2. Bölüm: İlk Sabah

2.5K 106 44
                                    

Yorumlarınızı merakla bekliyorum 🤗

Keyifli okumalar!

"Bu saate kadar uyuduktan sonra işe gitmenin ne anlamı kaldıysa!"

Aykut Bey'in sitem dolu sesi, üç odalı evin her köşesinden rahatlıkla duyuluyordu. Aynı zamanda saatlerdir uyuyan Güneş de o sesi işitiyor lakin gözlerini aralamaktan kaçınıyordu çünkü akşam erken saatte uyuyup babasıyla yüzleşmekten kaçsa da, şimdi kaçacak bir yeri yoktu. Üstelik yeterince fazla uyuduğu için gözleri açılmak için savaş veriyor, Güneş'i adeta bu karşılaşmaya itiyordu.

"Güneş! Kalk hadi, baban çağırıyor!"

Güneş, annesinin kapının ardından ısrarla seslendiğini duyduğunda, uyumak için daha fazla nedeni yoktu. Ayaklandı ve derin bir nefes alarak güne sıkıcı bir merhaba dedi. Gece uyurken kilitlediği kapının ardındaki annesi ise olağanüstü bir sabırla kapıda dikilmeye devam ediyordu.

"Güneş,"dedi kadın yeniden, cevap alamayınca. "Hadi kalk artık, papaz etme babanla beni!"

"Tamam anne kalktım, tamam."

Saat henüz çok erkendi. Güneş'in işe gitmek için tam beş saati vardı ve hayal meyal hatırladığı babasının sitemi, komik gelmişti. Ne yani, mesai saatinden önce, Aykut Bey'in kendisi bile daha evdeyken Güneş'e söylenmesi cidden garip değil miydi? Yoksa Güneş mi abartıyordu? Hayır, abartan kesinlikle babasıydı. Zaten andropoz döneminde olduğuna dair şüpheler içerisindeydi genç kadın. Yoksa babası eskiden bu kadar çekilmez bir adam değildi.

Elini yüzünü yıkayıp mutfağa girdiğinde babası yakın gözlüğünü takmış, akıllı cep telefonundan bir şeyleri kurcalarken bir yandan da çayını yudumluyordu, annesi ise fokurdayan çaydanlığın önünde kendine çay doldurmakla meşguldü.

"Günaydın,"dedi Güneş, birazdan ortamın gerileceğini ve muhtemelen babasıyla kavga edeceğini düşünmemeye çalışarak. Bir yandan da dolaptan süt ve muz çıkarıyordu. Eh, normal insanlara kıyasla farklı bir yeme alışkanlığı olduğu doğruydu ki farklı olduğunu asla kabul etmezdi. Ya insanların normal dedikleri şeyler aslında anormal ve bilinen çoğunluktan daha küçük bir kitleye hitap ediyorduysa? Yani tabii, veriler falan olabilirdi. Lakin Güneş'e bunu kabul ettirmek pek mümkün sayılmazdı.

Geniş ve beyaz, üzerinde mavi ve italik harflerle basılmış "Güne mutlu başla!" sloganlı kupasına doldurduğu süt ve açıp ısırmaya başladığı muzuyla masadaki yerini aldı. Annesi ve babası her zaman olduğu gibi zeytin ve peynire abanmış, bir de höpürdeterek çaylarını içiyorlardı. Güneş, o kaynar sıvıyı nasıl midelerine indirdiklerini hiçbir zaman anlamayacaktı.

"İşe başlamışsın, doğru mu?"

Babasının gözlüklerinin ardından suçlar bir ifadeyle sorduğu soruya Güneş kahkaha atmak istedi. Ailesi bazen çok can sıkıcı oluyordu. Zira az önce günaydın dediğinde iki ebeveyninden de ses çıkmamıştı.

"Bugün başlıyorum, baba."

"Bebek büyütecekmişsin?"

"Birkaç saat bakacağım baba..."

"Sana ne elalemin bebeğinden!"

Aykut Bey'in ani çıkışı masadaki kadınların korkuyla sıçramasına sebep verdiğinde, Güneş sakin kalıp kahvaltı kavgası yapmamak için derin bir nefes aldı.

"Para kazanacağım, baba. Tüm gün evde oturup yatmaktan iyidir. Sadece birkaç saat."

Aykut Bey de Güneş de gayet iyi biliyordu. Mesele evde oturmak değildi, en son kavgalarının hıncıydı bu. Güneş'in asabiyeti -ona göre- günlerdir içemediği nikotin olabilirdi. Lakin Aykut Bey kızının sadece şımarıklık yaptığını düşünüyordu.

"İki yıl üniversite okuttuk, altın bileziği olsun; kimsenin eline bakmasın dedik, şu haline bak! İki kuruş para için milletin ağız kokusunu çekiyor. Bir orada, bir burada! Hayır, kenara para koysa, geleceğine yatırım yapsa amenna, bizimkisi anca zıkkım içsin! Sana zamanında dedim hanım, bir çocuk daha yapalım... Peh! Evladın da hayırlısı olsa..."

Güneş babasının daha fazla uzatacağını anladığında hışımla sofradan kalktı ve annesinin oturmasını emretmesine rağmen odasına geri döndü. Kapısını kapatırken babasının arkasından hâla "Edepsiz,"diye seslendiğini duyabiliyordu.

Kapının önüne çökerken gözyaşları sicim sicim akmaya başlamıştı. Her gün daha iyi anlıyordu, bu evde ona rahat yoktu. Kendi karakterini hiçbir zaman mükemmel olarak nitelendirmemişti. Ama bir dala tutunmak istemesi suç olamazdı. Babasının bu ağır laflarının altında ezilmekten çok yorulmuştu. Kimseye gösteremiyordu belki, çevresindeki insanlara hazır cevap ve çok bilmiş imajı verse de içinde hep korkak bir yanı vardı. O yaralı bir kadındı ve bunu kimse görmüyordu.

İlkokul ve ortaokul yıllarını pek hatırlamıyordu, Güneş. Tek bildiği biraz çekingen ve toplumdan alabildiğine uzak durmaya çalışan bir çocuk olduğuydu. Lakin lise yılları çok farklı geçmişti. Çevresindeki yaşıtlarından aldığı gereksiz bir öz güvenle farklı bir karaktere bürünmüştü. Aslında hâla toplum içinde konuşurken yüreği at koştururcasına atıyordu fakat tam dört yılını olduğu kişiden farklı biriymiş gibi geçirmişti. Edindiği tek gerçek dostu ise Sevim'di, o yıllarda. Birkaç gönül ilişkisi yaşamıştı. Şimdi düşününce o ilişkilerin ne kadar masumane şeyler olduğunu anlıyordu. Çünkü asıl darbeyi üniversitede, ilk yılında almıştı...

Tarık... 1.90'lık boyu, kaslı vücudu ve kara gözleriyle adeta film yıldızlarını andırırdı. Gençlerin kanlarının fokur fokur kaynadığı ortamlarda adeta parlayan bir yıldız olma kapasitesi vardı. Fakat bu yargının aksine kendi halinde ve sessiz bir adamdı. Güneş'le yolları eski bir öğrenci kafesinde kesişmişti. Onun yanında öylesine cılız kalıyordu ki Güneş, bunu daha ilk karşı karşıya geldiklerinde bile iliklerine kadar hissetmişti. Onun kemikli yüz hatları ve ipek gibi yumuşacık, siyah saçlarının yanında Güneş'in ince telli ve sönük, kahverengi saçları bile komik kalıyordu. Arkadaş ortamında kısa sürede yakınlaşmışlar, Güneş'in aşkı ise bir kıvılcım olup hızla aleve dönmüştü. Tarık'ı her gördüğünde dünyadan kopuyor, sırf ona eşlik etmek için bir paket sigarayı çantasından eksik etmiyordu. Onun bu ilgisine Tarık kayıtsız kalmayıp karşılık verdiğinde ise bir ilişkiye başlamışlardı.

Kendinden, sevgilisinden ve ilişkisinden emindi, Güneş. Tarık ondan canını isteseydi "neden"diye sormaz, ortaya koyardı. Öyle çok seviyordu... Dizlerine uzanıp uyuyan adamın saçlarıyla oynamak dünyada yapabileceği en güzel aktivite gibiydi. Oysa sadece yedi ay sürdü bu mutlu günler... Tarık zamanla başka bir adama dönmekle kalmayıp kendinde o eski, anlayışlı, sessiz ve Güneş'i seven hallerinden eser bırakmamıştı. İstekleri ve vaatleri tamamen değişmiş, bambaşka bir adam olmuştu. Evlilikle, sonsuz beraberlikle onu kandırıp ailesinin yapmasından en çok korktuğu şeyi bile yapmıştı Güneş. Onunla birlikte olmuş, yurttan çok onun evinde yaşamaya başlamıştı. İlk aylarında kırılacak bir eşya kadar narin davrandığı kadına, ilişkilerinin ilerlemesi ile garip bir soğukluk ve kaba davranmaya başlayan Tarık, zaman zaman ağır kıskançlık kavgaları çıkartıyor; Güneş'i hırpalamaktan geri durmuyordu. Güneş ise... Tarık'ın bunu sadece aşktan yaptığını düşünüyordu. Uğruna ailesine yalanlar söylediği, gözü kapalı güvendiği adam ise... Onu terketmişti. Sebepsiz, büyük bir kavgayla Güneş'e zarar vermiş, Güneş ne olduğunu anlamadan onu kapıya koymuştu.

O günden beri hiçbir şey yolunda gitmiyordu. Güneş lisedeki öz güvenli hallerinden sonra yine eski haline dönmüştü. Şimdi kapının ardına çökmüş ağlarken bile ağladığı Tarık'tı. Kafasını kurcalayan milyonlarca ihtimal vardı. Beş yıl olmuştu. Lakin o hâla Tarık'la evlenmiş olsaydı şimdi babasından bu lafları işitmeyeceğini düşünüyor ve kendini kahrediyordu.

Ne kadar süre ağladığını bilmeden ayaklandı ve babasının gittiğini, kesilen söylenmelerden, anlayarak odasından çıkıp banyoya girdi. Hayatını sorgulayarak geçirdiği uzun bir duşun ardından odasına döndü ve kısa süre içinde hazırlandı. Tüm bunlar olurken iş saati çoktan yaklaşmıştı.

"Anne ben çıkıyorum!"

Evden çıkarken annesinin birkaç nasihatine de maruz kalmamak için aceleciydi. Kalbi ağzında atıyordu. Güneş bugün tanışacağı bebek sayesinde bazı şeyleri yoluna koyacaktı. Hiçbir şey yoluna girmese bile, kendi parasını harcamanın özgürlüğünü yeniden kazanacaktı.

Güneş, kendinden pek emin sayılmazdı ama hisleri kuvvetli bir kadındı. Nil Bebek onu sevecekti.

KALBENWhere stories live. Discover now