nesi olduğunu çözemedim. Annemin dayısının oğlunun karısının kardeşinin…”


Bıraksalar bütün akraba sıfatlarını sayacaktı fakat Kıymet Abla elini kaldırıp yüzünü kırıştırarak durdurdu Betül’ü. “Tamam tamam yeter. Anladık çok uzak, tanımıyorsun.” Araştıran gözleri Mete’yi tekrar tartmaya başladı. “Ben de üzülmüştüm. Sözlün, nişanlın falan sanmıştım. Oh içime su serpildi valla. Seni bizim Murat’a alacağız, biliyorsun ya..”


‘Çok yanlış yaptın be Kıymet abla.’ Betül utançla elleriyle gözlerini kapattı. Murat abi adı üzerinde abisiydi. Kıymet Abla son iki senedir şakayla karışık yeğenini Betül’e yamamaya çalışıyordu. Keşke şimdi de o düşük çenesini tutabilseydi de Mete bu saçmalıkları duymasaydı! Kahretsin!


Başını yavaşça çevirip, gözlerini örttüğü ellerinin arasından Mete’ye baktı. Elleri ceplerinde, gözlerini ayakkabılarına sabitlemiş, öylece duruyordu. Demek ki korkulacak bir şey yoktu. Rahat bir nefes alarak ellerini indirdi. “Neyse Kıymet abla, biz seni daha fazla tutmayalım. Hadi Allah’a emanet…”


"Hemen gitmeseydiniz...Neyse.." diyen yaşlı kadın istemeye istemeye yoluna devam etmişti. Tabi dediokularına malzeme toplayamamıştı yeterince.


“Ne diyor bu kadın Betül? Murat kim, sana mı yazıyor yoksa?”


Betül gülmeye çalışarak Mete’nin koluna girdi. “Hehe, yok ya, yaşlı kadın saçmalıyor işte.” Mete’nin omzunu aşağı doğru çekiştirip kulağına “Aklı gidik.” diye fısıldadı.


Mete onun söylediklerini umursamadı. Kadın gayet aklı başında görünüyordu. Kimse onun olana el uzatamazdı.


“Ben anlamam. O Murat dallamasının ağzını burnunu kırar eline veririm ona göre.”


“Aslanım benim! İşte sahalarda görmek istediğimiz hareketler! Ama artık gitmem gerek. Gamze beni topa tutacak geç kaldım diye.” diyerek uzaktan bir öpücük gönderdi Betül Mete’ye. Durdurmasına fırsat vermeden binaya girdi. Veda sahneleri çok uzun sürüyordu. Hiç ayrılası gelmiyordu sonra.





*





Betül ve Gamze odalarına çekilmiş sohbet ediyorlardı. Gamze soruyor, Betül cevaplıyordu esasında. Özeline fazla girmek istemese de Gamze kardeşi sayılırdı. Ona anlatmayıp da kime anlatacaktı? Yeliz’in Aşkı Memnu’yu andıran aşk hayatı kendininkini solda sıfır bıraktığı için sıra bir türlü ona gelmiyordu. Gamze’yle konuştuğunda kritik yapabiliyorlardı beraber.


Betül odanın duvarlarını süsleyen ‘yakışıklı erkek’ posterleri kervanını incelerken Gamze döner koltuğunda oturmuş sağa sola dönüyordu. Betül’ün muradına ermiş olması onun için çok ilgi çekici bir durumdu. Merak ettiği ne varsa tek tek soracaktı. Aşk meşk konularını dinlemeye bayılıyordu. Nefes almadan sorduğu sorular bitince içlerinde en çok merak ettiği ve sona sakladığı soruyu sordu heyecanla.


“Eee, öpüştünüz mü öpüştünüz mü?!”


Betül gözlerini posterlerden ayırmadan gayet rahat bir tavırla “Tabi ki.” dediğinde Gamze’nin yüzü düştü. Ne saf arkadaşı vardı yahu. “Öyle değil, dudişten diyorum!”


Betül aniden Gazme’ye döndü. Dudakları aralanmış şok içerisinde bakıyordu Gamze’ye. “Tamam, Metehan’ı seviyor olabilirim ama- ıyy onu nasıl yapıyorinsanlar? İğrenç ya…” dedi yüzünü buruşturarak. Öpüşmek iğrenç olarak gözükmüştü hep gözüne.


Gamze bacak bacak üstüne atarak gerindi. Yılların öpücük ustası gibi bir havası vardı. “Ne iğrenci kızım ya, millet birbirini boşuna yemiyordur herhalde. Demek ki güzel bir şey.”


“Sokrates’in kemikleri sızladı.”


“Sen ne anlarsın be, odun.”


“Odunum ama sadece Mete için yanarım.” diyerek artistik bir bakış attı Betül.




*



“Sen vur kapıya.”


“Bana ne ya sen vur!”


“Lan vursana işte, ölür müsün?”


Ayşe’ye bakmak için evlerine kadar gelmişlerdi fakat kapıya kim vuracak polemiği başlamıştı birden bire. Betül topu Gamze’ye atıyordu, Gamze Betül’e.


“Tamam ben vurayım, sen konuş.” dedi Gamze uyanıklık yaparak. Betül “Pışııık.” diyerek elini beline koydu. Ayşe’nin babası okullarında öğretmendi ve ondan fena halde korkuyorlardı. Aslında adamda tonton bir tip vardı ama yine de çekiniyorlardı. Derslerde çok katıydı, kök söktürüyordu resmen Fuat Hoca.


Yumruk yaptığı elini kapıya doğru götürürken “Günah benden gitti o zaman.”  dedi Gamze. Kapıya vurduğunda ikisi de gözlerini kapatmış korkuyla bekliyorlardı. Sanki birazdan içeriden ellerindeki kanla Fuat Hoca çıkacaktı. ‘Yok canım, o kadar da değil’ diye teskin etti Betül kendini. Adamın iyiliğini de görmemişlerdi ama eli kanlı katil olmadığındanda emindi.


Birkaç saniye sonunda kapı açılmayınca gözlerini açtı. Gamze ise gözlerini sımsıkı kapamış duruyordu öylece. O kadar komik görünüyordu ki muhtemelen demin kendisi de o durumdaydı. Olduğu yere sinmiş haline sırıtarak baktıktan sonra genç kıza sinsice yaklaşarak ‘Böh!’ diye bağırdı.


Gamze ‘Bismillahirrahmanirrahim’ diye sıçrayarak bahçenin öbür köşesine koştu. Betül onun bu halini kahkahalarla izlerken yerlere yatmamak için zor tutuyordu kendini. Bildiği bütün duaları tek nefeste okumuştu kesin Gamze. “Allah seni nasıl biliyorsa öyle yapsın. Pislik, ödüm b.kuma karıştı.”


O sırada yan apartmandan bir adam gürültüye çıktı. “Kızlar ne yapıyorsunuz bakayım orada?” Betül yaptıkları aşırı sesin insanları rahatsız edeceğini düşünememişti. Gamze ise hala az önceki olayın şokunu atamamıştı üzerinden. “Özür dileriz amca. Fuat Hoca’ya bakıyorduk da biz, galiba evde yoklar.”


“Fuat’lar taşındılar kızım ara ki bulasın.”


Betül Gamze’yle kısa bir bakışma yaşadı. Ayşe gitmiş olamazdı. Adama sormak için apartmanına yaklaştılar yavaş yavaş. Duyacakları cevap hoşlarına gitmeyecek gibiydi. “Neden gittiler?” diye sordu Gamze.


“Fuat’ın tayini çıktı. Bir hafta oldu ya da olmadı. Siz ne için soruyorsunuzyavrum?”



Artık ne için olduğunun bir önemi yoktu. Ayşe gitmişti. Haber vermeden, arkadaş değillermiş gibi çekip gitmişti. Beraber az mı cefa çekmişlerdi…Betül, Gamze, Ayşe ve Hayat…Dört kişi başlayan arkadaş maceraları sona mı ermişti yani? Arkadaşlıklar bu kadar kolay bitirilmemeliydi…Bu kadar basit olmamalıydı dostluklar. Önce Hayat’tan kazığı yemişlerdi. Kız açıkça ‘sizden bıktım’demişti en azından. Ya Ayşe… 


Anılar gözlerinin önünden film şeridi gibi geçip gidiyordu. Arkadaşlık bambaşka bir duyguydu. Kardeşi gibi sevdiği insandan kopması çok zordu. Bunu yaşamayan bilemezdi, keşke onlar da bilmeseydi...

Ben Ona Resmen AşığımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin