17; siyah ve mavi

170 24 29
                                    

yungblud, halsey - 11 minutes ft. travis barker

Gecenin bir yarısı olmuştu, ancak benim aklımda hala onlarca soru vardı. İçten içe kendimi yiyip bitiriyor, tıpkı o yabancının da dediği gibi kendimi ezip zavallının teki haline getiriyordum.

Tae'nin şu an ne halde olduğunu, kaç gündür neler atlattığını, annesi ve babasının bu olaylardan haberdar olup olmayışını, ve akşam üzeri kayalıklardaki o yabancının söylediği son cümlenin ardındaki anlamı o kadar merak ediyordum ki nasıl olduysa her şeyi sorgulama raddesine kadar ilerlemiştim resmen.

Bu daha hiçbir şey, Min Yoongi. Bu daha hiçbir şey.

Bu cümleden sonra da kapüşonunu daha fazla çekiştirerek ayağa kalkmış ve yanımdan ayrılmıştı işte. Bu kadardı. O yabancıyı bir daha görüp görmeyeceğimden emin değildim ancak ürkütücü bir tanıdıklık hissi yayıyordu etrafa. Sanki bildiğim biriydi. Dürüst olmak gerekirse bu biraz korkutucuydu.

Bu saçma düşünceler arasında uyuyakaldım sabaha karşı. Uyandığımdaysa güneş neredeyse uyuduğum zamankiyle aynı seviyedeydi. Çok az, çok çok az uyumuş olmalıydım ama uykusuzluk beni seviyordu belli ki.

Okulun başlamasına daha üç saat varken yatakta uflayarak doğruldum. Penceremin önünde dikildim önce, perdeyi açtım ve daha yeni yeni doğan güneşin hafif kızıllığını seyrettim. Sonra ders kitaplarımı açıp biraz çalışmak için çabaladım ancak kafam o kadar dağınıktı ki hiçbir şey anlayamadan kitabı geri kapattım.

Bütün bunlardan vazgeçince üzerimdeki pijamalarımı değiştirip pantolon ve tişörtümü giydim. Odamın kapısını anneme hissettirmemek isteyerek yavaşça açtım ve askıdan aldığım ceketimi üzerime geçirip evden çıktım. Kararımı vermiştim. Gidip onu o depodan alacaktım ama sorun şuydu ki ne yapmam gerektiği hakkında zerre fikrim yoktu. Sadece aksiyon filmlerinden kaptığım bazı ufak tefek şeyler vardı o kadar. Ki karşılarında onları da kullanamayacak kadar güçsüz olduğumdan emindim. Ama kelime oyunu denen bir şey vardı ve o adamların kafasının çok da çalışıyor olduğunu düşünmüyordum şahsen.

Sabahın beşinde bunu yapmak kesinlikle akıllıca değildi. Ancak yapmak zorunda hissediyordum. Eski parkın olduğu yere kadar yürüdüm hızlı adımlarla. Üç sokak aşağıda demişti deponun konumu için. Parkta kaldırım kenarına biraz oturarak nefesimi düzenledim ancak ayağa kalktığımda hala deli gibi yorgun ve korkmuş hissediyordum. Bu defa yavaş adımlarla ve yere bakarak ilerlemek için kalktım ayağa.

Ya her şeyi batırmam için son birkaç adımım kalmıştı, ya da onu bu lanet yerden çıkarmam için.

Bir sokak aşağıdaki depo gözüme çarptığında yol kenarındaki ağaçların arkasına saklanarak yürüdüm oraya tam anlamıyla yaklaşana kadar.

Dışarıda iki adam vardı. Ve bir de park halinde duran siyah motor. Deponun arka tarafına doğru dolanıp kapının önündeki adamlardan saklanmaya çalıştım. Daha da yaklaştıkça çerideki gürültü tam anlamıyla dışarı taştığını fark ettim. Her bir kelimelerini anlayabiliyordum.

"...olman imkansız. Senin için... Senin için öldü demişlerdi." Telefonda benimle konuşan adam hırsla kelimelerini ardı ardına sıralarken kaşlarım çatıldı ve ben ardına sindiğim ağaca daha fazla yapışma isteği hissettim.

"Demek ki ölmemişim, ha? Çok belli değil mi, sonuçta tam şu an şurada, karşında dikiliyorum."

Duyduğum ses tüylerimin diken diken olmasına sebebiyet verirken ellerim ağacı sıkıca kavradı ve ben olduğum yerde nefes alamaz oldum birden. Ölmüş olması gerekiyordu. Cenazesine katılmıştım, cesedinin çıkarılışını bile uzaktan izlemiştim ben, kimse farkında bile değilken. O ateş kırmızısı saçların ondan başka kimsede olmadığına yemin edebilirdim. "Aradığın şey burada, kaçıncıya söyleyeceğim? Al şu lanet olasıca pakedi ve onu rahat bırak artık."

Bu cümlenin ardından duyduğum tek şey içeriden gelen gıcırtı sesi oldu. Sonra ise çok yakınında durduğum depo kapısı açıldı büyük bir gürültüyle. Ve artık siyah olan saçlarıyla eski arkadaşım Jung Hoseok çıktı kapıdan. Kolları arasında boynunda onun kolyesinin sallandığı mavi saçlı Kim Taehyung'u tutuyordu sıkıca. Baygındı. Her tarafı ter içerisindeydi ve kıyafetleri kirlenmişti. Yüzünde çok fazla yara izi vardı.

Benim güzel mavi saçlım mahvolmuştu.

Ürperti bedenimi birden bire ele geçirdiğinde saklandığım ağacın ardından kafamı birazcık çıkararak Hoseok'un onu kolları aradında taşıyıp motoruna bindirişini izledim. Taehyung'un başına kaskı geçirdikten sonra kendininkini de geçirmek üzereyken nasıl oldu bilmiyorum ancak gözleri beni buldu.

Yüzündeki bilmiş sırıtışı yakaladığımda başından beri burada olduğumu biliyor gibi bakıyordu.

Sertçe yutkundum.

Kaskı başına geçirdi ve motoru çalıştırdı.

Onlar giderken ben ise nefes alışverişlerimi düzenlemeye çalışmakla meşguldüm.

Hoseok... Buradaydı. Hala buradaydı. Ve Taehyung... Onun yanındaydı. Gözlerim hissettiğim soyut acıyla kapanırken evime doğru dönme kararı aldım.

Ve sessizce arka yollardan dolanarak yürümeye başladım. Bu imkansızdı. Tanrım bu imkansız olmalıydı.

Arayı çok açmadan yeni bölümü atayım dedim bu defa. Finale git gide yaklaşıyoruz, yani planıma göre hala birkaç bölüm var ama yakın sonuçta.

Her neyse umarım sevmişsinizdir. Artık kıpkırmızı tutamlar yerine kuzgun siyahı saçlara sahip olan bir Jung Hoseok da göreceğiz biraz.

sular altında gökyüzü《taegi》Where stories live. Discover now