divane

87 34 27
                                    


Güneş can çekişiyordu. Yolları döven yağmur, toprak kokusunu dört bir yana işlemişti. Her zaman işlek olan o kaldırımlar bu sabah biraz suskun biraz da kırgındı. Herkes köşesine çekilmiş gibiydi. Dünya bu ihaneti hazmetmeye çalışıyordu. Belki de Alaz'ın kurguladığı bir sahneydi bu sadece. Kim bilebilirdi?

Geniş porselen tabakta birkaç dilim domates ve zeytin kalmıştı. Yeşil zeytinden nefret eder, peynirin suratına bakmazdı. Yediği birkaç lokma ile doyduğu konusunda karar kılmış ve dışarı çıkmaya karar vermişti. Annesine hediye(!) gelen araba altındaydı. Yağmurun arabanın yüzeyine vurup çıkardığı tok seslere katlanamadığından bir süre sonra gürültülü bir müzik açtı. Sadece kendisinin duyabileceği tarzda kısıktı.

Kayan asfaltları ağlatarak geçirdiği yolculuğun sonunda arabadan inip bagaja yöneldi. Özenle hepsini tek tek beze doladığı tuvallerini koyduğu kutuyu kucağına alıp binaya koştu. Birkaç tane ancak vardı. Bunların hepsi de boyaların karmaşıkça birbirine bandırılmasıyla oluşmuştu. Tablolarının ana teması ise şu an kim bilir nerede, kiminleydi?

Iyi bir görüşme olmasını umdu. Odaya girdiği gibi resimlerini koliden çıkarmak için davrandı. Bezlerinden ayırdı ve masaya dizdi. Birinde Nara vardı netçe. Diğerlerine göre oldukça genişti. Videoda gördüğü hâlini birebir resmetmeye çalışmıştı. Ellerinin saçına tutunuşunu, gözlerindeki korkuyu... Kaç kere tuvali parçalayıp yenisine başladığını hatırlamıyordu bile. Bir diğerinde gözlerini çizmeye çalışmıştı. Ilk kez karşılaştıkları o gece, telaştan uyuyamamış, kıvranıp durmuştu ve bunun taslağını çıkarmıştı ortaya. En sonuncu ise dünki karmaşadan sonra peydah olmuştu. Elleri ondan habersizce uzanmıştı tüplere. Ondan habersizce fırçalar çizmişti dans eden bir beden.

Geriye çekildi. Adamın gelmesini bekliyordu. Koltuğa geçti. Onu buraya yönlendiren kadın ne demişti? Az sonra burada olur... Telefonundan saati kontrol etti. Hiçbir zaman dakik olmayı başaramamıştı. Her yere geç kalabilme gibi lanet bir yeteneği vardı fakat bu kez başkaydı. Bu işi önemsiyordu.

Cam kapı sürüklenerek açıldı ve yaşlı adam gülümseyerek içeri daldı. Çalışma odasındaki bu genç, ona ümit vadediyordu. Kısaca selamlaştılar. Konuyu uzatmak ve Alaz'ın üzerine sinmiş gerginliği daha da belirgin hâle getirmek istemiyordu.

"Bunlar," diyebildi çatık kaşları arasında resimlere bakarken. Dili lal olmuştu. Buruşuk elleri ile boyaların üzerinde bir yol çizmişti. Genç adama dönüp gülümsedi. "Mankenin kim?" diye sordu sanki bilmiyormuşcasına. Bilerek mi yapmıştı bunu yoksa hiçbir şeyden haberi yok muydu, merak ediyordu.

"Yok. Yanı birkaç kez gördüğüm biri ve... Aslında aklıma pek bir şey gelmedi. Bilirsiniz ya da nereden bileceksiniz saçmalı-" adam ellerini havaya kaldırıp onu durdurdu. Peşi sıra sıraladığı birbiri ile kopuk kelimelerden nasıl heyecanlı olduğunu anlayabiliyordu.

"Yanı tanımıyorsun, öyle mi?" Adam masanın yanından geçip Alaz'ın karşısına dikildi. Kendi hakkında hiç bilgi sahibi olmadığı belliydi. Onu sevmişti.

"Hayır, adı dışında onu tanımıyorum." Yüzüne düşen gölgeye baktı adam sakince. Ilk geldiğindeki umut biraz hırpalanmıştı. Bu kadar hızlı duygu değişimine uğrayan başka biriyle karşılaşmamıştı.

"Peki tanımak ister mısın?" Alaz garipseyerek baktı ihtiyara. Ne saçmalıyorsun sen, diye çıkışası gelse de terslemedi. Itaatkar bir biçimde, olumlu anlamda, kafa sallamayı tercih etmişti.

"Güzel." Dedi adam. Tabloları birbiri üzerine dizerken.
"Akşam altıda bizde ol. Hep birlikte bir akşam yemeği yeriz." Alaz ne haltlar dönüyor diye düşündü. Hep birlikte derken kimleri kast ediyordu? Tablolarını sarıp koliye geri yerleştirirken adamla yaptığı konuşmayı tekrar edip durdu. Onu akşam ne bekliyordu?

• ᴋɪᴛᴛʏ ɢᴇɴᴏᴠᴇꜱᴇ ꜱᴇɴᴅʀᴏᴍᴜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin