Bölüm 6

638 28 1
                                    

Otobüsün ön camından fırlayıp, bir çayırlığa savrulan bedenini kıpırdatmaya çabalarken bütün vücudunu sızlatan kırık kemikleri, aklını başına getirdi; artık hatırlıyordu. Kendi kendine kıkırdadı, canın yanmasını umursamayarak, mırıldandı, ''Hak etmişti.'' Bunlar, onun son sözleriydi.

***

Dün sabah saat 6'yı sinir bozucu bir gürültüyle vurduğunda; bir kadın, herkesin yaptığını yapıp, bir robotunkini andıran mekanik hareketlerle yatağında doğruldu. Her sabah kendisine sorduğu "neden? " sorusunu bu defa sormayı unutmuştu. Sanırım buna kabullenmek deniliyordu.

Sabah soğuktan korunabilmeyi umarak, yine siyah bir ceket geçirdi. Havanın bile henüz aydınlamaya fırsat bulamadığı erken bir saate; o, yüzüne bir fırça dolusu aydınlatıcıyı boca etmişti bile. Hava karanlık bile olsa bir kadın her koşulda ışıldamalıydı değil mi? Modern hayat dedikleri şey, insanların ciğerlerine, oksijen miktarı yüksek temiz bir hava doldurmasına izin vermediğinden ve güneşi insanlara yasak ettiğinden; insanlar, tenlerinin kaçan rengini allıklarla yerine getirilmeli, ışığını kaybeden cildi, aydınlatıcılara parlatılmalıydı. Sabahın bu kör saatinde uyanmanın gözlerinde sebep olduğu batma hissine rağmen; eline aldığı rimeli, hareketsiz kalmakta zorluk çeken kirpiklerinin üzerine sürdü, rujunu daha sonra sürmek üzere çantasına atarken bu sabah sorgulamayı unuttuğu şeyleri hatırladı; insan, güneşin bile henüz doğmadığı bir saatte, neden yatağından kaldırıldı? Neden erkekler değilde; kadınlar yapmalıydı şu makyajı, hem karşısında durup "sen biraz sonra görürsün " diye ona tehditler savuran o ince topuklu, sivri burun ayakkabıları, ayaklarına geçirip yürümeyi kim icat etmişti Allah aşkına? Sonra bir kitapta okuduğu o bilgiyi hatırladı; topuklu ayakkabılar ilk icat edildiğinde erkekler tarafından kullanılırlardı tıpkı pudralar ve yanakları al al yapan allıklar gibi.

''Sonuçlarına kadınların katlanmak zorunda oldukları bir erkek icadı daha...'' diye geçirdi içinden; zaten kendilerine zor gelen her şeyi kadınların üstüne atmakta üzerlerine yoktu. İşlerine geldiğinde kadın güçlüydü nasıl olsa; ip gibi ince topuklularıyla oradan oraya koşturmasını becermeliydi. Topuklu giyemeyen, hafif bir makyaj yapmayı beceremeyen, otuzuna kadar evlenmeyen, yemek yapmanın yorucu bir iş olduğunu düşünen kadın mı olurdu allasen? İyi ki hayatıma böyle bir insanı musallat etmedim diye sevindi içinden.

Yalnızlığında zorlukları vardı elbet, inkar edecek değildi; ancak şuursuz bir insanla aynı evi paylaşmak kadar da zor değildi doğrusu. Komidinin üzerinde titreyen telefonu, düşüncelerini böldü. İş hayatında var olmaya çalışan bir kadın olarak, maaşının önemli bir kısmını yatırmak zorunda olduğu kozmetik mağazalarının birinden gelen mesaj, sinirlerini bir kez daha hoplatmıştı.

''Keşke şu dünyadan kurtulmanın bir yolu olsa.'' diye geçirdi içinden, henüz bu dileğinin ne kadar kısa bir süre de gerçekleşeceğinden haberi yoktu. Yolda giderken hala söylenmeye devam ediyordu. Şehir ne kadar kalabalıktı, otobüsün içi insan kaynıyordu, yanında duran adamın kendisiyle temas etmesine engel olmak üzere yerinde kıpırdandı ancak bu girişim pekte işe yaramadı, adam, kendisinde uzaklaşmaya çalışan kadının adımlarını takip ederek arada beliren kısacık mesafeyi de yeniden kapattı.

Sesini hafifçe yükselterek, ''Beyefendi...'' Diye uyardı.

Adam, ''Ne yapayım hanfendi, kalabalık.'' Dedi.

Şöför de adamı desteklercesine "Aradaki boşlukları dolduralım lütfen." diye bir uyarıda bulununca; A
adam, yukarı kaldırdığı omuzları ve hafifçe yana eğdiği başıyla, sözcüklere bile ihtiyaç duymadan '' Yapacak bir şey yok.'' demeyi başardı.

KADER'İMİN BİR OYUNU  (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin