1.Bölüm|Japon Balığı

2.3K 214 118
                                    

Jimin

Elimdeki dosyayı kapatıp bir kenara bırakırken önümde uzanan dingin maviliği incelemeye başladım. Küçük dalgalar eşliğinde hareketlenen sular hiç olmadığım kadar huzurlu hissetmeme neden olurken tenimi okşayan tatlı bir esinti de onlara eşlik ediyordu.

Bakışlarım hala masanın üzerinde duran dosyaya kaydığında derin bir iç çektim. Uzun zaman sonra tatil yapabilme fırsatım olmuştu ancak ben hayatımdaki en önemli şey bu kâğıt parçalarıymışçasına dosyalarla uğraşmaya devam ediyordum. Kesinlikle biraz ara vermeliydim.

Oturmaktan ağrımaya başlayan bedenimi esneterek bakışlarımı etrafta gezdirdim ve görüş açıma giren bedenle birlikte "Hey koca adam! Dikkat et." Diyerek heyecanla etrafı izleyen Lei'ye seslenirken bir yandan da onun gibi etrafa gülücükler saçmaya başladım.
Burada sadece o ve ben vardık. Her şeyden ve herkesten uzakta...

"Babacığım." Koşarak, daha çok heyecandan dolayı savsak adımlarla, yanıma gelen oğlum ilgiyle su yüzüne çıkmış yunusları gösterirken benden onun heyecanına ortak olmamı bekliyordu.

"Baksana yakından çok daha güzeller."
"Hıhımm, harikalar." Diye mırıldandım. Onlardan pek hoşlanmazdım ama oğlumun şimdilik bunu bilmesine gerek yoktu.

"Baba!" Sesi bir anda daha da çok yükseldi ve meraklı bakışlarını yunuslardan çekerek yeni hedefi olan bana yöneltti. "Onlardan bir tane alabilir miyiz? Lütfennn" söyledikleriyle kahkahama engel olamazken koşturmaktan ve biraz da esen rüzgârdan karışan saçlarını daha fazla karıştırdım. Saçları o kadar çok dağılmıştı ki özensizce yapılmış bir kuş yuvasını andırıyordu. Belki de sadece çiftliklerde öylesine üst üste konularak tepe haline getirilen samanları.

"Hem bizim havuzumuz kocaman orada yaşayabilir." Uzun bir süre pes etmesini bekleyerek düşünüyormuş gibi davrandım ama Lei'nin asla pes etmek gibi bir niyeti yoktu. Onlardan bir tanesini eve almayı kafasına koymuştu. Bense vazgeçmesini umarak "Eğer evimize onlardan birisini alırsak ailesini özlemez mi?" diye umutla sordum ancak hevesle teklifini kabul etmemi bekleyen oğlum beni şaşırtarak hızla "Onları da alırız." diyerek ikinci bir teklifi önüme sundu. Bu kesinlikle beklediğim bir cevap değildi. Ben daha çok 'Peki babacığım' demesini ve onları izlemeye dönmesini bekliyordum.

Ona ne diyeceğimi bilemeyen bakışlarımı neşeyle suyun yüzeyine çıkan yunuslara çevirirken isteksizce mırıldandım. "Daha küçük kuyruğu olan bir balığa ne dersin?"

"Off baba." Dudaklarını büzmüş teknenin korkuluklarına doğru ilerlerken attığı adımlar kesinlikle istediği olmayan o küçük çocuğun sert adımlarıydı.

"Mesela Japon balıkları olmaz mı?" Arkasından bağırırken sadece onu bu isteğinden vazgeçirmeye çalışıyordum yoksa balıklardan ve o koca kuyruklarından hiç hoşlanmazdım.

"Japon balıkları mı?" Konu ilgisini çekmiş olmalı ki yunusların üzerindeki bakışları kararsızlıkla bana döndü.

"Evet. Onlardan hiç görmedin mi?"

"Bilmiyorum, şu kocaman gözleri ve yanakları olan balıklar mı?" Yanaklarını şişirip söylediği şeyleri göstermeye çalışırken onu kollarım arasına alıp çokça sevmek istiyordum.

"Evet, ve de renkli olanlar." Derken adımlarım çoktan ona doğru harekete geçmişti bile. Şimdi o ve ben korkuluklara yaslanmış birbirimize bakıyorduk.

"İstersen eve bir tane alabiliriz."

"Babacığım." Ayaklarıyla zemine ufak, hayali daireler çizmeye başladığında aklına takılan bir soru olduğunu anlamıştım.

