1.🚕

1.9K 160 1K
                                    

Hastane günlüklerinden.

Ben deli değilim.

Umut Tükenmez:

Pencereden doğmaya hazırlanan güneşi tepkisizce seyre dalarak yeni günün varoluşuna şahit olmak, içimde en ufak bir kıpırdanışa bile neden olmadı. Bedenim farklı, ruhum çok farklı yerlerde cirit atarken, ait olmadığım bu yerde ne güneşin konum değişmesi, ne de penceremin dibinde koca çınar ağacını kendine yuva yapan anne kırlangıcın üç küçük yavrusuna tüttürdüğü türkü umurumda olmuyor. Acı çekiyorum ve ne yazık ki, tüm zerrem bu acıyla kıvranıyor. Bu yüzden karanlık gökyüzüne hâlâ hüküm sürerken, susturamadığım sessiz çığlıklarla kendimi bu pencerenin önünde buluyordum.

Gecemi esir eden acı, gündüzümde kayboluyor, orada olduğunu varlığını bilmeme rağmen onu hissetmeyecek kadar kendimden geçmiş, benliğimde yok oluyorum. Zihnimde yankılanan yanıtsız sorular, ruhumun çığlıklarına karıştıkça içimde var olmaya başlayan kıyamete adım adım yaklaşıyorum.

Peki ama ben, neden buradaydım?

Nasıl geldim?

beni buraya kim getirdi?

Bu akıl ve ruh sağlığı merkezinde, tam üç aydır ne işim var?

Gerçi tam olarak üç ay mı ondan bile emin değilim ya...

Yok...

Şu kahrolası kafam önüme hep bomboş anılar sererken, merakımı cezbeden hakikati arkasında gizlemekte direniyor. Buranın adını bile beyaz çarşaflara basılmış logolardan öğrendim. Ah ne kadar acınası, öyle değil mi? Sorduğum, beynime batıp duran sorular yanıtsız, ben ise yıkık, dökük, perişan ve halsizim.

Son zamanlarda gözlerim hep sulanıyor, içim acıyor, kalbim sıkışıyor. Ailem, karım ve can bildiğim dostum... Onları düşündükçe içinden çıkmayı başaramadığım bir bataklıkta boğulduğumu hissediyorum. Burada olmama, buraya hapsedilmeme onlar nasıl izin verdiler? Bilmiyorum. İsyan edip, itiraz eden olmadı mı? Hadi bir ihtimal onlardan habersizce atıldım bu dibi gayrimeşru kuyulara, beni hiç mi aramadılar?

Hiç mi beni aramak akıllarına gelmedi?

Gerçi onların da varlığına buradakiler yok diyorlar ya. Yalnız, sokakta yaşayan zavallı bir adammışım güya. Yalan... İnanmıyorum onlara. Beni benden iyi, kim bilebilir ki? Onlar da bilmiyorlar. Bilmiyorlar işte. Hatta bana deliymişim gibi baktıklarının farkındayım ve bunu kabullenmemi istiyorlar. Bir deli olduğumu kabul etsem rahatlayacaklar ama ben defalarca yaptığım gibi ben deli değilim diye bağırmak, haykırmak istiyorum.

Yine de, bana faydadan çok zarar vereceğini bildiğimden suskunluğuma sığınıyorum. Bu oyuna ne kadar sığınırım, buna ne kadar katlanabilirim? Bilmiyorum. Bir bilinmezlik daha kollarını açarak, beni içine alıyor. Boğuluyorum.
Nemlenen gözlerimden yanaklarıma yaşlar süzülüyor yeniden. İçimin yangınına gözlerim yağmur oluyor ama yanlış yere akıyor ve aktıkça oradaki yangın daha çok harlanıyor. Dayanamıyorum.

Pencerenin yanından kalkarak zaten dar olan odanın tam ortasında duran yatağın ucuna oturdum ve başımı kaldırarak duvarda, elim yetişmesin diye neredeyse tavanda olan saate baktım, yediye geliyordu.

Derin bir iç çektim. Birazdan kapı açılacak şişman, pos bıyıklı, sevimsiz bir adam o kapıdan girecekti. Elinde bir tepsi, tepsinin üzerinde ise altı adet siyah zeytin, kibrit kutusu büyüklüğünde beyaz peynir, beş santim uzunluğunda kapalı kaplarda reçel, yağ, bal ve bir dilim tombul ekmek. Üç aydır her sabah aynı adam, aynı tepside, bu saydıklarımı aynı düzenle getiriyor. Yüzünde gülümseme yerine tiksinti var.

Ben Deli Değilim! {Düzenleniyor}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin