Bölüm 24 - Fırtınanın Kanatları

32.8K 2.2K 4.4K
                                    

Not: Okurken DMS evreninde, bazı özel durumlar dışında, mevsimin hep kış olacağını unutmayın.

7 Haziran 2019

Arzu en başından beri ona yalan söylediğimi ve sevdiği adama aşık olduğumu bilmeden öldüğü gün onun sonsuza dek bir parçam olacağını anlamıştım. İçimi saran suçluluk hissinden kurtulmanın bir yolu yoktu artık. Ömrümün sonuna dek geçmişin hayaletiyle yaşayacağımı kabullenmek zorundaydım. En kötüsü ise, artık ölü olduğu için Arzu'dan bir şey saklamam mümkün değildi, çünkü ölüler görürdü her şeyi.

Mesela yüreğimi dağlayan nefretin perde arkasını görüyordu artık. Kollarımın arasında ve sevdiğim adamı severek öldüğünde benden sadece en yakın arkadaşımı almadığını biliyordu. Aras'ı unutabilme ihtimalimi almıştı benden. Asla onunla bir gelecek hayalim olmamıştı ancak Arzu'nun ölümüyle birlikte onsuz bir gelecek ihtimalim de kalmamıştı.

Ölene dek aşık olduğum adamdan nefret etmek zorunda kalacağımı, paramparça olana kadar bu iki zıt duyguyu içimde taşımakla lanetlendiğimi sanmıştım. Bazı şeylerin suçluluktan da, nefretten de, sadakatten de güçlü olabileceğini kavrayamamıştım henüz. Aras bana kollarını açtığında, günahıyla sevabıyla ona koşacak kadar aşktan kör olduğumun bilincinde değildim.

Kafeye girdiğimde bir an durup etrafı süzüyorum. Görünürlerde tek bir Araf koruması bile yok ancak bu hiçbir şeyi değiştirmez. Onlarla istedikleri zaman görünmez olabileceklerini bilecek kadar çok vakit geçirdim. O yüzden en köşedeki masaya doğru ilerliyorum. Tam ben yerime otururken bu kez kafeden içeri Ada giriyor. Müthiş zamanlama.

Onun neşeyle masaya yaklaşmasını izlerken ayağa kalkıyorum. Tokalaşırken kulağıma fısıldayarak durumu özet geçiyor.

"Sıçtık."

Hiç bozuntuya vermeden gülümseyerek yerime oturuyorum. "Ne istediler?"

Garsonun yanımıza yaklaştığını görünce bana alakasız bir cevap veriyor. Kahvelerimizi sipariş edip adamı başımızdan savıyoruz. Sonra Ada başını telefonuna eğip önemsiz bir şey söylermiş gibi soruma cevap veriyor.

"Elli bin dolar."

"Yok artık!" diye bağırıyorum kendimi tutamayıp. Etraftaki insanların bize baktığını görünce bozuntuya vermeden ekliyorum. "Neden ayrılmışlar ki?"

Ada hacker tanıdıklarının bize karşılıksız yardım etmeyeceğini söylemişti ancak ben en fazla böbreklerimizi isterler diye düşünmüştüm. Böyle bir şey talep edebilecekleri aklımın ucundan bile geçmemişti. Sonuçta, karşımızdaki adamlar istedikleri an milletin banka hesaplarına sızabilen tiplerdi. Neden bizim paramıza ihtiyaç duysunlardı ki?

Bunu Ada'ya sorduğumda son derece mantıklı bir açıklama yapıyor bana.

"Çünkü temiz paraya ihtiyaçları var." diyor ellerini iki yana açarak. "Başkalarının banka hesabından elde edecekleri parayı sadece illegal işlerde kullanabilirler. Fakat bu insanlar sadece yeraltı dünyasında yaşamıyorlar. Hepsinin birer mesleği, ailesi, dostları, kısacası gerçek bir hayatı var. Ve gerçek hayatlarında da gerçek paraya ihtiyaçları var. Harcadıkları zaman devletin sebepsiz zenginleşme gerekçesiyle tepelerine çökmeyeceği kadar gerçek para."

Sebepsiz zenginleşme. Bir hukuk öğrencisi olarak bu terimi çok iyi biliyorum. Sıradan bir vatandaşken birdenbire yüklü miktarda harcama yapmaya başlarsan çok geçmeden maliye görevlileri kapına gelip parayı nereden bulduğunu sorar. Yasal bir kaynak gösteremezsen de parana el koyarlar. Eh, bir de paranın kaynağını açıklayana dek adliye koridorlarında epey vakit geçirmen gerekir. Kulağa çok hoş geliyor, değil mi?

Düşmüş Melekler SenfonisiWhere stories live. Discover now