*38*

12.2K 531 25
                                    

Adımlarım nereye gideceklerini şaşırmışlardı. İleri gidersem Papatya'yı görecektim ama gözleri kapalı olacaktı. Geriye gidersem onu birkaç saat önce alındığı, duvarında cam olan odadayken camın arkasından görebilecektim sadece.

Arafta kalmıştım. Bir taraf sönmüş bir cehennem, bir taraf solmuş bir cennet...

İleri gittim ve birkaç adım sonra Papatya'nın solgun yüzü girdi görüş alanıma. Biraz daha yaklaştım; belki hastane, kokusunu silememiştir diye. Bir umut, belki dolardı kokusu burnuma.

"Papatya'm... Ben geldim."

Gülümsedim, gözlerimden yaşlar akarken. Mutluluktan ağlamak varsa üzüntüden gülmek de vardı ne olsa.

Yüzü bembeyazdı. Dudakları kurumuştu. Kumral saçları mavi bir bonenin içindeydi. Mavileri kapalıydı.

Mavileri, kapalıydı.

Mavileri, kapalıydı.

Allah'ım...

Acı çekişime şahit oldum an be an. Kalbimin acıdığını, dudaklarımın titrediğini, gözbebeklerimin büyüdüğünü, dişlerimin sıkıca kenetlendiğini hissettim.

Bembeyaz bir odada, beyaz başlıklı bir yatakta, beyaz bir çarşafın üzerinde, beyaz bir örtüyle uyuyordu.

Beyazı çok severdi de bu kadarı fazla değil miydi? Düğünümüzde giyeceği gelinlik neyine yetmiyordu?

"Uykuculuk ediyorsun. İnsan bir kalkar, sevgilisine sarılır. Hoş geldin, der. Öper. Bunları yapmasa bile en azından... En azından bakar, Papatya'm. Neden gizliyorsun mavilerini?"

Yatağın yanına çömelip serum takılı elini tuttum incitmekten korka korka.

Canı çok canıyordu. Allah'ım, acı çekiyordu. Hayatımı adadığım kız, gözlerimin önünde acı çekiyordu.

"Bak, geldim. Hadi, kalk artık. Dinlendin işte bol bol. Hem burada konuşamıyorum doğru dürüst."

Burnumu çekip güldüm, sesimle beraber nefeslerim de titriyordu. Papatya'nın kalp atışlarını gösteren aletten çıkan sesin bile titrediğini sandım bir an.

Allah'ım, çok fazlaydı. Onu bu halde görmek, yemin ederim çok fazlaydı.

"Bakma bana öyle. Ben sana sarılarak konuşuyorum, burda da konuşamıyoruz gördüğün gibi."

Gözlerim sürekli o cihaza kayıyordu. Çizgi inip çıkıyordu. Sesler düzenliydi.

Bir ses, bir gözyaşı...

Bir ses, bir gözyaşı...

"Papatya'm, uyanır mısın artık? Bak, ben buradayım. Ben buradayım ama sen burada değilsin bu sefer de."

Durdum. Gözlerimi kırpıştırdım birkaç kere.

Bu nasıl bir acıydı?

"Yemin ederim, gidersen kalamam. Ben senin ruhunda kilitliyim, nasıl kalabilirim sen gidersen? Papatya'm... Çok canım acıyor. Hadi. Kalk. Lütfen... İstediğini yaparım ama aç şu mavilerini. Papatya, özgür kalmak istemiyorum. Kuş kafesine tutuldu demiştim ya sana... O kuş dışarıda yaşayamaz artık."

Şu an açsa gözlerini ve bana gülümsese... Çok mu imkansızdı?

"Uyumadan önce gülümseyerek düşündüğüm, öldürme be beni!.. Yapma bunu bana. Ayrıca, gidersen... Yani, öyle bir şey yapma hatasında bulunursan asla affetmem seni. Uyan, güzel bakışlım. Seninle beraber uyumazsam terk et beni. Aç gözlerini, sonra beraber istediğin kadar kapatırız gözlerimizi."

