sunflower, vol. 5

63 14 1
                                    


ayçiçeklerimi kopardılar bahçemden

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.




ayçiçeklerimi kopardılar bahçemden


5 | yaşanması mümkünken yaşayamadığın mutluluklar


"Bay Jeon beğenmiş midir sence, dün akşam postanın evine varması gerekiyordu ama bir şey söylemedi."

Artık her gün onunlaydım, sabah Mina'yı okuluna bıraktıktan sonra tüm sokakları es geçmeden dolaşıyor, bazen de aynı tepeye çıkıyorduk. Merak ediyorsanız söyleyeyim, öptüğüm günden beri tam tamına iki hafta üç gün geçmişti. Bu konu hakkında tek bir kelime bile etmemiştik ama bilmek istiyordum, tekrar öpme isteğim çok büyüktü ve rahatsız mı değil mi öğrenmeliydim bir şekilde. Birkaç gün önce de çınar ağacının resmini yapıp Bay Jeon'a göndermiştim. Beğeneceğini umuyordum ama hiç sesini çıkarmamıştı.

"Beğenmiştir o, sen hiç merak etme." dedi ağırlığını daha da üstüme vererek. Yeni doğmuş penguen gibi yürümeye başlamıştım ve sürekli gülüp duruyordum. Kollarını omuzumun üstünden bağlamış, arkamdan sarılmıştı. Zar zor yürüyorduk ama hiç şikayetçi değildim, ayrılmakta istemiyordum zaten. Mahalleli bu halimizi görüp arkamızdan bin ton laf ediyordu, duymuyorum sanıyorlardı ya da duymamı istiyorlardı belli ki, ben de dinliyordum. Onlar için ne kadar üzücü bir durum olsa da takmıyordum kafama hiçbirini, istediğim kişiyle beraberdim ve ondan başka kimsenin düşüncesi beni ilgilendirmiyordu. Korkum da yoktu kimseden, toplumun doğru olduğu düşündüğü ve kendilerince oluşturdukları standart ahlak kurallarını önemsemiyordum, beni içine almıyordu hiçbiri, tarafsız değillerdi çünkü. İyice düşünülmemiş, üzerinde neredeyse hiç durulmadan kabul edilmişti fakat ben reddediyorum.

Yanından geçtiğimiz bahçede torunu olduğunu tahmin ettiğim kadın bizi gördüğünde, çocuğun gözünü kapattı. Gülümseyerek ona baktım ve uzaktan bir öpücük yolladım, sen misin çocuğu yetiştirecek kişi yani? peh. Ağzımın ortasına yediğim şaplakla olduğum yerde durup ona doğru dönmeye çalıştım fakat omzumdaki eller buna müsaade etmiyordu. "Atma kimseye öpücük, bu yaşlı bir teyze olsa bile."

Tam elini ısırarak ona cevap vermeyi planlıyordum ki karşıdan gelen afacan buna engel oldu. Ablam genelde eline birkaç kuruş bir şey koyar, aynı zamanda da bana haberleri uçurmasını sağlardı. Uçurmasını diyordum çünkü gerçekten çok hızlıydı yaşına göre, bir yarışa girsek, buna değinmeden edemeyeceğim, bacakları uzun olan kişinin ben olmama rağmen, ilk saniyesinde kaybedeceğimi biliyordum. Hem ben sevmezdim pek teknoloji işlerini, telefonum yoktu. Onun yerine geçen sene tablolarımı satmış, bir fotoğraf makinesi almıştım.

"Yoongi abi! Sana mektup gelmiş abla getirmemi istedi, buyur al." dedi ve elime mektubu tutuşturup koşarak yanımızdan ayrıldı. Ne mektubu olabilirdi ki? Merakla gönderene baktım. Seul Üniversitesi. Hızlıca açtım mektubu, bu sırada omzumdaki kollar çekilmişti.

"Sayın Min Yoongi, üniversitemizin Güzel Sanatlar Fakültesine kabul edildiniz. Kaydınızı 5 Ekim'den önce yaptırmayı unutmayın-" gerisini okuyamamıştım. O kadar rahatlamış hissediyordum ki, mektup uzun süre gelmeyince kabul edilmediğini sanıp günlerce kendi kendimi yemiştim. Göz yaşlarımı kendime saklayamamıştım bu sefer.

"Hey, gel buraya, neden ağlıyorsun ayçiçeğim?" Kendisine dönmemi sağlamıştı ama hâlâ gözlerim yaşla doluydu, benim gibi yeteneğe sahip ama benden çok farklı birçok insan olacaktı orada. O kadar heyecanlıydım ki. "Mutluluktan," demiş ve gözyaşlarımı silmiştim. Ona bu durumdan hiç bahsetmesinin aklıma gelince açıklamak istedim. "Üniversiteye kabul için sınava girmiştim birkaç ay önce, mektup uzun süre gelmemişti ama şimdi kabul edildiğimi söylüyorlar."

"İstediğin bölümde okuman çok güzel olacak, kendini daha çok geliştireceksin." Kaküllerimi geriye doğru taradı, biraz önceki mutluluğum çoktan uçup gitmişti. Üzgün görünüyordu, mimikleri bunu saklamayı başarsa bile gözlerinden okumuştum. Gideceğimi biliyordu, gideceğini biliyordum. Hep kaçtığımız şey bu sefer yakalamıştı ensemizden.

"Tepeye çıkalım mı?" diye sordum, sorgulayan ve kınayan gözlerle birlikte bu konuşmayı yapmak istemiyordum. Onayladı, sessizlikle geçen dakikaların ardından tepeye varmıştık. Uzun süre konuşmadığım için boğazımı temizleme gereği duydum. Bu sefer uzanmamış, karşılıklı oturup birbirimize bakmaya başladık.

"Gideceğimi biliyorsun, gideceğini biliyorum." Hiçbir şey söylemedi. " Sadece ne olursa olsun, gökyüzümde senden başka kimsenin yerinin olmadığını bilmeni istiyorum." Gitmek işi sadece fiilendi, ben ondan asla gitmezdim fakat söyleyemedim bunu. Anlamasını umdum.

"Biliyor musun? Dostoyevski 'keşke' kelimesinin yapılabilecek en güzel tanımını yapmış," O konuşmadıkça konuşasım geliyordu, konuşmaya ihtiyacım vardı. Aklımın bir köşesinde öylece küflenmeye bıraktığım bir söz geldi dilimin ucuna. "Aslında insanın canını en çok acıtan şey hayal kırıklıkları değil, yaşanması mümkünden yaşayamadığı mutluluklardır, demiş. Keşkem ol istemiyorum, bu yüzden hep bende kal olur mu? Sen ben ol, ben sen olayım. Kopmayalım birbirimizden."

Ellerine uzanıp parmaklarımızı kavuşturdum.

"Tek bir bulutun bile üzerime gölge düşürmesine izin verme, lütfen."



çok keşkem var, boyumu aştı

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


çok keşkem var, boyumu aştı

vol.6 son durağımız.

sunflower, vol. 6 |  yoonkookWhere stories live. Discover now