Bölüm 35 -Mardin

5.5K 264 5
                                    

Dayanamadım yineee... 15 olmadan bölümü ekliyorum. Çünkü mutluyum. Babamın ameliyatı iyi geçti ve sağlığı Allah'a şükür yerinde. Bunun sevincini, halihazırda bir köşede duran bölümle birlikte sizinle paylaşmak istedim. Artık evimdeyim! :)

Mardin, yazın yeni yeni kendini gösteren sıcağından nasibini almış bir şehirdi. İstanbul da sıcaktı ama Mardin dayanılacak gibi değildi Betül için. İçinde yaşayan penguenler doğalarına dönmek için isyan ediyorlardı. Yine de gözlemleyebildiği kadarıyla çok güzel ve değişik bir yerdi burası. Kültürleri farklı olsa da gelir gelmez insanlarıyla da kaynaşmıştı. Kaynaşmıştı, yani tek başıma yapmıştı çünkü Metehan insanlara aynı sıcaklığı gösteremiyordu. Alışık değildi böyle ortamlara ve her statüden insanlarla kaynaşmaya. Onun için ilk adım Betül'dü, ondan sonra koşa koşa açılacaktı. Öyle de olmuştu aslında. Sonuçta ailelerinin, yaşam tarzlarının, maddi ve manevi çoğu şeylerinin arasında bir uçurum vardı. Buna rağmen birbirlerini bulabilmeleri, kaderin hoş bir yazısıydı... Geldiklerinden beri insanlar etraflarında fır dönüyorlardu. Bu gece kına gecesi yapılacaktı. Yarın da anlı şanlı bir düğünle Mardin'in ağasını çatlak Buse'yle evlendirmiş olacaklardı.

Sabah geldiklerinde, bu şehirde sadece bir gece kalacak olmalarına üzülmüştü Betül. Hiç gezemeyeceksek niye geldik, diye huysuzluk etmek istiyordu ama Metehan'ın üstüne gitmeye gönlü razı olmuyordu. Onu yalnız göndermemek için işlerini iki günlüğüne bir kenara bırakmış olması yeterliydi. Şimdilik bununla yetinecekti çünkü herkesin kocası onunki gibi değildi ki! Mesela Gökhan, Yeliz'i bir başına göndermişti yaban ellere... Gıcık herif karısını yalnız bırakacağına işinden iki gün izin alamamıştı işte. Betül'de kendini böyle kıyaslayarak avutuyordu.
  
Acayip büyük bir bahçesi olan konağa adım attıkları ilk an, yol boyu elini hiç bırakmayan Metehan'ı unutmuştu neredeyse. Hatta bu sıcakta elini tutması bir anda genç kadını daraltmıştı. Terleyip vıcık vıcık olan elinin hırsından Metehan'ı öylece bırakmıştı. Hızla elini elinden kurtarıp her yeri kurcalamaya başlamıştı. Ta ki yanlarına birileri gelene kadar. Sonrası buydu işte. Şimdi, bahçedeki sedire oturmuş kahvelerini içiyorlardı. Evin üst düzey yetkilileri çok meşgul olduklarından dolayı onlarla ilgilenenler halkın arasından seçilmiş kişilerdi. En azından Betül, ağalık sisteminin devam ettiği bu yerde böyle olduğunu düşünmüştü. Adının Hasan olduğunu öğrendiği on sekizini yeni doldurmuş olan genç sabahtan beri yanlarından ayrılmıyordu. Mahir'in yeğeni olduğunu söylemişti gelir gelmez. Çok tatlı bir çocuktu, Betül çok sevmişti ama Metehan onunla aynı fikirde değil gibiydi. Hasan, üniversite sınavlarına deli gibi hazırlanmış bir gençti anlattığına göre. Hatta o kadar delirmişti ki konuşurken Betül ve Metehan'ın cümlelerini düzeltiyordu saçma bir gayretle. Betül'ün hoşuna gitmişti bu durum ama Metehan sıkılmıştı, belli oluyordu. O sıkıldıkça Betül gülüyor, bilerek yanlış kelimeler söyleyerek Hasan'ın düzeltmesine vesile oluyordu. Laf arasında, "Arabayı yarın kiralarız." dediğinde, Hasan hemen atıldı. "Anlam kayması yaptın!" diye bağırdı açığını bulmanın hevesiyle. "Ben şimdi sana bi kayıcam." diye sessizce homurdanan Metehan'ın ayağına vurdu Betül çaktırmadan. Ona göre Metehan kibar bir erkekti, eh kargaya yavrusu şahin görünürmüş... Şu anda da öyle olması gerekiyordu çünkü onlar burada misafir olan taraftı.
  
Çok şükür zavallı Hasan, Metehan'ın ne dediğini anlamamıştı. "Ne dedin abi?"

"Şu haline bakılırsa sen sınavda 500 puanı çekmişsindir herhalde." diye hoşnutsuzca Hasan'a cevap veren Metehan, içinden inşallah çekememişsindir diye dualar ediyordu. Hasan'ı sevmesine gerek olduğunu düşünmüyordu. İki günlük geldiği bu şehirde yalancı dostluklar kuramaya niyeti yoktu. Ama Hasan'ın onu deli eden yanı sıra sempatik gelen bir yanı da vardı. Saf bir çocuktu bir kere, iyi niyetliydi. Onlarla oturup, misafirperverliğini göstermesi iyi bir aile terbiyesi aldığının göstergesiydi. Yaşıtları için sıkıcı olabilecek bir fiili gerçekleştiriyordu delikanlı. Metehan'ın ondan hoşlanmayışının tek sebebi kıskançlığıydı. Betül'ün, Hasan ne dese gülüyor olmasına bozuluyordu. Kendini yaşlı bunak, Hasan'ı da on sekizlik çıtır olarak görüyordu. Bunun dışında Hasan'ın susmak bilmeyen bir yapısı, kapanmak bilmeyen bir çenesi vardı tabi.

"Yok abi ya... Nerde..."

Hasan derli dertli iç çekince, "Ne o? Kazanamadın mı yoksa?" diye sordu Betül hayretle. Metehan da aynı şekilde çocuğun suratına bakıyordu. Bizde bu yollardan geçtik oğlum diye artistlik yapası gelmişti.

"Yok yenge, kazanmayı her türlü kazanırım da nerede kazanırım onu Allah bilir."

"Üzülme oğlum, sana okul mu yok." diyen Metehan gerçek bir abi edasıyla Hasan'ın omzuna vurdu. Bu içli sahneyi izleyen Betül'ün göz yaşları sel olacaktı adeta. "Ne üzüleceğim abi," diyen Hasan'ın tasalı halinden eser kalmamıştı. "Kendileri kaybeder."

Betül, Metehan'la aynı anda gözlerini devirdiğinde, bahçenin kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Betül kendini toparlanmak zorunda hissetti çünkü bayağı yayımıştı kimse yok diye. Metehan ise istifini bile bozmadı.

"A-aaa siz ne zaman geldiniz kız?" Buse'nin annesi Nazire Yenge şaşkınlıkla onlara doğru gelirken gayri ihtiyari ayağa kalktı. Betül önden yengesinin elini öperken, Hasan kapıdan girmekte olan bir kıza dalıp gitmişti. Hadi be, bu oğlan aşık mıydı? Yengesi Betül'e sarılır, Betül yengesine derken o hengamede bir baktı ki Hasan kayıplara karışmış. İşin garibi, kızda yok. Betül içinden, "Aha! Yaktım çıranızı!" derken, dışından "Bayağı erken geldik biz yenge, Buse'yi göremedik ama..." dedi ancak yengesi onu çöp poşeti gibi bir kenara itip, ayakta ne yapacağını bilemez bir halde duran Mete'ye yöneldi. Elini kaldırıp Metehan'a uzatarak, "Öp bakayım çocuğum." dediğinde Betül sırıttı. Bazı şeyler hiç değişmezdi, yengesi gibi. Bazı şeylerse değişmeye mahkumdu, Metehan misali. Sülaleleri sayesinde el öpme merasiminden payını almıştı tatlı kocası.

"Hadi içeri geçin de kahvaltı yapalım hep beraber. Yahu bu Hasan nereye kayboldu kaşla göz arasında?" Nazire yenge sağa sola bakarak Hasan'ı bulmaya çalışırken, Betül ve Mete'nin bakışları kesişti. İkiside bir kızla beraber gözden kaybolduğunu fark etmişti. Betül yengesinin koluna girdi alelacele. "Hasan'ı Masan'ı bırak şimdi...Buse nasıl kabul etti çabuk dökül..." diyerek yengesini konağa doğru sürükledi. Metehan önünden giden kadınlara bakıp başını gökyüzüne kaldırdı. Allah'tan bilmem kaçıncı kez sabır dilerken onları takip emeye başladı. Betül'ün gölgesi olarak peşinde dolanma günüydü bugün. Çünkü Betül herkesi tanıyordu neredeyse ancak Metehan ortama Fransızdı.

İçerisi de en az bahçe kadar gösterişli ve büyüktü. Tabi Metehan bu durumdan etkilenmiyordu çünkü o zaten hep böyle büyük evlerde yaşamıştı. "Saray yavrusu dedikleri bu olsa gerek." dedi Betül konağın mutfağına girdiklerinde. Onun her ayrıntıya ilgiyle bakmasına karşın, Metehan huysuz bir tavırla konağı küçümsedi. "Abartma, altı üstü bir konak."