Hemşirenin içeri girdiğini ve bana dışarı çıkmam gerektiğini söylediğini duydum. Başımı sallayıp ayağa kalktım yavaşça, boşalan dizlerimin beni taşıyacak kadar gücü olmasını umarak.

"Ben gidiyorum, Papatya'm. Sen de gel çabucak."

Dışarı çıktım. Etrafımdakilerin sorularını umursamaya umursamaya dışarı çıktım. Kalbimi içerde bıraka bıraka, canım acıya acıya dışarı çıktım. Ruhumun esaretten kurtulmamasını umut ede ede dışarı çıktım. Topraklarımdaki papatyalar solacak diye korktuğumdan ağlaya ağlaya dışarı çıktım.

Ben, dışarı çıktım. Ama Papatya'yı içerde bıraktım.

"Çağrı..."

Yaslandığımız ağacın huzur verici gölgesi altında, Papatya'nın yanımdaki varlığını hissede hissede girdiğim uyku ve uyanıklık arasındaki durumdan Papatya'nın sesiyle sıyrılmıştım.

Güneşli bir pazar sabahıydı ve ben kahvaltıyı kuşların cıvıltıları, Papatya'nın da nefes sesleri eşliğinde yapmak istemiştim. Papatya bu isteğimi gülümseyerek karşılamış, hemen bir şeyler hazırlayıp annesinden izin almıştı.

Tabii, yalan söyleyemediği için pikniğe sadece benimle gideceğini söylemişti. Afitap Teyze de imalı imalı Papatya'ya bakmış, gülüşünü gizlemeye çalışarak "Hadi, gidin." demişti.

"Efendim, Papatya'm?"

Daldığım düşüncelerden Papatya'nın bir tepki vermemi beklediğini hatırlayarak kurtulduğumda Papatya tişörtümün yakasıyla oynamaya başladı. Böyle yapmasıyla bir şey soracağını ama bundan çekindiğini anladığımda başımı geriye çekip göğsüme yaslanan minik varlığa baktım.

"Ben bir şey söyleyeceğim ama kızmayacaksın?"

"Söz veremem."

Dediğime karşılık tişörtümün yakasıyla oynamaya devam etti ama ağzındaki baklayı çıkarmadan da edemedi.

"Bir gün bana bir şey olursa..."

Kaşlarım çatılırken nefes alışverişlerim hızlandı. Ona bir şey olması düşüncesiyle neden yüzleştiriyordu ki beni?

"Hayatına devam edeceksin, tamam mı? Yeni birini seveceksin. Onunla... Evleneceksin. Mutlu olacaksın. Söz ver bana."

Kaşlarım iyice çatıldı. Onsuz ulaştığım mutluluk günahtı, bilmiyor muydu?

"Saçmalıyorsun, Papatya."

Sert bir sesle dediklerim üzerine bana kaçamak bir bakış attı.

"Çağrı, ben senin her koşulda mutlu olmanı istiyorum. Ben olsam da olmasam da... Söz versen olmaz mı?"

Masum bir sesle dedikleri ve ona asla öfkelenemeyeşim ona kızmamı her zamanki gibi engelliyordu ama bu, sinirlenmediğim anlamına gelmiyordu.

Göğsüme yaslanan bedenini yavaşça geri çekip göz göze gelmemizi sağladığımda dudağını ısırdı hafifçe.

"Papatya, eğer sana bir şey olursa hayatıma devam etmem veya devam etmemem birer seçenek ama unutma, doğru cevap sadece bir tane ve bence, hangi cevabın doğru olduğu fazlasıyla belli. Kusura bakma ama ben bu sözlüye çalıştım, Papatya."

Papatya'nın Çağrısı | TextingWhere stories live. Discover now