dört

217 27 6
                                    

Işıkların içine gömülmüşüz, hayatımızın en önemli gecesi gibi davranıyoruz ama boktan bir içkiyle boktan insanların olduğu bir evdeyiz yalnızca. Ortama bir parti havası hakim, loş ışık tepemizde ve son ses müzik kulaklarımızı dolduruyor. Bu tarz ev partilerine alışık olmadığı, bir şişe birada sarhoş olacak kadar dayanıksız olduğu o kadar belli ki, onun burada olmasına vesile olduğum için kızıyorum kendime.

Koltuğun kenarına oturmuş, elindeki bardağı sıkarak etrafı izliyor. Ve eminim gitmek için can atıyor, ama ayıp olmasın diye kalıyor. Yapabilseydi, hepimizin yüzüne tükürürdü. Bizi birbimize düşürür ve hatta bir kaçımıza küfür ederdi belki.

Hızlı adımlarla birbirini yemekten beter eden Cheol ve Jeonghan'ın yanından sıyrılıp onu burada ilk kez görmüş gibi yapıyorum. Oyunculuğumun üstüne yok.

"Hey! Burada seni görmek güzel."
Elindeki bardağı hafifçe kaldırıyor bana bakarken. Zorla gülümsüyor.
"Evet burası hoş." Hafif sarhoş. Vücudu titriyor. Ve yemin ederim, o kadar güzel ki, ben aklımda dönüp duran ahlaksız düşüncelere engel olamıyorum.

"Biraz hava almak ister misin? Burası beni çok boğdu." Diyorum onu buradan kurtarmak için. En azından bunu yapmam gerek.
Başını sallıyor hemen. Gürültüden uzaklaşarak kapının önüne çıktığımızda, evdekinin aksine, derin ve kasvetli bir hava karşılıyor bizi. Sigara paketini uzattığımda başını olumsuz anlamda sallıyor.
"Kullanmıyorum."

Omuz silkerek bi sigara yakıyorum ve zehirli dumanı ciğerlerime gönderiyorum. Rahatlamış gibiyim.
"İçki de kullanmıyorsun."

"Nereden biliyorsun?"
Gülümsüyor ardından.

"Baksana, sarhoşsun. Bir bardak bile içemedin."

"Beni izliyormuşsun."

Başımı kaldırıp yıldızlara bakıyorum.
"Aslına bakarsan evet. Uzun bir süredir izliyorum. Bir kaç hafta, belki bir kaç aydır."

Kıkırdıyor. Mutlu ya da keyifli olduğu için değil. Sarhoş işte. Elini duvara dayayıp destek almaya çalışıyor. Göz kapakları ağırlaşıyor. Bu anı bir daha yakalayamayacağımı pekala biliyorum. İçimdeki şeytan beni sürekli dürtüyor ve ona karşı koymak, benim için zor.

Elimi yüzüne götürüp nazikçe yüzünü tuttuğumda, ağır ağır yüzümü buluyor gözleri. Hareketlerimi izliyor.
"Beni görmezden gelmene katlanamıyorum. Sana deli olduğumu bilmiyormuş gibi davranman beni çıldırtıyor, Wonwoo."

Yüzü avcum arasındayken gülümsüyor.
"Biri bana neden deli olsun ki? Bu saçma."

Ona gittikçe yaklaşıyorum, yine aklımı kullanmadan hareket ediyorum ve ne tepkiyle karşılaşacağımı bilmiyorum. Alkol ve şeytan, beni mahvedecek gibi hissediyorum. Ama ona dokunamamak, nefes alamamak gibi, katlanamıyorum artık buna. Sigaramdan son kez bir nefes çekip kenara fırlatıyorum. Elim hala yüzünde. Tapılacak bir şeymiş gibi bakıyorum ona. Ve o da farkında. Artık her şeyi biliyor.

"Beni öyle fena yapıyorsun ki, sürekli sana koşmak, sen dışında her şeyi unutmak istiyorum. Zihnimi, kalbimi, içimi seninle doldurmak istiyorum. Sana sahip olsam bile, sana asla doyamayacak gibi hissediyorum, Wonwoo. Sensizlikten aklımı kaçıracak gibiyim."
Elleri, yüzümdeki elimi buluyor. Nazikçe tutarak indiriyor aşağıya.
"Ben, bu kadarını haketmiyorum. Lütfen başka bir şey söyleme. Görmezden gelmek zorundayım. Çünkü layık değilim."

Geriye doğru bir adım atıyor ve gitmeye yelteniyor. Kolundan tutuyorum anında. Çünkü bu söyledikleriyle beni kızdırıyor.
"Bunları bir daha duymak istemiyorum. Böyle düşünemezsin. Bencil olma."

Hata yapıyordum. Duygularımı dile getirmekten kaçmıyordum ve pişman olacağım şeyler söylüyordum. Olmasam bile, ona kızmam tamamen aptallık. Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Bu yaptığım aptallık.

Kolundaki elime dikiyor gözlerini ve alay edercesine gülümsüyor.
"Beni ne kadar tanıyorsun böyle konuşmak için?"

Kolundaki elimi gevşetiyorum canını yakmamak için.
"İnsanlara yaklaşamıyorsun, çünkü terkedilmekten korkuyorsun. Sana yaklaşanlara da aynı sebepten yaklaşamıyorsun. Hiç canın yanmamış, bu yüzden geçici olduğunu anlayamıyorsun. Böylece kendini küçük görüyorsun. Yapma, görmezden gelme."

Tekrar kıkırdıyor, ama alay eder gibi. Şu an namluyu başına dayasalar da alay edecek sanki. Pek kendinde sayılmaz.
"Neden beni deli gibi istiyorsun?"

"Seni terketmeyeceğimi biliyorum."

Beni tanımayan birine bunları söylemek, deli cesaretiydi. Hele de güvenmesini beklemek, tamamen aptallıktı. Ama kendime o kadar güveniyordum ki, onu yüz üstü asla bırakmazdım. Başını sallıyor gülümsemesi silinirken. Bu tamamen beni geçiştirmek için yapılan bir baş sallaması.

"Bunu düşüneceğim."

Elini burun kemerine götürüp sıkıyor. Başı ağrıyor olmalı.
"Pekala özür dilerim. Gitmek ister misin? Seni eve bırakırım. Ya da nereye istersen?"

Elini yüzünden çekerken bana bakıyor minnet dolu gözleriyle.
"Gerçekten o kadar iyi olur ki, başım çatlayacak gibi ağrıyor."

"Pekala. Burada bekle. Tamam mı?"

Wonwoo başını sallarken aceleyle içeriye giriyorum ve ceketimi aldıktan sonra çocuklarla vedalaşıyorum. Tekrar çıktığımda Wonwoo'nun neredeyse ayakta uyuduğunu görüyorum, hafifçe dürtüyorum onu.

Gözleri açılıyor ve bana tebessüm ediyor. Daha iyi yürümesi ve olduğu yere yığılmaması için elimi beline doluyorum. Yok olacak gibi. Başını tutamadığı için omzuma koyduğunda, abartmıyorum, kokusu burnuma doluyor ve ben onu orada öpmemek için zor dayanıyorum. Sabrım sınanıyor, bilerek yapıyor sanki, beni çıldırtmak için. Sarhoş değilim ama kokusu, beni hem sarhoş ediyor, hem de baştan çıkarıyor.

Arabaya geldiğimizde başını nazikçe çekiyor omzumdan. Yumuşak saçları birbirine girmiş. Oturması için kapıyı açıyorum ve o koltuğa yerleşirken, kemerini takmak için ona doğru eğiliyorum. Uykuyla uyanıklık arasında şimdi. Başını öne doğru eğmişti, tanrım, nefesi boynuma çarparken, sakin kalmam daha da zorlaşmıştı.

Aceleyle kemerini takıp, kapısını örtüyorum. Ateşle oynuyor gibi hissediyorum, bana günah işletmeye yemin etmiş gibi.

Wonwoo'nun nerede yaşadığını bilmiyordum ve görünüşe bakılırsa öğrenemeyecektim, uykuya dalmıştı.
Bir kaç kez uyandırmaya çalışmama rağmen uyanmıyordu, bünyesinin bu kadar zayıf olmasını istemsizce masumiyet olarak görmüştüm.

Hansol'u aramayı akıl edebilmiştim, nerede yaşadığını biliyorsa, bana söyleyebilirdi. Defalarca kez aradım, ama açmadı, sızmış olmalıydı. Tek bir yol görünüyordu, sizin de tahmin edebildiğiniz gibi, onu evime götürmek. Çabalamadım. Sonucunun bu olması içimi rahatlattı hatta. Bu kadar klişe bir geceden sonra mutlaka sevişirdi benimle. Ama onu kendimle kirletemezdim. Onu istediğim için suçlu hissediyordum.

Kısa bir yolculuğun ardından eve ulaşmış ve güç bela onu odama taşımıştım. Hayır, oldukça hafifti, güç bela diyorum çünkü, biliyorsunuz işte, yakınımdayken, dayanmak zordu.

Yatağımda, benim yatağımda, yatıyordu. Başının yanına kolumu dayamış, onu izlemeye başlamıştım. Her şey rüya gibiydi, uyanmaktan korkuyordum. Birden bire yok olmasından deli gibi korkuyordum. Beni asla sevmemesinden, kazanamadığım birini kaybetmekten ölesiye korkuyordum.
Yavaşça yanına uzandım. Bu yaptığım yanlıştı. İğrenç biri olmakla karşı karşıyaydım. Uyuyordu ve ben, izni olmadan ona asla dokunamazdım. Elim saçlarına gitti, parmak uçlarımla okşadım saçlarını. Kıpırdandığında ellerimi üzerinden çektim. Sonra da sabah olabilecekleri bir an bile umursamadan, kendimi uykuya teslim ettim.

Bye Bye My Lover | Meanie ✔Where stories live. Discover now