9; özgür ruh

248 37 26
                                    

my chemical romance - summertime

Hastaneye geri döndüğümde çocuklardan çok garip bir tepki almamıştım. Sanırım bunun olacağını biliyorlardı. Eve gidip babamdan dayak yiyip geri döneceğimi.

"Gitti," dedim, "Siktir olup gitti." Derin birer nefes aldılar ikisi de. Yüzleri düştü. "Bunu anneme nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum..." Jungkook yanıma yaklaşıp bir şekilde bunun da hallolacağını ama önce annemin kendine gelmesi gerektiğini söyledi. Haklıydı. Önce iyileşmeliydi.

Ve iyileşti de. Yani birkaç gün içerisinde biraz daha kendine gelmişti. Kendim için pek aynısını söyleyemeyecektim. Çünkü sabahları okula gidip akşam üzeri okuldan çıktığımda evde ev işleriyle uğraşıyordum. Ama en azından yalnız değildim. Bayan Jeon ve Jungkook da yardıma geliyorlardı çoğunlukla. Annem de ben de onlara minnettardık.

Hastaneden ilk çıktığı gün ona söylemiştim babamın eşyalarını toplayıp gittiğini. Omuz silkmişti sadece. Gitmesi üçümüz için de daha iyi, demişti. Ben o an annemin çok güçlü bir kadın olduğunu bir kez daha fark etmiştim.

Annemin kendini toparlaması ve benim gözlerimin altında yer edinen mor halkaların normale dönüşü anca üç hafta sonrasında gerçekleşmişti. Annemin de bu süre zarfında işinden izin alması gerekmişti.

Sıkı çalışan bir avukattı. Deli gibi çalışırlardı babam da o da. Ancak tek farkları şuydu, babam sadece çalışır, annemse hem çalışır hem de gezerdi. Ve bu ikisini hiç zorlanmadan gerçekleştirirdi. Ona gerçekten hayrandım.

Kendimi berbat derecede yorgun hissettiğim bir okul gününün çıkışında, okula en fazla iki yüz metre uzakta olan bir kafeye gitmiştim. Yanımda ders kitaplarım da vardı, biraz çalışmalıydım. Ancak işte bilirsiniz, ders çalışma hevesiniz ne zaman gelse mutlaka onu engelleyecek bir şeyler çıkardı karşınıza.

Kitabın kapağını açmamla beraber birinin sırtındaki çantayı masaya koyması bir olmuştu. "Merhaba Min Yoongi," diye seslenen kalın sesin sahibini gördüğümde göz devirme isteğime engel olamamıştım. Yani başka kafe yokmuş gibi gelip de burayı bulmuş, bir de üstüne üstlük benim masama oturmuştu. Gerçekten o gün onu kurtardığım için pişman olmaya başlayacaktım yakında. "Merhaba mavi kafa." Sandalyeyi çekip oturdu. "Annene olanları duydum. Dedikodular kasabada çabuk yayılıyor."

Kaşlarımı çattım. "Dedikodular çabuk yayılıyor olsa annene olanları duydum diyerek annem hastaneden çıktıktan üç hafta sonra bu konuyu açmazdın." Çantasını masanın üstünden kaldırıp yanındaki boş sandalyeye koydu. "Bak özür dilerim, geçmiş olsun demek için yanına gelecektim ama şu kolye işi hala kafamı kurcalarken yapamadım. Hem cadılar bayramı da yaklaşıyor zaten ve ben geriliyorum." Konuşmaya devam edince kendimi tutamadan bir kahkaha koyvermiştim. Gerçekten de cadılar bayramında Hoseok'un ruhunun onu ziyarete geleceği ve başının etini yiyeceğiyle alakalı ciddi endişeleri var gibi görünüyordu. "Gülme ya! Ben ciddiyim. Filmlerde oluyor bu tarz şeyler. Geriliyorum sadece. Gerçekliğine inandığımdan değil yani."

"Tabi canım, kesin öyledir." Yaptığım imaya karşılık göz devirmekle yetinmişti.

"Her neyse, yüzündeki ve kollarındaki çürükleri gördüm Yoongi. Neye karıştın, ne yaptın bilmiyorum ama gerçekten endişelendim. Tamam mı? Bu dalgaya alabileceğin bir konu değil." Duraksadı ve o esnada da ben lafa atladım. "Madem o morlukların her birini fark ettin, yüzümdeki o acı ifadesini gördün, neden gelip de iki çift laf etmedin? Benimle birlikte görülmek istemediğin için, değil mi? O yüzden de buraya kadar takip ettin beni. Güzel taktik. Ama benden saklayamazsın. Şimdi rahat bırakırsan ders çalışmam gerek. Malum siz üç haftadır ineklerken ben ev işi yapıyordum."

Kafasını hayır der gibi salladı. "Hiçbir yere gitmiyorum. Beni böyle kovamazsın." dedi. "Yanına iki muhabbet edelim diye geldim ama belli ki birileri benden nefret etmeye başlamış bile. Galiba geç kalmışım." Üzgün surat yaparken o kadar komik gözükmüştü ki gözüme gülmeden edememiştim, yine.

Bundan iki ay öncesi olsa onun iyi biri olduğuna koşulsuz inanırdım. Ancak Hoseok'un kolyesini bulduğumuz günki hali beni tam tersini düşünmeye itiyordu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, ne düşünmem gerektiğini. O yüzden sadece akışına bırakacaktım.

"Her neyse, ben çalışacağım. İstersen kalabilirsin ama sessiz olup bana bakmayacağından ve bir şeylerle ilgileneceğinden emin olmam gerek." Omuz silkti. "İstediğin kadar sessiz olabilirim ama sana bakmayacağımın sözünü veremem." Kaşlarımı çatsam da önümdeki açık kitaba döndüm ve çalışmaya başladım. O da bu esnada kendine bir kahve almış ve geri oturmuştu.

Çantasından okumak için bir kitap çıkarmış ve önüne açmıştı. Ancak hiç sayfa çevirmemiş, arada sırada bana yakalanmamak için kitapta göz gezdirir gibi yapmıştı. Onun haricinde hep beni izlemişti. Çaktırmadığını düşündüğünden emindim ama anlaşılıyordu işte. En sonunda çalışmaktan sıkılınca elimdeki kalemi kitabın arasına bıraktım ve çenemi avucuma yaslayarak aynı şekilde beni izleyen Taehyung'a baktım. Birden ona döndüğümü görünce afallamıştı. "Yakalandın." dediğimde güldü ve kalan kahvesini de kafaya dikti.

Çantamı topladığında o da aynısını yaptı. "Seni bir yere götürebilir miyim?"

Yani normal şartlar altında eve gidip anneme yardım etmem gerekiyordu. O her ne kadar önceden beni pek de tınlamıyor olsa da beni büyütmüştü ve bunu ona borçluydum sanırım. Yine de bir kereliğine, hazır o da kendini toparlamışken eski halime dönebilirim diye düşündüm ve başımla onayladım. O an her ne kadar onunla alakalı çelişkili düşüncelere sahip olsam da hepsi uçup gidivermişti. Çünkü gülümsemişti. Köşeli ama sevimli bir gülümsemeydi bu. Tam anlamıyla içtendi. Belki de Hoseok da onu bu yüzden sevmişti.

Çantalarımızı kaptığımız gibi üzerimize ceketlerimizi giyerek dışarı attık kendimizi. Koştuk dışarıda ve neden bilmiyorum ama ilk defa kendimi bu kadar özgür hissettim uzun zaman sonra. Kapana kısılmış gibi hissettiğim şu haftalarda birden bire yanımda belirip elimi tutarak beni rüzgara karşı sürüklemeye başlamıştı.

Delilercesine kahkaha atıyordu. Mavi saçları kendi etrafında döndükçe yüzüne dağılıyor ve ona daha da gerçeküstü bir görüntü katıyordu.

Gülümsedim.

Uzun bir süre el ele koştuktan sonra bir evin önünde durmuştuk. "Küçüklüğümden beri ne zaman kendimi özgür hissetmek istesem bu evin çatısına tırmanırım. Sahiplerini tanımıyorum bile ama umurumda bile değil, şu ana kadar hiç yakalanmadım. Düşünsene, on yedi senedir biri çatında geziniyor ama farkında bile değilsin, bu çok saçma!"

Kısık sesli bir kahkaha attım. "Bana oraya çıkacağımızı söyleme." İki elimi de tuttu ve beni boruların yanına doğru sürükledi. "Tam olarak onu yapacağız. Emin ol, kasabadaki en güzel manzaraya sahip bu çatı." Başımla onayladım onu. Karşı çıkamazdım, buraya kadar gelmiştim sonuçta.

Güneş henüz batmamışken kiremitten çatıya tırmandık ses çıkarmadan. Yani en azından o bunu başarmıştı. O profesyonelleşmişti zamanla ancak ben birkaç kez düşme tehlikesi atlatmıştım bir amatör olarak. Yine de sağ salim ulaşmıştık çatıya. İki kat tırmanmak kolay değildi sonuçta.

Zorlanmıştım, evet. Ama o görüntüye değerdi. Gün batımı, o hafif turunculuk, ve Kim Taehyung'un yüzündeki huzurlu gülümseme. Her şey mükemmeldi. Serindi biraz belki ama olsun. Yine de mükemmeldi.

Bölüm atmaya doyamıyorum ama fic gjt gide bok oluyor pfff

sular altında gökyüzü《taegi》Where stories live. Discover now