ÇIKMAZDA BİR GENÇ (Birinci Bölüm)

89 9 2
                                    

Güneşin son demleriydi!

Caddelerden ara sokaklara akan kalabalık, yavaş yavaş hareketliliğini yitirmeye başlamıştı. Kiminin elinde iş çantası, kiminin elinde ev için yaptığı alış-veriş eşyası ve kiminin elinde, yorgunluğunu bir nebze de olsa azaltır, rahatlatır düşüncesiyle giymediği ceketi...

Caddelerden sıyrılıp mahalledeki evlerin arasında, kuytuda kalan boş bir arsa, çocukların eğlence yurdu olan bu yerden başka neredeyse her yer bomboştu. Annelerin seslendiği çocukların arasında, erkeklerden son vuruşu yapıp oyunu bitirelim diyenler de vardı, rakibi yenmenin zevkiyle maçı bitirelim diyenler de. Bebeklerini toplayan kız çocukları ise çoktan eve yetişmişlerdi. Her şey, bir dizinin yarım kalan bölümü gibiydi onlar için, ertesi gün kaldığı yerden devam edecekti.

Etrafta, haykıran ölüm sessizliği, yolunu kaybetmiş gibi aralarda dolaşan bir rüzgâr ve rüzgârda savrulan çöp taneleri! Günden geriye kalan tek şeydi.
Köşe başındaki eczane hariç dükkânların kepenkleri indirilmişti. Zifiri karanlığa terk edilen bu ekmek teknelerinin içini rahatlatan tek şey ise sokak lambalarının ışığıydı. Sahiplerini bırakmak istemeseler de her akşam yalnız kalıyorlardı.

Köşede duran, sokak lambasının ışığında, kaderine terk edilen biri daha, bir gölge. Ne kimsenin ondan haberi vardı ne de onun kimseden. Öyle sessizce duruyordu.

Kimi zaman gölgesinde kayboluyordu kimi zaman düşüncelerinde. Ve her kendine gelişinde sanki üzerine ölü toprak atmışlar gibi bir noktaya takılıp kalıyordu.

Eczane duvarına yaslanan genç adam, bomboş caddeye bakıyordu şimdi. Elektrik direklerinin üzerinde yazılı olanları okumaya başladı hemen sonra. Aslında beynini kemirenlerden kurtulmak için farklı farklı şeyler deniyordu. Fakat hiçbirinin faydası dokunmuyordu.

Düşünceler girdabında debelenirken bir sızı hissetti. Boş bakışlardan yorulan gözlerini ovdu. Görüntü, hep aynı yöne bakmaktan gitgide bulanıklaşıyordu. Sızının nedeni bu olmalıydı.
Durdu. Ellerini aşağı doğru indirdi. Gözlerindeki ağrıyı bertaraf etmişti. Şimdi elini cebine attı. Aradığını sokaklarda bulamadığı için farklı bir yola başvurarak arkadaşlarından öğrendiklerini uygulamaya koyuldu. Can sıkıntısından kurtulmak için hep öyle yapıyorlardı çünkü. Cebinden çıkardığı bir paket sigara tüm sıkıntılarının ilacıydı arkadaşlarına göre. Bugün almıştı. Paketi daha yeni açıyordu. Çaresizlik içindeydi ve o da diğerleri gibi bir umut olarak görmüştü onu. Sigarayı çıkarmaya çalışırken kaldırımın kenarı dikkatini çekti. Kaldırımla yolun kesiştiği, her gün düzenli olarak belediyenin görevlendirdiği hizmetlilerin temizlediği bu yerde, elinde tuttuğu sigaradan sadece arta kalan izmaritler, üst üste yığılmış bir set halini almıştı.

Çaresiz kalan insanoğlu her şeyi yapmaya meyillidir. Üstelik bunun bir sınırı bulunmamaktadır. Çünkü o durumda olan herkes bir çıkış yolu arar. Umutların sömürülmesinin temelinde işte bu gerçek yatar. Dışarıdan bakanlar bu gerçeğin ne demek olduğunu ancak o duruma düştüğünde anlayabilir.
Sigarayı paketten çıkarırken derinden bir ah çekti. İçinde yığınlaşmış kederden küçük bir belirti sadece. Elinde tuttuğu sigarayı, büyük bir dikkatle dudaklarının arasına aldıktan sonra elini pantolonun arka cebine attı. Biraz sonra yüreğindeki sızıyı da dindirmiş olacaktı. Ama büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Telaşlandı. Arka cebini iyice karıştırdıktan sonra ön cep, ön cep derken gömleğin cebi... Yok, çakmağı yanına almamıştı. Sigara, hala dudaklarının arasındaydı. Bir anlık sinir, akabinde iki parça halinde yolun ortasına fırlatılan sigaradan rüzgârda savrulan tütün! Ve tütün tozuyla birlikte uçup giden umutları...

Aradığı şeyi sigarada da bulamamıştı.
Sıkıntı büyüktü.

İçinin bu denli daraldığı anın başlangıcına gitti. Her şeyin yaşandığı ilk yere. Böyle olmasını istememişti belki. Ama her insan gibi o da sorunlarla karşılaşınca onları alt etmek yerine kaçmayı tercih etmişti. Kendinden kaçmış, gerçeği görmek istememişti.
Aradan yıllar geçmişti. Ne kadar kaçsa da bir gölge gibi kendisini takip eden o gerçek, bir an olsun aklından çıkmıyordu işte. Üstelik bu durumun daha ne kadar süreceğini bilmiyordu. Bitse ihtimalini göz önünde bulundursa bile ki geçici olur, ilerde de karşısına çıkabilirdi bu. Tıpkı şu anda olduğu gibi. Artık kaderden kaçmayacak onu yaşayacak, onunla yüzleşecekti. Seneler önce yapması gerekeni, ne kadar zor olsa da şimdi yapacaktı.

Biraz olsun kendisini oyalaması için anılara daldı, uzaklara hem de çok uzaklara. Çocukluğuna gitti bir an. Sabah çıkardı evden, akşama doğru gelirdi, tabi bazen acıkınca öğlenleri de uğrar bir şeyler atıştırdıktan sonra tekrar giderdi.
Sabahtan akşama kadar dışarıda ne yapılabilir ki? Çocuksanız çok şey. Zira, onları en ufak bir şey dahi mutlu etmeye yeterdi. Hiç kimsenin eline bile almadığı eski bir eşya, onlar için oyun aleti olabilirdi. Veya uğrunda kavga ettiklerimizi hiç umursamadan çöpe atabilirlerdi. Ne de olsa onların bizimki gibi kirlenmiş dünyaları yoktu henüz.
O da arkadaşlarıyla takılır zamandan soyutlanırdı. Havanın kararması bir nevi alarmdı onun için. Alarm çaldığında bile zor ayrılırlardı birbirlerinden. Yarın tekrar buluşmak üzere sözleştikten sonra herkes mutlu, huzurlu ve gelecekten umutlu bir şekilde dağılırlardı kendi evlerine.

Çocukken hayat çok güzeldi. Yaptığı hiçbir şeyin hesabı sorulmazdı. Üstelik geçmişte olanları kendine dert edinmezdi. Ne kimseye kini vardı ne de kimsenin ona kini... En kötü anlar bile birkaç hafta, belki de birkaç gün içinde unutulup giderdi. Peki ya şimdi? Büyük bir kara deliğin içinde hapsolmuş gibiydi.

Çöpleri toplamaya çıkan belediye aracının çıkardığı gürültüyle kendine gelen genç adam, saatine baktı. Saat bir hayli ilerlemişti. Hiç kımıldamadan araca baktı. İlk defa karşılaşmıyordu belediye aracıyla; ama yine de ilgisini çekmişti.
Bu saatte hasta olanlar, uyuyan bebekler, işten yorgun dönüp huzuru evinde arayanlar; sakin, huzur dolu, fedakâr ve günahsız bu sokakları inleten bu araca nasıl dayanıyorlardı?

Muhtemelen bazıları çoktan şikâyette bulunmuştu. Geride kalanların yarısı her şey gibi bunu da akışına bırakmış diğer yarısı yapılanlara hizmet gözüyle baktıkları için bu duruma kendilerini alıştırmışlardı. En iyisi buydu. Zira artık belediyeler de üzerlerine düşen görevlerin sadece göze hitap eden şeklini değiştiriyorlar, güzelleştiriyorlardı. Üstelik herhangi bir vatandaş bir dilekçe yazsa, bu vatandaş bazen aylar sonra cevap alıyor -ki bu şanslı olan- bazen de hiç cevap alamıyordu. Ve bu mağdurların içinde olduğu için, yaşadıklarını hatırlayınca istem dışı yüz hatlarında değişme olmuştu.

Araba gitmişti. Aradan çok geçmemişti ki iç organlarının ayaklanmasıyla isyan ateşinin fitili yakılmış, acıkmıştı. İki eliyle bu isyanı bastırmak istercesine karnını tutmaya başladı. Beyhude bir çabaydı bu. Zira isyan çıkmıştı bir kere.
Başını kaldırıp etrafına baktı; ama nafile. Ara sokaklarda o saate kadar açık dükkân kalmazdı. Tekrar saatine baktı: Zaman sanki şu andan itibaren akmıyordu, on'a geliyordu. Karnındaki tarifsiz acı onun orada durma takatini kırıyordu. Anca o zaman ayağa kalktı, yolun karşısına geçti ve köşeden uzaklaştı.

Labirentte yolunu kaybeden, deliye dönmüş biri gibi kan, birden vücudun belden aşağı tarafına hücum etti. Sendeledi, lakin düşmedi.
Uyuşuk ayaklarla yürümeye çalıştı. Sağındaki taş bloklara tutunuyordu şimdi!

Nereye gideceğini bilmiyordu. Buralara yabancı gibiydi. Hatta sokak lambasının ışığında uçuşan tozlara bile yabancı bir gözle bakıyordu.

Meçhule birkaç adım attı.. Lakin beyin, sinirlere hiçbir emir yüklememişti sanki. Gâh kaldırıma çıkıyor gâh yola iniyordu. Karnındaki sancı gittikçe artıyor, yürürken rüzgârdaki çöp tanesi gibi şekiller çizmesine neden oluyordu.
Bir miktar daha yol aldıktan sonra kaldırıma, olduğu gibi dizlerinin üzerine çöktü. Böyle bir acıyla, o ana kadar ilk defa karşılaşıyordu.

Açlık ne de kötü bir şeymiş! Keşke açların halinden toklar da anlasa diye geçirdi içinden. Sonra, 'Sokak çok geride kaldı.' Diyordu ki nerden geldiğini bilmediği karışık tostun kokusu kucakladı bilincini. Yürüyemeyecek kadar açken, ileride üst geçidin altında parlayan ışıkları görmemiş olsaydı herhalde hiçbir güç onu çöktüğü yerden kaldıramayacaktı.

Nefsin imtihandan geçirilirken kul olduğunu kabullendiği an, aç olduğu an olması, bu yüzden olsa gerekti.

*

MÜHÜRLÜ KALPLER TUFANI - NESRİNWhere stories live. Discover now