"Tabi senin için hava hoş, sen zaten saraylarda büyüdün."

Metehan cevap vermek yerine sandalyelerden birini çekip oturdu rahat bir tavırla. "Kahvaltıdan sonra bir otelde yer ayırtırız. Gece gece uğraşmayalım bir de..."

Betül uysalca, "Olur..." diyerek kocasının karşısındaki sandalyeyi çekip otururken, hangi ara yanlarına geldiğini anlamadıkları Hasan olaya el attı. "Oteli unutun derim, burası Mahir ağanın konağı buradan çıkış yok."

"Sen karışma bücür." diye azarladı Metehan genç adamı. Hasan hiç alınmamıştı ama Betül'ün içi nedense cız etti. Annelik iç güdüleri devreye girmişti ondan habersiz ve Hasan'ı korumak istiyordu. "Metehan düzgün konuşur musun lütfen?"

Metehan ters ters Betül'e baktı. Bir saatlik bir çocuğu savunan bir karısı vardı. Zaten sinirleri tepesine toplanmıştı!

"Aman diyeyim ablacığım, benim için kavga etmeyin. En son annemle babam benim için kavga etmişlerdi, ondan sonra boşandılar." dedi Hasan, gülümseyerek. Yüzünün aksine söyledikleri Betül'ün içini yaktı. Elini yumruk yapıp masaya vururken, "Allah korusun." diye mırıldandı. Metehan'dan boşanmayı düşünmek bile korkunç bir kabus gibiydi. Ayrıca Hasan'ın anne ve babasının boşanmış olmasına da çok üzülmüştü. Üstelik Hasan benim için kavga ettiler diyordu. Üzerine yüklenen bu suçluluk duygusunu gülümseyerek örtbas etmeye çalışması, genç kadını derinden hüzünlendirmişti. Metehan ise, duydukları karşısındaki şaşkınlığını korurken, Betül'ün masaya vurmasıyla afallamıştı. "Şöyle ani hareketler yapma kızım."

"Yapmasaydım boşanabilirdik!" diyerek kendini savundu Betül ciddiyetle. Metehan artık karısının bu tip adetlerine karşı bağışıklık kazanmaya başladığından dolayı tepki bile vermedi. Cidden çatlak bir karısı vardı. Çocuk boşanmaktan bahsetti diye boşanacak halleri yoktu ya!

Betül oturduğu yerde esneye esneye Hasan'a imalı bakışlar attı. "Şu kız da pek güzelmiş... Onu da bizim oralara mı gelin etsek acaba?"

"Hangi kızı? Pelin'i mi? Şaka mı yapıyorsun ablacığım sen? Küçük o daha..."

Betül, Hasan'ın bir anda telaşa kapılmasını büyük bir keyifle izlerken sırıttı. "Ah, bir zamanlar sende böyleydin bebeğim." diye mırıldandı gizlice Metehan'a. Metehan alayla güldü. "Salaklık işte."

Betül, hayretle kaşlarını kaldırarak kocasına baktı. "Şimdi salaklık oldu yani? Eskiden adı kıskançlıktı yanlış hatırlamıyorsam." Dudaklarını birbirine bastırarak sert bakışlar atmayı denedi. Ve bunda pek de zorlanmadı çünkü hormonları tavan yapmış durumdaydı. Metehan onun hoşuna giden bir şey için 'Salaklık' diyordu.

Hasan ikili arasındaki çekişmeyi merakla izlerken, Metehan ukalaca gülümsedi. "Zaten benim olan bir şey için boş yere kendimi sıkıyordum." derken kendine güveni tamdı. Sırtını sandalyesine iyice yaslamış rahat rahat oturuyordu ancak Betül onun aksine diken üstündeymiş gibi sandalyenin ucunda oturuyor, her an Metehan'a tırnaklarını geçirecekmiş gibi duruyordu. "Ha, seninle evlenince tapumu almış oldun, öyle mi? Artık beni kimseden kıskanmana gerek kalmadı."

Metehan sol gözünü kırparak, 'cık'ladığında Betül yerinde tepinmek istedi. Ne kadar da rahattı bu adam!

"Bunu öğrendiğim iyi oldu." dedi sakin olmaya çalışarak. Şu an kendini tam olarak modası geçmiş ceketler gibi hissediyordu. Ama Betül bu lafları Metehan Bey'e bir güzel yedirirdi! Yoksa içi rahat etmezdi kesinlikle.


Günün devamında herkes bir telaşe içerisindeydi. Betül kahvaltıdan sonra Metehan'ı bir daha görememişti, zaten kızlarla takılırken aklına kocasını getirmeye pek de fırsatı olmamıştı. Buse'yi bindallısının içinde gördüğünde göz yaşlarını tutamayacaktı az kalsın. Sulu göz olmaya başladığı için kendine kızıyordu ama önüne de geçemiyordu ne yazık ki. Buse'nin böyle bir aileye gelin gidecek olmasına seviniyordu yine de. Hepsi iyi insanlardı. Mahir'in annesi ve babası, Metehan'ınkilerden çok farklıydı. Bir kere çok sıcak kanlılardı. Betül'ün 'Bizden' diyebileceği türden insanlardı. Diğer akrabalar ise sanki yıllardır tanışıyorlarmış gibi samimilerdi ona karşı. Betül, burada, bu insanların içinde gerçekten mutlu olduğunu hissetti.

Metehan içinse durum biraz farklıydı. O da herkesi çok sevmişti ama hamama götürüldükten sonra 'Allah'ım ben nereye düştüm?' diye sormuştu kendi kendine. Hele bir tellak vardı, adam kese attıkça Metehan inleyip durdu. Hayatında hiç temizlenme adı altında dayak yememişti. Müzikler eşliğinde yıkanan adamların arasında, karısını düşünmüştü. Şimdi o burada olsaydı ve onu keseleyen, yıkayan o olsaydı ne güzel olurdu. Bu kıllı adamların arasında kalınca karısının değerini iyice anlamıştı. Ta ki dansözler gelene kadar!

"Erkek hamamında dansözün ne işi var?" diye sordu yanında tasla üzerine su döken adama. Adının Ali olduğunu öğrendiği adam, Mahir'in kuzeniydi ve doktordu. Yani diğerlerinden biraz daha farklıydı özetle. Ali cevap vermeden, "Sen hiç hamamda ıslanmadın mı gardaş?" diye atıldı adamın biri. İçlerinde en deneyimli olan oydu Mete'nin fikrine göre. Çünkü saçları dökülmeye başlamış, kalanların arasınada aklar serpilmişti.

"Islanmadım, gardaş." dedi adamı taklit ederek. Hamama hiçbir zaman ihtiyaç duymamıştı ki! Ali kahkaha atarak elindeki tasla Metehan'ın üzerine su attı. "Dansözler bizi eğlendirmeye geldi."

"Ben evliyim abi gelemem öyle şeylere..."

"Niye oğlum sen erkek değil misin yoksa?" Metehan kaşlarını çattı, erkekliğine laf söyletmezdi. Fakat Betül faktörünü gözden çıkarmamak gerektiğinin bilincindeydi. "Sapına kadar. Ama Betül duyarsa valla biterim ben."

"Duymaz. Sen rahat ol."

Nasıl rahat olabilirdi ki? Karısının, herhangi bir yerine böcek yerleştirmediğinden bile emin olamıyordu. Oysa ki yarı çıplaktı şuan. Beline sarılı bir peştemali vardı sadece. Hamamdaki bütün erkeklerden farklı olduğunu belli ediyordu vücut yapısıyla. Bir dansözünde aklını çelmişti bu görüntüsü...Kalçasını sallaya sallaya yanına gelen sarışın kadına bakmamaya çalışarak gözlerini kaçırdı. Ancak kadın açıkça onu süzüyordu. Kaslı göğsünden süzülen damlalara bakarken kendinden geçiyordu adeta. Hele saçları, onlara bayılmıştı. Hafif uzun saçları uzaktan bile yumuşacık görünen adama iyice sırnaştığında, iş işten geçmişti. Fotoğrafları kare kare çekilirken, Metehan olan bitenden habersizdi. Kadına bakmama gayreti bir yere kadar işledi, bir yerden sonra işin ritmine kapılmak zorunda kaldı diğer erkekler gibi. En azından onlar kadar abartıp kendisi de oynamamıştı kadınlarla. Betül'ün haberinin olmayacağının güvencesiyle kendini kasmamıştı ancak hiçbir şey düşündüğü gibi değildi...


**


Akşama kadar tüm hazırlıklara yardım eden Betül oldukça yorgundu. Kendini bir koltuğa bırakıp sonsuza dek yatası gelmiş olsa da tabi ki bunu yapmamıştı. Kına içi gerekli olan mekan, müzik, ikram ve bilumum hazırlıkları Mahir Ağa halletmişti. Bayanlara ise ince hazırlıkları yapmak düşmüştü. Tüm gün Buse'nin yanında olmuştu. Mutlu mu yoksa üzgün mü olduğunu bir türlü anlayamadığı kuzeninini hiç yalnız bırakmak istemiyordu. Buse'nin ağzından bir iki laf alabilmişti ancak yeterli değildi. 'Mahir iyi biri.' cümlesinden başkası çıkmıyordu kızın dudaklarından. En son görüşmelerinden bu yana içine kapanmış gibiydi. Betül hislerinde yanılacağını hiç mi hiç sanmıyordu. Kendi kınasını hatırlamaya çalışarak, Buse'ye bir kaç taktik verdi ayak üstü. Buse bıkkınca onu dinlerken o sabırla anlattı olacakları. Aslında çok eğlenceliydi kına geceleri... Evlenmeden önce böyle düşünmüyordu ama işin zevki de ondan sonra çıkmıştı işte.

"Ağlayacaksın, tamam mı?" diye tembihledi Buse'yi.

"Ya neden ağlayacak mışım? Cenazemiz mi var?"

Betül oflayarak gözlerini devirdi. "Çok komik. Cengiz Kurtoğlu ne der bilirsin. Gelin olmuş gidiyorsun, bize veda ediyorsun. Sakın ağlama diyorsun, ağlamamak elde değil. Kaptın?"

Buse "Kaptım, kaptım. Lanet olsun, tamam ağlayacağım." diyerek davetlilerin yanına giderken, Betül nerede yanlış yaptığını düşündü. Aynı yaşta olmalarına rağmen ona ablalık yapmıştı ve aldığı karşılık bir çift lanet cümlesiydi! 'Hıh'layarak annesi ve ablasının oturduğu masaya gidip oturdu. Daha hazırlanamamıştı bile! Nankör Buse Hanım yüzünden vakit bulamamıştı.

"Ne oldu kız? Ne bu şiddet bu celal?" diye soran annesine yandan bir bakış attı. Anında annesine dönüp Buse'yi şkayet etti beklenmedik bir şekilde. "İyilik de yaramıyor bu kıza! Ağlamayacağım diye tutturdu, zor ikna ettim. Sanki benim kınam, sen ağlamayacaksın da ben mi ağlayacağım? Değil mi ama?"

Yeliz ve Nurgül Hanım kocaman gözlerle Betül' bakakalırken, şaşkınlığından ilk kurtulan Yeliz oldu. "Kızım siz hep didişirsiniz, niye atar yapıyorsun ki?" Betül'ün daha anlayışlı olmasını beklerdi Yeliz. Çünkü Betül, genelde Buse'nin kırıcı laflarını bile sineye çeken biriydi, ciddiye almazdı. Bu yüzden Buse'nin en iyi geçindiği kuzeniydi Betül.

Betül alakasızca etrafına bakındı. "Mete nerede?" diye sordu çocukça. Sanki demin ateşlenen o değilmiş gibi...

"Erkekler yan tarafta canım kardeşim. Çok özlediysen..."

"Tamam tamam, kısa kes abla." diyerek, Yeliz'i susturdu Betül. Gözleri kararır gibi olmuştu birdenbire. Ve ne hikmetse Yeliz konuştukça midesi bulanıyordu sanki. Her şeye rağmen Metehan'ı merak ediyordu.Tüm gün aklının en ücra köşelerine itmeye çalışsada kocasını çok özlemişti. Kokusunu duyumsamak, ona dokunmak, yakışıklı yüzünü görmek için inanılmaz bir istek duyuyordu. Yerinden kalkarken başı döner gibi olunca sandalyesine tutundu hemen.

"İyi misin Betül?" diyerek ayaklanan annesini durdurdu eliyle. "İyiyim ya, birden kalkınca başım döndü." Nurgül Hanım'ı geçiştirse bile bu baş dönmesinin ilk olmayışı genç kadını tedirgin ediyordu. Önemsememeye çalışarak çıkışa gitti. Cebinden telefonunu çıkarıp, Metehan'a mesaj attı aceleyle. İki dakika sonra Metehan erkeklerin bölümünden çıkmış, gözleriyle onu arıyordu. Betül kendini belli etmeye çalışarak kocasına el sallarken, Metehan karısını gördüğü gibi ona doğru yürümeye başladı. Ancak Betül eliyle lavaboların olduğu tarafı işaret edip, o yöne gidince, peşine takılırken buldu kendini.

Kadınlar tuvaletine giren karısının ardından içeri girerken temkinle arkasına baktı. Mardin gibi bir yerde, kadınlar tuvaletine girdiğini gören olursa sapık ilan edilmesi kaçınılmaz olurdu. Kapıyı ardından kapatıp lavabolara yaslanmış, kendisine gülümseyen karısına yaklaştı yavaşça. Çatık kaşlarıyla Betül'ün tam karşısında dimdik durdu. Betül, Metehan'ı baştan aşağı süzme fırsatını elbette değerlendirecekti. Kocası, siyah takım elbisesinin içine beyaz bir gömlek giymiş, siyah bir kravatla tamamlamıştı yakışıklılığını. Pahalılık kokan ayakkabıları ise ışıldıyordu adeta. Adamın göğsüne yanaşıp, burnunu sürterek kokusunu içine çekerken gözlerini kapattı. Bu adama ait olan her şeye aşıktı. Metehan üzerindeki gömleğe rağmen göğsünde hissettiği sıcak nefesle heyecanladığını hissetti ancak hiçbir şey yapmadan karısının bir şey demesini bekledi. Lakin, beklediği olmadı. Betül, bir şey demek yerine, boyu kendisinden oldukça uzun olan kocasına erişmek için kravatını tutarak aşağı çekti. Metehan'ın başı mecburen onunkiyle aynı hizaya geldiğinde, hiç beklenmedik bir şekilde kocasının dudaklarına yapıştı büyük bir arzuyla. Metehan şaşkınlık dolu bir hazla inlerken, elleri Betül'ün belini buldu ve kendine çekti iyice. Öpücüğü derinleştiren taraf olarak karısının dudaklarını açlıkla emerken, dilini kuytularına daldırdı. Onun zevkle inlediğini duyunca arzusu iki katına çıktı. Ellerini, Betül'ün ince gömleğinin altına sokarak, çıplak tenini okşadı. Sadece birkaç saatte onu böylesine özlemiş olması, onsuz bir hayatta yaşayamayacağının deliliydi.

Betül teninde hissettiği sıcak ellerle kendinden geçse de burada herhangi bir şey yapamayacaklarını düşünerek, Metehan'dan ayrılıp geri çekildi. Kapanana gözleri yavaşça açılırken, kocasının alev alev yanan ela gözleriyle karşı karşıya gelince yutkundu. Eve gitmek için nelerini vermezdi şimdi...

"Bu neydi şimdi?" diye soran Metehan, hala nefes nefeseydi. Şuanda Betül'e sahip olmayı her şeyden çok istiyordu.

Betül, yaramazca gülerek parmak uçlarında yükseldi ve Metehan'ın dudaklarına sesli bir öpücük daha kondurdu. "Buydu." dedi flörtöz bir edayla.

"Yapma. Yoksa fena olacak." diye fısıldadı Metehan dişlerinin arasından.

Betül iç çekti. "Keşke olsa..."

Bu Metehan için açık bir davetti. Genç adam, bu daveti küçük bebeklerini bahane ederek çoğu kez geri çevirmişti ancak bugün, şimdi, şuanda buna gücünün yetebileceğinden emin değildi. "Sabrımın sınırlarında geziyorsun Betül, fena değil çok fena olur. Evden çıkamayacak hale gelirsin."

Betül yalandan, "Çok ayıp." dedi kınarcasına. Asıl ayıp onun yaptığıydı ama Metehan'la eğlenmek hoşuna gidiyordu. Metehan çapkınca sırıtarak birkaç adım geriledi ve Betül'den iyice uzaklaştı. Betül'ün meraklı bakışları altında ceketini düzeltip, demin yaşadıkları anın izlerini yok etmeye çalıştı. "Senin gibi cici kızlar, ayıplara bulaşmazlar. Uslu bir çocuk olursan dokuz ay sonra Küçük Metehan'ı görebilirsin."

Betül öfkeyle dişlerini kırılacak kadar sıkarken hırsla ayağını yere vurdu. Zeminde çıkardığı sert ses umurunda bile değildi. Metehan ona sapık muamelesi yapıyordu resmen. Oysa Betül sadece onunla olmak istemişti. "Dokuz ay sonra hevesim kaçabilir." dedi alayla. Her zaman çantada keklik olan taraf neden kendisi oluyordu k??

"Ben seni heveslendirmeyi de bilirim karıcığım." diyerek göz kırptı Metehan. Betül "Aaaahhhhh!" diye hırsla bağırırken, Metehan çoktan çıkıp gitmişti.


**
 
Her toplulukta bir tane 'Oturmaya mı geldik?' modunda bir çatlak olurdu. Bu kına gecesinde de olmaması beklenemezdi tabi. Betül, elini yanağına yaslayıp, dalgınca mezdekeyle kıvırtanları izlerken, aklı bambaşka bir alemdeydi. Bu sıralar dengesiz ruh haliyle herkesi canından bezdirdiğini düşünüp, kendini toparlamaya çalışıyordu. Ne yaparsa yapsın, bu O'ydu! Son zamanlarda hormonlarının biraz sapıtmış olduğu doğruydu. Ağlak kızlara dönmüştü ve sürekli Metehan'a muhtaç hissediyordu. Herkesin eğlendiği kına gecesinde eğlenemiyor oluşu çok saçmaydı. Farkındaydı ancak daha fazla farkına varmasını sağlayan, "Fazla derinlere dalma, boğulursun." diyen bir kadındı. Buse'nin görümcesi olacak olan bu kadınla yeni tanışmışlardı. Kadının yüzüne boş boş bakarken istifini bozmadı. "Herkes ne kadar mutlu...Değil mi Dicle?" Ben ise bir yalan söyledim ve bunun vicdan azabını bile doyasıya yaşayamadan psikolojim bozuldu, diye tamamladı içinden. "Sen de mutlusun, hadi kalk. Sen hariç bütün genç kızlar ayakta, sen ise ihtiyarlar heyetiyle oturuyorsun. Hayatın tadını çıkarmayı bilmek lazım biraz da." Dicle'nin, altın bileziklerle dolu olan kolları her kıpırdanışında tıngırdarken Betül, kadına hak verdi. Hayatı gelişine yaşamakta yarar vardı. Karşısındaki kadın aynen bunu yapıyordu görünene göre. Parmağında yüzükler, kolunda bileziklerle 'Eminem' türküsünü andırıyordu. Kırmızı elbisesiyle ve ağır makyajıyla orta yaşlarda olmasına rağmen çok şen şakraktı. "Haklısın valla bir daha mı geleceğiz dünyaya?" dedi gaza gelip ve ayağa kalktığı gibi ayakta dans eden topluluğun arasına karıştı Dicle ile birlikte. İlk önce mezdekede bol bol kıvırttılar. Betül pek anlamadığı için utana sıkıla kalçasını oynatıyordu. Kendi kınasında bile mezdekeyle dans etmemişti. 'Amaaan, kimden utanacağım.' dedi kendi kendine. Erkek sinek bile yoktu, rahat olmaya karar verdi. "Murraaaaaaaaaaaa" diye kıvıra kıvıra yanaşan Dicle'yi görünce kahkaha attı. Kadın, ellerini yılan misali oynatıp dansın hakkını verirken, Betül de ona ayak uydurmaya çalıştı. "Sende ne numaralar varmış yahu..." diyerek Betül'ü öven Dicle, genç kadını moda sokabildiği için mutluydu. Kimsenin mutsuz olmasına tahammül edemeyen bir yapısı vardı.

Mezdekeden sonra birkaç halay türküsü çalındı salonda. Betül kendi yörelerinin türkülerinde oynayabildi sadece. Herkes eğlencenin dozunu arttırmıştı. Gece hızla ilerlerken, damadın önde, davulcu ve zurnacının arkada olmak üzere bayanların tarafına gelmesiyle ortalık acayip şenlenmişti. Yan taraftaki ahali topluca bu tarafa akarken, Betül duygulanmıştı. Çalan, bir davuldu ancak Buse'nin kınasında çalınan bir davuldu işte. Kardeşi gibi gördüğü kuzeni nihayet evleniyordu...

Buse ve Mahir ortadaki boş alana geçip karşılıklı dans ettiler önce. Gözleri onların uyumuna daldığı sırada, yanında hissettiği hareketlilikle başını kaldırdı. Kocası, tam yanında duruyor, aynı manzaraya bakıyordu. "Çok duygusal." dedi genç adam alayla. Hiç de duygulanmışa benzemiyor, açık açık dalga geçiyordu.

Betül cevap vermek yerine karşılıklı dans eden ikiliyi izlemeye devam edince, Metehan kolunu karısının beline dolayıp, kulağına eğildi. "Küs müyüz?"

Betül omuz silkti ve yine cevap vermedi. Biraz naz yapmanın zararı olmazdı, değil mi?

Onun bu ilgisiz tavrı, Metehan'ı son derece bozmuştu. Kaşları çatılan adam, kravatını düzeltir gibi yaptı. "Bende gece için bazı planlar yapmıştım."

"Umurumda değil." Betül'ün net cevabı karşısında şaşırdı Metehan. Fakat şaşkınlığı, kısa zamanda kızgınlığa dönüştü. "Tabi ki umurunda. Çocuklaşmayı bırak ve kocana sarıl."

Betül kollarını göğsünde birleştirerek Metehan'a döndü. Ancak Metehan'ın beklediğinin aksine, hiçbir şey demeden başka yöne gitti. Metehan hızla kolundan tutup durdurdu onu. "Nereye gidiyorsun prenses? Daha yeni başlamıştık." dedi yumuşak sesiyle. Betül içinde eriyen buz dağlarının oluşturduğu sellerin etkisiyle durdu ve kocasının ela gözlerinin içine baktı derin derin. Sonra dayanamadı aşkla bezenmiş yüreği, Metehan'a sarıldı sıkıca. Tam da dediği gibi, istediği gibi...

Metehan saçlarını okşayıp ona karşılık verirken, kollarını adamın beline iyice sardı. Başını göğsüne gömdü. "Olmak istediğim yer tam da burası." dedi boğuk çıkan sesiyle.

"Olmanı istediğim tek yer..." diye mırıldandı Metehan. Kavga etmeleri, sevgilerinin önüne geçemeyen önemsiz bir bariyerdi. Betül'ü kendinden azıcık uzaklaştırarak yüzüne baktı sevgiyle. "Bebeğimiz nasıl annesi?"

