benim prensim olur musun?

153 19 5
                                    

The Irrepressibles - Two men in love

...O'ysa sen tek bir harf fısıldasan, ben çığlık çığlığa ağlayacaktım...

"Yarın geliyorsun değil mi?"

"Aptal, soruyor musun bir de tabii ki geliyorum. Heyecanlı mısın?"

"Aslında çok önemli bir şey değil ama yine de çok heyecanlıyım." demişti derin bir nefes verip. Kahvemden bir yudum daha alıp tabağımı didiklemeye devam etmiştim. "İstersen şimdi geleyim yanına?"

"Olmaz suratsız, akşama kadar çalışacağım biraz daha, yarın gel."

"Erkenden geleceğim, kahvaltı yaparız. Çok yorma sen de kendini, kıçını kırıp sonuncu olmanı istemem." Telefonun ucundan homurdanmalarını duyuyordum. Yarın için çok heyecanlı olduğunu bildiğimden biraz olsun rahatlasın istiyordum ama Taehyung'tu bu, eminim çok stres yapıyordu kendine.

Küçük çaplı bir Balet yarışmasıydı. Daha doğrusu, kendini geliştirmek adına hep katılıyordu böyle etkinliklere ama bu defa daha fazla yarışmacı vardı. Her defasında da aynı heyecanı duyuyordu, birinci olacağını biliyordum fiziği bunun için yaratılmıştı resmen. "Çok komik, istersen gelip sana bir kalça ağrısı bırakabilirim ne dersin?" Dediğine kahkaha attığımda tekrar homurdanmasını duydum. Bu konularda asla acımıyordu. "İğrençsin Kim Taehyung," dedim kıkırdayarak. "Arkadaşın olarak sana iyi dileklerde bulunuyorum ama senin dediklerine bak. Ayrıca prensip olarak uzaylılarla sevişmiyorum bilgin olsun."

"Seni asla affetmeyeceğim bilgin olsun. Yanık kokusu oralara kadar geldi değil mi?"

"Kalbim yanıyor dersen eğer gezegenine geri dön lütfen, terk et burayı." Görmeyeceğini bilsem de gözlerimi devirmiştim. Arkadan gelen hışırtılarla yeniden çalışmaya başlayacağını anlamıştım. "Çok boş yaptın, senin yüzünden on dakikam gitti. Sonuncu olursam kendimle beraber seni de depresyona sokarım."

"Ben de seni seviyorum ve birinci olacaksın, sen Kim Taehyung'sun."

"Elbette olacağım ne sandın yar-"

"Tamam sus! Egondan gelen hakaretleri dinlemeyeceğim, görüşürüz."

Telefonu yüzüne kapatıp yemeğime geri dönmüştüm. Onunla konuşurken keyfim yerine geliyordu ama diken üstündeydim. Ellerimle gözlerimi ovuşturup kafamı avuçlarımın arasına aldım, gözlerimin altı şişti ve uykum vardı. Her an kapı çalacak da gelecek diye bekliyordum.

Kızgındım, belki biraz da kırgın. Bana öğrettiği diğer bir şeyde, insan asla alışmıyordu sevdiğinin gidişine, yokluğuna, gelmeyişine.
Alışmak biraz da vazgeçmektir aslında. Beklemekten, umut etmekten hatta sevmekten bile vazgeçmektir. Bir anda olmadığından alıştım sanırsın. Bir gece de bütün duyguları alıp götürmediğinden acıtmıyor dersin ama öyle değil, hayatın telaşından, peşinden koşacağın yeni hayaller bulduğundan unutursun. Sonra bir gece, genelde saat dörtten  sonra, başını yastığa koyduğunda anlarsın ki hiç alışmamışsın. Sadece ilk günkü tazeliği gitmiş, yara kabuk bağlamış. Usulca dökülür yaşların ama neye ağladığını da bilmezsin.

Bense, vazgeçmeyi de istemiyordum. Her şey bir yana onu sevmekten nasıl vazgeçerim? Bir bakışa koca bir geceyi silip atacak kadar çok seviyorken nasıl vazgeçerim? Canımı yakıyordu ve hıçkırarak ağladığım oluyordu ama dönüp bakınca ne için olduğunu biliyordum. Gidişi canımı yakan biri vardı, kırgınlığı ağlatan biri vardı, sevmesem canım yanar mıydı? Gülüşüne tutunduğum biri vardı, sevgimden ağlıyordum...

rainy eyelashes: yoonminWhere stories live. Discover now