Bölüm 6

525 39 14
                                    

Gözümün önüne filmlerde, haberlerde gördüğüm arama çalışmaları geliyordu. Ulaşmış olsalardı en azından bir helikopter görürdük. Uçaktan inmeden önce cep telefonlarımızı almayı akıl edemediğim için kendime lanet okuyordum. Eğer patlamadan önce alabilseydik bir şansımız olabilirdi.

Grup geri döndüğünde ellerine bakamadım fakat boş dönmemişlerdi. Bahar'ın hızla yanımızdan uzaklaşarak öğürmeye başladığını duyduğumda çantamdan suyumu çıkararak yanına gittim. Midemiz boştu ve ne kadar öğürürse öğürsün kusamıyordu.

-Bakmamaya çalış.

-O iğrenç hayvanları yemeyeceğim.

-Yeterince acıkırsam her şeyi yersin. Güçlenmek zorundayız. Pişirdikten sonra böyle hissetmeyeceksin.

Erkeklerin bir kısmı ateş yakmaya çalışırken diğerleri buldukları dal parçalarına etleri sıralıyordu. Hala o tarafa bakmıyordum, sadece bisküvi dışında bir şeyler yemek istiyordum ve gerekirse gözümü kapatacaktım.

Bugün için yeterince yiyecek bulmuşlardı. Ne bulduklarını ise sormayacaktım. Tadı kötü değildi ve halimize şükrediyordum. Bahar bile ilk lokmada tereddüt etse de halinden memnun görünüyordu. Feyza'nın rengi yerine gelmişti, Ziya ise her zamanki gibi hepimizden fazla yemişti. Ziya ince ve uzundu fakat o kadar çok yemek yerdi ki kilo almaması bir mucizeydi. Pişirdiklerimizin bir kısmını da akşam için ayırdık ve tekrar yola koyulduk.

Karanlık çöktükten sonra ilerlemeyeceğimizin farkındaydık. Saatimi uçuştan önce İstanbul'a göre ayarlamıştım. Aşağı yukarı oraya göre üç saat önce hava kararıyordu. Bu da Malezya ve Türkiye arasında Güney yarımkürede düştüğümüzden başka hiçbir şey ifade etmiyordu. Hindistan'da da olabilirdik, Somali'de de. Rotamızdan ne kadar şaştığımızı kestirmek imkansızdı.

Ateşin başına oturduğumuzda her kafadan bir ses çıkıyordu. Bir kısmımız buna ben de dahildim, Hindistan'da olduğumuzu düşünüyorduk. Sedat Bey kabaca çizdiği haritaya elindeki sopayla eklemeler yapıyordu.

-Kuzey'inde olduğumuzu düşünüyorum.

Engin Bey onaylarcasına kafasını salladı.

-Kuzey'e doğru yol almalıyız. Orman'ın yapısı Güney'de olamayacak kadar sık. Orman'dan çıkabilirsek mutlaka birilerini buluruz.

-Denizin üzerindeydik, Somali'de olma ihtimalimiz de yüksek.

Sedat Bey sıkıntıyla iç çekti ve Atıf'ı onayladı.

-Eğer üç dört gün içinde çıkabilirsek ormandan Somali olabilir. Eğer Hindistan'daysak günlerce yürüyebiliriz.

Hepimizin üzerine sıkıntılı bir sessizlik çökmüştü. Uyumak için ilk çekilenler Engin Bey ve İnci Hanımdı. Dün gece de uyumadığım için üzerime çöken ağırlığa daha fazla dayanamadım, Feyza ve Ziya ile kalın gövdeli bir ağacın altına çekildik.

Sık yaprakların altında yıldızların parlaklığını seçebiliyordum. Yana dönerek ateşin başındakileri izlemeye başladım. Sadece Bahar ve Sedat Bey kalmıştı. Bahar, Sedat Bey'in omzuna başını yaslamış uyuklarken, o gökyüzünü izliyordu. Tekrar gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Onun aklından ne geçiyordu bilmiyordum fakat ben onu ve bugün benimle neredeyse hiç konuşmamasını düşünüyordum.

Sabah karşı gözlerim aniden açıldığında ilk dikkatimi çeken derin sessizlikti. Sadece ateşin içinde yandıkça bütünlüğünü kaybeden dalların çıtırtısını duyabiliyordum.

Kendimi zorlayarak ve sırtımdaki ağrıyı görmezden gelerek doğrulmaya çalıştım. Sanki bütün kemiklerim gece boyunca birbirine yapışmıştı ve ayrılık acısını benden çıkartıyorlardı.

Artık biçimsiz bir hal almış olan ayakkabılarımı ayağıma geçirdim ve gözlerim ile etrafı taradım. O yoktu. Ateşin biraz vücut ısımı yükseltmesi için iyice yaklaştım. Günün ilk ışıkları dalların arasından süzülürken iyice uyanmıştım. Sarındığım battaniyeyi birbirlerine sarılmış olan Ziya ve Feyza'nın üzerine örttükten sonra biraz dolaşmaya karar verdim. Kamp alanından uzaklaşmamaya çalışıyordum fakat şansım dünkü gibi yaver gitmemişti. Herhangi bir su kaynağı yoktu.

Ormanın içi hala yer yer karanlıktı, çok fazla uzaklaştığımı düşüp dönmeye karar vermişken bir dal çıtırtısı duydum. Korku içinde geri dönünce sert bir yüzeye çarptım. Kalbim deli gibi atarken tutunduğum şeyin bir insan olduğunu fark etmemle içim rahatladı. Kafamı kaldırmadan kokusundan o olduğunu anlamıştım. Bütün gün üzerimde kokusunu taşımıştım. Kazadan günler sonra bile nasıl bu kadar muhteşem kokabiliyordu. Ben derin soluklarla sakinleşmeye çalışırken anlamış gibi beni uzaklaştırmaya çalışmadı. Elleri omuzlarımı bulduğunda biraz geri çekilerek gözlerimi gözlerine kaldırdım.

-Korkuttum seni.

-Hayır, sadece... Beklemiyordum.

-Uzaklaşıp geri dönmediğini görünce bakmak istedim. Tek başına hareket etmemelisin Hazan.

-Evet, özür dilerim.

Biraz daha kendime gelmiştim ve ellerinden kurtuldum. Eğer gün doğunca yine yüzüme bakmayacaksa bu kadar yakın durmamızın ve beni merak ediyormuş gibi davranmasının anlamı yoktu.

Ondan kurtularak kamp alanına doğru yürümeye başladım. Birkaç adımda bana yetişmişti. Kolumun üzerine kapanan eliyle durmak zorunda kaldım.

-Bir sorun mu var?

Yüzüne bakamadım.

-Hayır.

-Sanki kafana bir şey takılıyormuş gibi.

Yine ilk aklıma geleni söyledim.

-İnişe geçmeseydik, uçağın kurtulma ihtimali var mıydı?

Geri çekilerek derin bir iç çekti.

-Atıf'la konuşmuşsun.

Gözlerim gözlerine takıldığında gördüğüm hayal kırıklığı ile içime bir acı çöreklendi.

-Özür dilerim, sizi suçlamak istemedim.

-Hayır, bana istediğini sorabilirsin. Soruna gelince çok küçük bir ihtimalde olsa havada kalma ihtimali vardı fakat hızlı karar vermek zorundaydım. Hazan, ben bir iş adamıyım, olasılıklara göre hareket ederim. İniş yaparak kurtulma ihtimalimiz daha fazlaydı inan bana.

-İnanıyorum.

Gözlerinde gördüğüm minnet miydi, mahcubiyet miydi anlayamıyordum. Tıpkı yapacak olduğum hareketin tüm hayatımızı değiştireceğini anlayamadığım gibi.

Gözlerim gözleri tarafından çekilirken parmak uçlarımda yükseldim ve dudaklarımı dudaklarına değdirdim. Geçirdiği şok kısa sürdü ve dudakları kendiliğinden aralanırken elleri beni kendisine çekti. Derin nefes alarak kokusunu içime çekerken ellerim boynuna dolandı. Mantıklı düşündüğüm ilk dakika bir daha yüzüne bakamayacağımı biliyordum oysa sıcaklığında kaybolmak öyle güzeldi ki.

Beni döndürüp bir ağaca yasladığında dudaklarımız birbirimizden koptu. Alnını alnıma dayamış gözlerini kapatmıştı. Ne düşünüyordu? Yaşadığımız anın bir saniyesini bile kaçırmamak için gözlerimi bile kırpmıyordum. Dudağının yukarı doğru kıvrıldığını hissettim.

-Neydi bu?

Aynı anda gözleri gözlerimi buldu. Dudaklarının aksine kaşlarını çatmıştı. Parmak uçlarım hareketlendi ve orada gezindi. Ne yapmaya çalıştığımı anladı ve yüz hatları gevşedi.

-İnanıyorum size.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Feb 28, 2020 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

HAZAN İZİWhere stories live. Discover now