yek

69 26 46
                                    

    

     Fırtınadan arınmış bir gün, yollara dökülen bulutlar, birkaç tutam çiçek kokusu dolanmıştı birbirine. Hava bir açıp bir kapanıyor, adeta insanlarla dalga geçiyordu. Baharın en yaramaz zamanlarıydı bu zamanlar. Günlük güneşlik bir havada bile şemsiye ile dolaştırıyordu seni mesela. Ya da birden üşütüp hasta ediyordu.

   Nara demliğe çay koymuş ardından kahvaltıyı hazırlayan Sean'ı izlemek için köşesine çekilmişti. Arada bir masa üzerindeki salatalıklardan atıyordu ağzına. Kaçamak bu atıştırmalar Sean'ı sinir etse de ikisi de gülmeden edemiyordu.

   Biberleri seri hareketlerle bıçaktan geçiren kardeşi gastronomi okuyordu. Evde kimseye yemek yaptırmıyor, elinin lezzetini de her yerde konuşturuyordu. Kızgın tavaya doğrayıp karıştırdığı sebzelerinin tümünü attı.

"Umarım kocam da senin gibi hamarat olur yoksa benden bir cacık olmaz."diyerek takıldı Nara kardeşine. Belki bir nebze haklı olabilirdi. Sean mutfak dışındaki hiçbir işi yapmaya kalkışmasa da kabulüydü. Sean dönüp Nara'ya muzip bir bakış yolladı. Dudakları muhteşem bir kıvrım sunmuştu ona. Kısılan gözlerinin içi gülüyordu sanki.

"Emin ol ablacığım, kocanın benim gibi olmasını istemezsin." Nara mesajı anladığında ilk afalladı. Bu konuyu atlatmaları hoşuna gitmişti. Sonrasında birlikte gülüştüler. Onları-kardeşi ve o adam- tekrar basmadığı sürece sorun yoktu.

"Kursa seni babam mı bırakacak?" Masa neredeyse tamamlanmıştı. Nara demlenen çayı bardaklara doldurmaya başladı. Bir yandan da laf yetiştirmeye çabalıyordu.

"Yok ya. Ben kendim gideceğim." Neredeyse iki haftadır kursu asıyordu ve bedenin hamlaştığını düşünmekten geri alamıyordu kendini. Dediği gibi oldu. Kahvaltıdan sonra koştur koştur odasına çıktı. Sırt çantasını omzuna sallayıp telaşla evi terk etti. Sıkıca bir topuz ile tutturduğu saçları yüzünün gerilmesine neden olmuştu. Yukarı çekilen gözleri bir süre onu rahatsız etti. Üzerinde siyah bir tayt ve uzun gri tişörtü vardı. Bahçede yere yatmış onu bekleyen bisikletine binip pedalları çevirmeye başladı.

Kah su birikintileri içinden kah ıslak asfalt üstünden geçerek yolu aştı. Güvenli bir yere bisikletini bıraktıktan sonra salona girdi. Kızlar ardarda dizilmişti. Koşar adımlarla hocaya görünmeden soyunma odasına gitti. Tişörtünü çıkarıp vücudunu saran bir badi giydi. Ayaklarına pointelerini bağladı ve en arka sıraya geçti. Hoca onu görmüş olsa da ses etme taraftarı olmamıştı. Sorunlarının birkaçını biliyor ve üstüne gitmemeye çalışıyordu belki de, kim bilir.

  Nara vücudunu gererek kafasını arkaya doğru indirdi. Sağ eli duvara sabitlenmiş ahşaba tutunurken sol eli havada kıvrılmıştı. Bir süre sadece kaslarını çalıştırıp bedenlerini ısıttılar. Her hafta yaptıkları şeydi bu. Isınma ardından geniş ayna karşısına dizilip dans figürlerini sergiliyorlardı. Partnerleriyle eşleştiler ve Nara'nın düşünce dolu bedenine bir gün gibi gelen birkaç saati harcadılar. Sonunda bitap düşmüştü. Soluk soluğa kalmıştı. Parmak uçları sızlıyordu. Suyu yükledi bedenine. Sanki haftalarca susuz kalmış gibi bir açlıkla içti.

    Yıllardır yapıyordu baleyi. Annesinin ısrarı üzerine üç yaşında başlamıştı. O zamandan beri aynı hoca ile devam ediyordu. Birbirlerine arkadaş olmuşlardı. Oturup konuşabiliyorlar, açıkça dertlerini belirtebiliyorlardı. Bale... Yapabildiği tek şey buydu. Tanrının ona bir armağanıydı bu. Deşarj olma yöntemiydi.

  Yavaşça bağını çözdüğü pointelerinin eskidiğini ancak o zaman farketti. Yere denk gelen uç kısmı hırpalanmıştı. Yüzünü buruşturarak ayakkabıyı ayağından ayırdı. Salon neredeyse boşalmıştı. Askılı badisini düzeltip saçlarını yapıştırdı. Telefonundan rastgele bir melodiye bastı. Ritmik ve bazı yerlerde sözleri olan şarkı ile döndürdü bedenini. Parmakları serbest olsa da hala iğne gibi batıyordu. Havada her kalkışında acı ile inliyor fakat durmak istemiyordu.

   "Kendine eziyet ediyorsun." Melodisini bölen tiz sesi tanıyordu. Telefona uzanıp sesi kesti ve gelen Nermin hocasına döndü. Nefes nefese kalmış ve göğsü nefeslendikçe kalkan kıza yaklaştı. Yüzüne yapışan saç tellerini eli ile kenara itekledi.

"Tek sorunun ne biliyor musun?"diye sordu Nermin. Karşısındaki kızdan gözlerini ayırmıyordu. Yıllardır yaptığı dansı desteklemiş neredeyse hiç olumsuz eleştiriye maruz bırakmamıştı onu. Fakat şimdi kusursuz olmaya çabalayabilmek için yeterince olgunlaştığını düşünüyordu. Korkusuzdu bu konuda. Beden dilini iyi biliyordu. Yapabileceklerini ve yapamayacaklarını da aynı şekilde.

"Kendini fazla arka planda bırakıyorsun." Yavaşça kızın kollarını havaya kaldırdı ve onu aynaya yöneltti. Kendine bakması için çenesini tuttu.

"Hissetemediğin bir müzikte dans etmez sadece hareket edersin." Az önceki bayat ve hiçbir özelliği olmayan müzik yerine başka birini açtı. Duvarlara tırmanan melodiler bir ok gibi Nara'nın kırılgan bedenine saplanana dek bekledi. Sözlerin onu alıp gitmesini istiyordu. Şarkının ona hatıralarını anımsatmasını ve onu hissetmesini.

"Isimleri dillerden dile dolaşan o insanlar niye bu kadar ünlü biliyor musun?" Belini bükerek kolunun üstüne yatırdı onu. Göğsünün aşağı doğru sarkışını izledi. Bedeni her şekli alabilecek kadar esnek ve kontrollüydü.

"Tekniğe birebir uydukları için mi? Hayır. Kendi doğrularını yarattıkları için. Kendi şarkılarını buldukları için."

• ᴋɪᴛᴛʏ ɢᴇɴᴏᴠᴇꜱᴇ ꜱᴇɴᴅʀᴏᴍᴜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin