bölüm 16

437 24 0
                                    

•••

Ertesi sabah hem rahatlamış, hem de içten içe tuhaf hissederek uyandım. Saatler önce olan her şeyi hatırlıyordum ve her ne kadar zor olmuş olsa da, yanımda Michael'ın bana sıkıca sarılmasıyla rahat bir pozisyona girip uykuya dalabildim. Dün geceki konuşmamızı unutamıyorum, şeyden sonra... Öpücük. O sırada ilk andaki yaklaşımıma pişman oldum; ama sonra fark ettim ki pek de nefret etmiş gibi görünmüyordu, daha fazlası için geldiğini göz önünde bulundurursak.

Vay be, o kadar şey nasıl oldu?

Ona bakarken ne kadar çok yol katettiğimizi düşündüm. Hislerimi yeni itiraf etmeye başlıyor ve onları davranışımda gösteriyordum. Ve onun da benimle aynı hisleri paylaşıyor olduğunu görmek yeterince rahatlatıcıyken beni oldukça da mutlu ediyordu.

Her zaman olduğu gibi hala uyuyordu. Onu uyandırmak istemedim; her ne kadar istesem de onu rahat, derin uykusundan dokunup uyandıramazdım. Başparmağımı çenesinde gezdirmeyi, hafifçe yanağını öpmeyi ve kirpiklerini tenimde hissetmeyi istedim.

Fakat onun yerine, tuhaf bir şekilde uzak ama aynı zamanda da tatmin edici bir yakınlıkta olan, bu nefes kesici manzaraya bakmayı tercih ettim.

Onun sadece varlığı bile beni evimde hissettirmeye yetiyordu. Bunu daha çok fark ettikçe, bir zamanlar ondan her şekilde kopmayı isteme düşüncem daha da aptalca geliyordu. Bir anda kendimi onun dudaklarının benimkilerinin üstünde olmasına, daha güçlü hissetmek için yanında olma ihtiyacına kaptırmam çok tuhaftı.

Şimdi ikimiz olduğumuza göre, Emma bana tamamiyle sırtını dönse de (Tanrı biliyor ki bu er ya da geç olacak) yine de ona sahip olacaktım. Kendimi memnun, tamam ve en önemlisi de güvende hissedecektim.

Birkaç dakika sonra gözlerini yavaşça açarak uyandı. Miskin bir şekilde esnedi ve bana dönüp gözlerini ovuşturdu. Gülümsedi.

"Hala buradasın." diye mırıldandı.

"Evet, hala buradayım." Hafifçe onu öptüm. Geri çekildim ve o bana kollarını sararken ben de başımı çıplak göğsüne koydum. İç çekti.

Kötü bir iç çekiş değildi, kulağa daha çok rahatlama gibi geliyordu.

"Teşekkürler."

"Ah, Michael Clifford, sana ne zaman kibarlık yapsam bana teşekkür etmek gibi tuhaf bir huyun var."

"Ah, Lee Mann, ne zaman yanlış bir şey yapsam, kendini benden uzaklaştırmak gibi tuhaf bir huyun var."

"Üzgünüm, biliyorum."

Bundan sonra sessiz kaldık ve anın tadını çıkardık. Burada kalmak istedim. İşlerin zor, sıkıntılı olacağını biliyordum; tartışacağımızı biliyordum -dürüst olalım, birbirimizden tamamiyle farklıydık- ama bunları aşmak istedim. O, çocuğumun babasıydı, Tanrı aşkına, onun burada olmasını istiyordum.

Yanımda, burada, bizimle.

•••

"Stresli olmaktan vazgeç, muayeneye gireceksin."

Sıkıca Michael'ın eline tutundum ve bu kontrolün acı ve stresinin gitmesini sabırla bekledim. İki kontrol arasında birkaç kere hastahaneye geldim, çoğu zaman tek başıma. Michael'ın her seferinde burada olması gerekmiyordu; meşguldu ve bir hayatı vardı, benim de öyle. Gerçi dün geceki olaydan sonra, bir şey bana birlikte daha fazla zaman geçireceğimizi söylüyordu.

"Bebeğin iyi olmaması seni endişelendirmiyor mu?"

"Ama iyi olacak!" Karşı çıkıp sessiz kalmaya çalıştı. Şimdi herkes kafasını bize çeviriyordu. "Sorun ne?"

Kimse cevap vermedi; derin nefes alıp kendimi rahatlatmaya çalıştım. Bebeğin iyi olabilmesi için her şey yaptım ve eğer iyi değilse, kendimden sonsuza kadar nefret ederim. Hayal bile edemiyorum. Michael gibi kendime güvenir bir şekilde gitmek istiyorum, ama yapamıyordum. Bir şeyi beni tamamen rahat hissetmekten alıkoyuyordu.

Nihayetinde doktor tarafından çağrıldığımızda, duygusal açıdan bitmiş hissediyordum. Korkumu, kaygımı saklayamıyordum ve doktor bunu hemen anladı. Gülümseyip beni rahatlatmaya çalıştı ama olmadı ve biz bir dahaki kontrolü konuşurken yeteri kadar odaklanamıyordum.

Michael bunu fark etti ve konuşmayı o yaptı, ilk defa.

Sonunda büyük, soğuk koltuğa otururken Michael'ın elini tutuyordum. Sıkıca. Elini kırmamdan şikayet etti ki bu beni biraz güldürdü. Doktor üstümdeki çektiğinde rahat ve ne yaptığını bilir görünüyordu. Ki bu mantıklıydı çünkü o bir doktordu- o kadar gergindim ki doğru düzgün düşünemiyordum bile.

"Bebeğin iyi olduğuna eminim." dedi. "Gergin misin, Lee?"

"Ah, belli olmuyor mu?" Öksürdüm; Michael bana 'rahatlaman gerekiyor' dercesine bakıyordu. Ama yapamıyordum.

"Pekala," Karnıma soğuk jelden sürdü. "Bakalım 20 haftalığımız neler yapıyor?"

Birkaç saniye sonra ekranda bir görüntü belirdi. Ona bakmaya çalışıyordum, bir insan vücudu çıkarmaya çalışıyordum ama çok zordu. Bebeği zar zor görüyordum.

"Görünüşe göre, Bayan Mann, iki bebek bekliyorsunuz!" dedi doktor coşkuyla.

"Şaka mı yapıyorsunuz?" diye sordum büyümüş gözlerimle. "Şaka yaptığınızı söyleyin."

"Yapıyordum, kusura bakmayın." Kendi kendine kıkırdadı. Lanet olsun. "Bebek iyi görünüyor. Şu an için büyük bir anormallik görünmüyor, hiç göremiyorum. Biraz daha detaylı inceleyeceğim, ama ilk gözlemde her şey iyi görünüyor."

Michael elimi öptü. "Demiştim."

"Kapa çeneni." Gözlerimi devirdim, tekrar her şey yolundaymış hissediyordum. "Kız mı erkek mi anlayabiliyor musunuz?"

"Teknik olarak, evet, öğrenmek istemezseniz başka tabi."

"Ben bilmek istemiyorum." dedi Michael. Gıcık bir şekilde ona baktığımda konuşmaya devam etti. "İstemiyorum! Lee, bence bize sürpriz olsa çok güzel olur. Yani bebek zaten kendiliğinden bir sürpriz, ama bilmesek daha heyecan verici olur. Yani sen istediğini yap, ama bunda söz hakkım olduğunu düşünüyorum."

Başımı salladım. "Evet, bekleyelim o halde."

"Tamam. Dediğim gibi bebek sağlıklı ve iyi. Endişelenmene gerek yok. Mükemmel bir şekilde büyüyor."

"Tam olarak ne zaman doğacağını öğrenebilir miyiz?"

Büyük, kalın aleti yerine koydu ve karnımdaki jeli sildi. "Doğum tarihi 15 Kasım. Bunu çoktan düşündünüz mü?"

"Düşünmeden duramıyorum ki." İtiraf ettim. "Çok korkuyorum."

"Herkes hayatında bir kez olsun bunu yaşar." dedi basitleştirerek.

"Ben hariç." dedi Michael gülümseyerek.

"Dırdır etmeyi kes." Gözlerimi devirdim. "Umarım her şey iyi olur."

"Olacak." Doktor gülümsedi. İçimi böylesine rahatlatması çılgıncaydı. "Yolu yarıladın, Lee."

•••

çok geç • m.c {Türkçe Çeviri}Where stories live. Discover now