Betül'ün cevabı, doğaçlama bir şekilde döküldü dudaklarından. "İyidir herhalde babası." Metehan'ın çocuğunun annesi olma fikri öylesine iyi hissettiriyorduki...

"Acıkmış mı bakalım babasının Pamuk Prensesi?"

"Ya da annesinin Aslan Parçası?" diyerek bir düzeltmede bulundu Betül. Metehan'ın kız çocuğu istediğini tahmin etmemişti ancak kendisi hep bir oğlu olsun isterdi.

Metehan'ın ela gözleri keyifle kısıldı. Kirli sakalıyla ve yana taranmış saçlarıyla, Betül için bir Dünya Harikasıydı! "Erkek olursa yaşadın. Bana benzeyeceği için harika bir çocuk olur, ayrıca zeki ve yakışıklı olacağından dolayı çok can yakar. Aşık eder herkesi kendine, aşık! Ha kız olursa karakollardan toplarız, o ayrı."

"Allah Allah! Nedenmiş o?"

"Sana benzerse, kız erkek dinlemeden döver ya da bir şekilde başını belaya sokar eminim. Çirkinliği de cabası." diyerek sırıttı Metehan. Betül'ün değişen yüzünü izlerken pişman oldu aynı anda.

"Ben çirkin miyim?" diye sordu Betül, koca cümlenin içinden sadece o kısmı cımbızla çekmesi, alındığını belli ediyordu.

"Eh, biraz." diyen Metehan ciddi görünse de şaka yapmıştı. Betül, Metehan'ın kollarının arasından ayrılıp, omuzlarını düşürerek, çıkışa doğru giderken, Metehan karısının arkasından şok olmuş bir ifadeyle bakıyordu. Betül'ün şakasını ciddiye almış olması çok tuhaftı. Normalde aynı şekilde karşılık verip, şakasına şakayla dönmesi gerekirdi. Oysa şimdi o güzel yüzü sislenmiş, gözlerindeki yağmayı bekleyen yağmurları da alıp gitmişti. Üstelik kırılganlığı, Metehan'ın yüreğine dokunmuştu. Betül'ü kırmak, bu hayatta isteyeceği en son şey bile değildi.

Dalga dalga saçları uçuşarak gözden kaybolurken, karısının peşinden gitmeyi akıl edebilmişti. Davul, zurnanın kulak ağrıtan sesini dahi duyamayacak durumdaydı şuan.

"Betül! Betül bekle! Öyle demek istedim..."

Hala yürümekte olan Betül'ün kolunu tutup kendine çevirirken, kendine kızıyordu. Fakat, gözleri yaşı karısının yüzüyle karşılaşınca daha çok kızdı, daha çok küfür etti kendine. Betül'ün gözlerinden akmakta olan yaşlar, yanaklarını ıslatıp yere düşüyordu. Metehan, o yaşların yüreğinide sırılsıklam edişini fark etti istemeyerek. "Ağlama." dedi Betül'ün yüzünü avuçlarının arasına alırken. Gözyaşlarını baş parmaklarıyla temizledi, yüzünü okşayarak. Betül ise sadece onun gözlerine baktı. Baktı...baktı...

Metehan o gözlerin kendine öyle bakmasını yadırgadı. O gözler aşkla, mutlulukla, huzurla bakmalıydı. "Ne olur ağlama. Bak, ağlamaya devam edersen yemin ediyorum bende ağlarım."

Betül ağlamaya devam etti ister istemez. Öyle ha deyince durduramazdı ki kendini! Metehan'ın ağlayacağını hiç sanmadığı için kesmeyi denemiyordu da.

O ağladıkça, Metehan ne yapacağını şaşırdı. Betül'ün ağlama sebebi, ona çirkin demesiydi. Halbuki düşündüğü şey kesinlikle bu değildi! "Ben sana şaka yaptım güzelim. Sen hayatımdaki en güzel şeysin. O kadar güzelsin ki ben çirkin kalıyorum yanında. Güzel kelimesi senden sonra sözlüklere girdi benim için."

Betül gözlerini kırpıştırdı ve kaşlarını çattı masumca. "Ben onun için ağlamıyorum ki."

"Ya ne için ağlıyorsun?"

"Buse evleniyor." diyerek kocasının kollarına atılan Betül, "Ühüüüü..." sesleriyle göz yaşlarını kaldığı yerden akıtmaya devam ederken, Metehan tavana bakarak bir şeyler mırıldandı. Allah yardımcısı olurdu inşallah, yoksa ya cinnet geçirip delirecekti ya da delirecekti. İlla kafayı yiyecekti yani.

Ben Ona Resmen AşığımTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang