2.BÖLÜM - GERİ DÖNÜŞ

7.1K 726 49
                                    

Bir önceki bölümde, Beliz'in soyadını yanlış yazmışım. Onu düzelttim. Bilginize. 2.BÖLÜM sizlerle :) Keyifli okumalar :) Hüseyin kimmiş bakalım :) tahmini olan var mı? Ya da kafasında oluşturduğunuz bir karakter :)

****
“Ben senin küllerine ateş olurum da sen bana ne olacaksın? Hangi yarama ilaç, hangi külümden beni yeniden yakacaksın?”

KASIM 2019
İş yerindeki iki farklı adım sesleri cam odalardaki herkesin dikkatini çekmiş ve başlarını kaldırıp, gelenlere bakmışlardı.
Gördükleri kişilerin onlar olduklarını tahmin etmişlerdi. Zaten bekleniyorlardı. Tüm iş yerinde anında fısıltı halinde konuşmalar başlamış, gözlerin hepsi bu iki iri yarı askeri takip eder olmuştu. Çünkü beklenti ile görüntü farklıydı.

İkisinin de sakalları birbirine karışmıştı. Boyu ve yaşı daha büyük olduğu belli olan adam simsiyah saçlara, sert bakışlara ve keskin hatlı bir yüze sahipti. Son çatışmada aldığı yaraların izleri hala yüzünde ve kollarında açıkça görünüyordu.

Diğeri ise esmer olanın tam aksine daha muzip ve daha serseri duruyordu. Onu süzen gözlere sırıtıyor, mavi boncuk dağıtıyordu. Buna sinirlenen arkadaşı, “Önüne bak!” diye uyarma gereği duysa da diğerinin çok da umursadığı söylenemezdi.
Sekreterin önüne geldiklerinde, sekreter hemen ayağa kalkmış, ama şaşkınlığını da gizleyememişti. Gözlüğünün arkasındaki tedirginlik ve şaşkınlığını umursamayan adam, tok ve derinden gelen sesi ile kadına "Hüseyin beyle görüşecektik," dedi.

Zayıf ve oldukça gösterişli olan kadın ise başı ile onaylayıp kapıyı göstererek, "Sizi bekliyor, lütfen buyurun," diye ekledi.

İki genç adam kapıdan içeri girdikleri an, Hüseyin o eşsiz gülümsemesi ile ayağa kalkıp, "Sonunda döndünüz..." dedi. Sesindeki mutluluk ve rahatlama elle tutulacak derecede somuttu. Hüseyin kırk iki yaşında, oldukça dinç ve yakışıklı bir adamdı. Hala kadınların yüreğini hoplatan bir gülüşü, farklı bir havası vardı. Askerliği bıraktığından bu yana hafif uzun bıraktığı saçları yaşını hiç göstermemesini sağlıyordu. Bu iki gence ise kan değil ama can bağıyla bağlıydı.

“Döndük abi,” dedi acılı bir gülümseyişle. Çünkü Anıl için aslında bu bir dönüş değil, bir yenilgiydi. Anıl ile Seha, nam-ı diyar Bozkurt ve Karasis. Askerlik kamuflajlarıydı, asıl işleri en gizli, en riskli, kimsenin kolay kolay göze alamayacakları görevlerdi.

Adam kalkıp oğlu gibi olan iki delikanlıya sarıldı. “Sıkma canını Anıl, her şey olacağına varır. Böylesi daha hayırlı inan bana. Hem otuz bir yaşına geldin evlat. Artık inziva vakti.”

“Değildi. Daha çok erkendi. Hepsi o adamın yüzünden. Çok az kalmıştı abi, onun ipliğini pazara çıkaracaktım diye beni birliğimden ayırdı, işimden etti. İfşa olmasaydım...”
“Anıl! Oğlum... Bak sana oğlum diyorum. İkiniz de benim kıymetlimsiniz. Siz yerine tabutunuzda gelebilirdi bana. O adam gözünün yaşına bakmadan harcardı seni.” İkisinin de omuzlarına koydu her bir elini, “Hem ben yaşlandım. Yalnızlık çok çekilir bir şey değil inanın bana. Gelmeniz iyi oldu.”

Anıl kaşlarını çatarak baktı adama, “Baksana sen, yakında ‘mürüvvetinizi de göreyim, torun da seveyim’ deyip, bizi evlendirmeye kalkmazsın değil mi?” diye sordu serseri bir gülümseme ile.
“Valla fena olmaz. Aklımdan hiç geçmiyor, dersem yalan olur. Hem kimbilir ben demeden aşık olur evlenirsiniz belki.”

Seha ise cam bölmeden sarışın sekreteri süzüyordu. “Valla bana hiç bulaşmayın. Benim daha hayatın renklerini tek tek keşfetmem lazım. Beyazın masumluğu, pembe panjurlu evin sevimliliği bana göre değil.”

BİR YANGININ KÜLLERİ - ATEŞ SERİSİ II / FİNALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin