1~ SİMSİYAH GİYİMLİ

721 165 527
                                    

İlk öncelikle, en büyük destekçim roka_tadinda'ya çok teşekkür ederim. O olmasaydı belki şu an, bunu yazamıyor olacaktım. Öpüyorum canımsu 😘🤭.

Aylardan Aralık ve sınıftaki salağın teki camı açmış, bahçeye bakıyor. Oturduğum öğretmenler masasının üstünden, bulduğum ilk nesneyi kafasına attım, tahta kalemini... "Kafan mı güzel? Yoksa Manisa kaçkını mısın Ömür!?" dedim hiddetle camdan bakan çocuğa. Camı kapatırken bir yandan da kendi kendine söyleniyordu.

Ben Yağmur Alkan. 17 yaşında, lise 3. sınıf öğrencisiyim. Şu an sınıfta oturmuş, öğle arasının geçmesini bekliyorum. Sürekli aklımda olan, ama şu an aklımı birazcık daha fazla kurcalayan şeyle telefonu montumun cebinden çıkardım. Aklımı kurcalayan şey mi ne? Annem... Annem hamile, bugün doktora kontrole gidecekler. Daha günü gelmemesine rağmen, benim içimdeki bir ses bugün o bebeğin doğacağını söylüyor. Gecikmeden annemi aradım. Açtığı an, ona izin vermeyerek konuşmaya başladım.

"Anne noldu ne yaptınız?"

"İyi, şimdi doktorun yanına gireceğiz. Ben haber veririm sana."

"Tamam anne."

Vakit kaybetmeden kapattım telefonu. Yanıma can dostum diyebileceğim arkadaşım geldi, Özlem... Lisede tanıştık, klasik bir hikayeyle... Yan yana oturduk da ilk gün. Masanın üstüne oturup heyecanlı bir şekilde araladı dudaklarını, "Kanka annen doğurmuş mu?" söylediği cümleye gülerken aynı zamanda da başımı 'hayır' anlamında salladım.

"Kızım kardeşimiz olacak, ne güzel. Nerede kaldı bu çocuk?" dedi sıkıntılı bir yüz ifadesi ve sesle. "Biliyor musun? Aradı beni, geliyormuş, yoldaymış(!)" dalga geçerek söylediğim cümleye bozulduğu her halinden belliydi. "Off ben de oturmuş dinliyorum seni, hadi kalk yürü!" ağzından çıkan kelimelere efor harcarken bir yandan da beni çekiştiriyordu. Kolumdan tutup sürükledi koridora doğru. Merdivenlerin başına geldiğimizde, daha fazla dayanamayarak durdum. "Özlem, nereye?" durarak söylediğim için mecburen o da durmak zorunda kaldı. "Off kızım! Nereye olacak! Bugün Cenk'in maçı var. Spor salonuna gidiyoruz." aceleyle söyleyip, merdivenlerden inmeye başladığında, yanına ulaşıp kolumu omzuna attım. "Maçın bitmesine on beş dakika filan var ama canımsu?" dedim sorarcasına bir ses tonunda. "Unutmuşum napayım?" dedi hiç yüzüme bakmadan merdivenlere odaklanmış bir biçimde. Onun bu haline gülüp ben de odaklandım merdivenlerden inmeye, çünkü ayağım takılır, net.

Sınıflar arası voleybol maçları oluyordu. Bugün Cenklerin, yani biricik eniştemin sınıfının maçı vardı. Cenk, bizden bir dönem üstteydi. Onun sınıfı 12/A'yken bizimki, 11/C. Yarın onların sınıfla maçımız vardı. Bizim takımda Özlem ve ben de vardım. Özlem kesin oynayamayacak gibi geliyordu bana ya, hadi neyse.

Hızlıca indiğimiz merdivenlerin karşısındaki kapıdan çıktığımızda aynı zamanda, binadan çıkış yapmış olduk. Binanın çaprazında duran spor salonuna giriş yapıp hemen tribünlere çıktık. Her zamanki yerimiz boştu. Klimanın önüne, sol ön köşeye geçip oturduk. Ben maçı gayet objektif bir biçimde izlerken, Özlem'e baktığımda gözlerinin sadece Cenk'te olduğunu gördüm.

Bana bu işler ne kadar saçma da gelse, bir gün çok iyi biriyle tanışıp ömrümü onunla geçireceğime hep inanıyordum.

Maçın bitmesiyle Özlemi kolundan tuttuğum gibi spor salonundan çıkardım. Spor salonun kapısından çıktığımız gibi kolunu kurtardı benden. "Ben Cenk'i tebrik edeceğim!" dedi kararlı bir yüz ifadesiyle. "Yaa Özlem Hanım, demek öyle. Çocuk seni her gördüğünde 'Adın?' diye soruyor be! Yürü gidiyoruz!" sözlerim emir verirken, gözlerim yalvarıyordu cümlemi kurarken. Kurduğum cümleye karşılık verecekken, Cenk'in spor salonundan çıkmasıyla hemen yanına gidip o güzel gülüşünü bırakıverdi Cenk'in yüzüne."Tebrik ederim, çok güzel oynadınız." dedi hala gülüşü yüzündeyken. Cenk gülümseyerek cevabını bırakıverdi dudaklarından "Teşekkür ederiz. Adın, Özlem'di değil mi?". Bu sefer bilmişti adını. Özlem adına o kadar mutlu oldum ki anlatılacak kapasitede değil. Özlem'in güzel gülümsemesi daha da büyüyüp dişlerini ortaya çıkaran cinsten olmuştu. "Evet, Özlem adım. Bu arada yarın bizim sınıfla maçınız var." dedi Özlem, konuşmanın hiç bitmesini istemeyerek. Çocuk gülümsemesini bozmadan, sarı saçlarını eliyle düzelterek dudaklarını araladı, "Ya, demek öyle, o zaman size iyi şanslar ne diyeyim?" konuştuğu üslup bana ukalaca gelse de sesimi çıkartmadan yanlarından birazcık uzaklaştım. Birden telefonum çalmaya başlayınca elimi hemen montumun sağ cebine attım. Arayan kişiyi gördüğümde heyecanlanıp, hiç beklemeden açtım gelen çağrıyı.

" Efendim? "

"Yağmur, annen doğum yaptı."

"Ne zaman geleceksiniz?"

" Bir hafta kadar hastanede tutacaklar."

"Tamam."

Uzatmadan, telefonu kapatıp, yeniden sağ cebime yerleştirip fermuarını çektim. Konuştuğun kişi kim diye soracaksanız, babamdı. Anladığım kadarıyla bugün evde yalnızdım. Çünkü babamın kuzeninin evi, hastaneye yakındı, bu durumda babam orada kalırdı. Ben düşüncelerime dalmış, öbür boyuta geçecekken, Özlem arkamdan gelip sarıldı. Bir an da irkilsem de belli etmeden, kendimi çekip onun çehresine doğru döndüm. "Ya deli, ne yapıyorsun?", yüzüme heyecanla bakarak çocuk gibi ellerini çırptı "Adımı bildi, adımı...". Onun bu haline gülüp ciddi bir tavır takındım. "Mutluluğuna, mutluluk katayım mı?" dediğimde, merakla içinin yendiğini çok iyi biliyordum. "Kardeşimiz, doğmuş Özlem!" dudaklarımdan çıkan cümleyle hiç beklemediğim bir şey yaptı, okulun ortasında çığlık attı deli. Elimi hızla ağzına götürdüm. "Kız sus! Herkes bize bakıyor!" dedim şaşkınlığımla beraber.

Öğretmenler zilinin çalmasıyla binanın içine girip merdivenlere koyulduk. Özlem heyecanlı heyecanlı, sürekli doğan kardeşimle ilgili bir şeyler söylüyordu. Kardeşimin doğmasına ben de çok seviniyordum ama içimi kemiren bir endişe vardı. Özlem yüzünü asarak yüzüme çevirdi gözlerini, "Babanla ufacık olan bağının tamamen kopmasından korkuyorsun, değil mi?". Gözlerimi önüme çevirdim, dudaklarımı oynatmadan, sesimi dahi çıkarmadan başımı salladım sadece 'evet' anlamında. "Ah be kızım! Bir şey de diyemiyorum ki!"

Konuşurken çoktan bizim sınıfın olduğu kata gelmiştik. Koridorun sol yarısının, ortasında olan sınıfımıza girecekken birden sınıfın kapısı açıldı. "Ne oluyor be!?" neredeyse kapı yüzüme çarpacağı için sinirden, sesim oldukça sert çıkmıştı. Hiç aldırmadan, öylece yanımızdan geçip gitti,kapıyı açan çocuk. Sınıfa girdiğim an, sormama gerek kalmadan dersin boş olduğunu anladım. Neden? Çünkü, sınıftaki vatandaşlar toplanıp sınıftan çıkıyorlardı. Kendi kendime sinirleniyordum, çünkü bize haber vermeleri gerekirdi ,tüm öğle arası bekledik. Öylece sınıfın ortasında dururken , Özlem beni kolumdan tutup bildiğiniz sürükledi, bizim sıraya doğru."Kız, yavaş! Neyi kaçırıyoruz?!" sorduğum soruya ara verip sınıftaki herkesin çıkmasını bekledim, isteğim gerçekleşince devam ettim, "Cenk için mi?" dediğim an da, uğruna ömrümü verebileceğim bir gülümse belirdi yüzünde. "Normalde onun için olabilirdi, ama dersine girdi. Ayrıca kardeşimiz doğdu onu görmeye gideceğiz.", büyük bir heyecanla söylediği kelimeleri, boğazına tıkmak gibi olacaktı söylediğim şey. Yüzüne hayal kırıklığıyla bakarken gözlerime çevirdi gözlerini, "Noldu?" onun da sesi hayal kırıklığıyla doluydu işte şimdi. "Annemler bir hafta kadar hastanede kalacaklarmış. Yani aslında ev boş. Diyorum ki; Refika Teyze'ye söylesek de bize gelsen?" dedim en çocuksu şirinliğimle. Benim halime gülüp kafasını olumlu anlamda salladı.

Yürürken kolunu omzuma attı, " Ne günlerdi ya? Okulda kimseyi tanımıyoruz, salak salak geziyoruz, ezik ezik dolaşıyoruz." bu kelimeler ağzından tek tek dökülürken buram buram özlem kokuyordu ses tonu, aynı ismi gibi. Söylediğine gülümserken ukalaca konuşmaya başladım, "Bir kere ezik gibi takılan sendin, ben gelen 11'inci sınıflara filan haddini bildiriyordum. Tamam mı?".

Konuşa güle, okuldan çıkıp bizim eve doğru yürümeye başladık. Özlem, Refika Teyze'yi arayıp izin aldı. Tamam ağlamamıza ramak kalmıştı, ama sonuçta izin koparttık. Özlem anıları anlatmaya devam ediyordu, tabii ben de kahkahalar atmaya... "Şeyi hatırlıyor musun? Hani şu 10. sınıftayken, bütün sınıfı ayartıp okuldan kaçacaktık, sonra ordu gibi arka bahçeye gittik de Zeki Hoca - müdür yardımcısı- da oradaydı, park yeri yaptıracakmış da işçilerle oradaydı..." gülmekten anlatamayacak raddeye gelince , gülmeye devam ederek devraldım sözü, " Sonra hiç suçumuz yok gibi savunuyorduk kendimizi." hala gülmeye devam ederken ara sokağa girdik. Bir çocuk sırtında çantası, başında kapşonu kaçmaya başladı. Daha önce görmemiştim hiç onu buralarda. Simsiyah giyimliydi. Gülmem dururken çocuğun yaptığı grafitiye baktım. Şekiller değil de yazı vardı; "Gece olup güzel gözlerin yenik düştüğünde uykusuzluğa, seni gökyüzünden alıp düşlerime emanet ediyorum, gözlerimden uzaksın belki ama daima yüreğimdesin unutma!" ...

....

Vote ve yorumu unutmayın canlarım, inşallah beğenirsiniz...

YAĞMUR GECESİWhere stories live. Discover now