"Söyle bakalım yine ne oldu."

"Ya Bay Schrödinger onu yerse?" Evet, bu o küçük balık için kaçınılmaz bir sondu çünkü Bay Schrödinger evimizin bir türlü doymak bilmeyen tombul kedisiydi.

"Bu bir sorun."

"Bu büyük bir sorun baba." Başını umutsuzca iki yana sallayarak şimdilik en büyük ilgi odağı olan o koca memelileri daha iyi görebileceği bir alana doğru ilerledi. Ardından bir süre onu izledim ve tekrar aklıma doluşan dosyalarla birlikte derin bir iç çektim. Kendime verdiğim kısa mola bu kadardı.

"Lei korkuluklara çok yaklaşma tamam mı? Benim içeride biraz işlerim var bitirip hemen yanına döneceğim."

"Peki baba."

Dosyaların başına döndüğümde, zaman hızla akıp geçmişti ve ben bulunduğumuz ortamı dahi unutmuştum. Aklıma gelen Lei ile hızla ayağa kalktım ve onu bıraktığım korkuluklara doğru ilerledim. Ama tabiki de benim meraklı oğlum yine onu bıraktığım yerde değildi.

"Lei!"

"Lei!" Seslenişlerim cevapsız kalırken endişelenmeye başlıyordum ancak aklımda kötü senaryolar kurmamalıydım. Koca adamım büyük ihtimalle o koca memelilere dalmış ve beni duymuyordu.

"Lei! Koca adamım neredesin?"

"Buradayım baba!" Teknenin arka tarafından gelen sesle rahat bir nefes aldım ve yavaşça o tarafa doğru ilerlemeye başladım.

"Burada ne yapıyorsun bakalım?"

"Yunusları izlemekten sıkıldım ve sende çalıştığın için yanına gelemedim." Bunları söylerken dudakları büzülmüş ve suratı da çoktan asılmıştı. Onunla ilgilenmeyip çalışmamdan hoşlanmıyor ve bunu açıkça göstermekten de asla çekinmiyordu. Dizlerim üzerine eğilerek onunla hemen hemen aynı boylara gelmemizi sağladım ve ellerimi şefkatle yanaklarına yerleştirip yavaşça okşamaya başladım. "Üzgünüm Lei sana eğleneceğimizi söylemiştim ama yine işlere gömüldüm."

Asık suratı yavaşça aydınlanırken küçük kollarını sıkıca boynuma doladı. Lei kalbime dokunabilen tek kişiydi ve benim tüm hayatımdı. Ona hiçbir eksiklik hissettirmeden tüm sevgimi vermeye çalışıyordum yine de şirket işleriyle uğraşırken zaman zaman elimde olmadan onu ihmal ediyordum.

"Önemli değil ki. Hem ben nuna ile güzel vakit geçirdim."

"Nuna?"

"Biliyor musun onun kocaman ve renkli bir kuyruğu var." O kadar heyecanlıydı ki beni duymuyordu bile. Eh ben de bu durumda sadece onu dinlemekle yetiniyordum. Karşımda o koca gözlerini heyecanla açmış kollarını da etrafta sallayarak neşeyle bir şeyler anlattığı zamanlar Dünya benim için durur ve zaman sadece ondan ibaret olurdu.
Sadece oğlum ve benim olduğum bir Dünya... Düşüncesi bile bir harikaydı.

"Ama şimdi yemek vakti." Lei'yi kollarım arasına alıp yerimde doğrulduğumda bile bir şeyler anlatmaya devam ediyordu.

Nunası her kim veya ne ise onu fazlasıyla etkilemişti, hatta anlattığı o kocaman renkli kuyruğu neşeyle bağıran yunusların çabucak unutulmasını sağlamıştı.

"Nuna!" Bir anda bağırışıyla beraber korkarak yerimde sıçradım.

"Sakin ol bakalım koca adam."

"Baba bak geri geldi." Arkamı döndüğümde gördüğüm şey sadece suya dalan renkli bir kuyruktu.

"Demek nunan kocaman bir Japon balığı."

"Baba o japon balığı değil." derken hala gülümseyerek arkamda bir noktaya bakıyordu.

"Neymiş peki?"

"Bu bir sır sana söyleyemem." Hala neşeyle kıkırdarken boynumdaki ellerinden birisini çekerek el sallamaya başladı. Sanırım Japon balığı(!) olan nunasına el sallıyordu.

Lei sizce de çok tatlı değil mi? Kendisi benim bu kurgudaki minik bebeğim olur. *-*

Caligo メ JiminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin