4

1K 91 26
                                    

Sabah evden çıkarken anneme beni çıkışta almaya gelmesine gerek olmadığını, Ceren'le kafeye gideceğimizi söyledim.

Ceren'le kafeye gitmeyecektik aslında. Ben orada unuttuğuma neredeyse emin olduğum telefonumu alıp çıkacaktım. Fakat anneme bu şekilde söylemek istemiyordum çünkü kafede telefonumu unutmamın gerekçesini açıklayamazdım ve sorumsuzluğum yüzünden yarım saatlik bir nutuk dinleyebilecek sağlam mentaliteye sahip değildim.

Annem, arkadaşlarımla bir yerlerde takılıp diğer insanlar gibi 'sosyalleşmemi' istediği için bu tarz şeylerde sorun çıkartmıyor, hatta derslerimi ihmal etmeyeceğim düzeyde teşvik etmeye çalışıyordu.

Ceren, okula geldiğim ilk seneden beri orada arkadaşım diyebileceğim tek insandı. 11.sınıfa geçince ben sayılsalı o ise dili seçtiği için sınıflarımız ayrılmıştı fakat arada oturup sohbet ediyorduk. Ki annemin tanıdığı tek arkadaşımdı. Gerçekten iyi bir kızdı fakat o kadar da yakın arkadaş olamayacak kadar farklı karakterlerdeydik sanırım.

İkinci ders bitip teneffüs zili çaldığında kendimi tuvalete attım. Karnım felaket şekilde ağrıyordu çünkü. Her ay aynı ağrıları çekmekten usandım artık.

Okuldan çıktıktan sonra gün içinde aldığım ağrı kesicinin verdiği rahatlıkla, geçen Berke ile gittiğimiz kafeye yürüdüm.

Hava çok da soğuk değildi hatta ara ara yüzümü okşayan ılık rüzgar bana zevk veriyordu. Gelirken farketmiştim ki otobüs fazla dolaştığı için yürüyerek daha hızlı gelinebiliyordu bu kafeye fakat ben hem yavaş yavaş, havanın keyfini çıkararak yürüdüğüm için hem de okuldan geç çıktığım için yine geçen geldiğimiz saatlerde buraya varabilmiştim.

Kafeye girdiğim anda suratıma vuran sıcaklık yüzünden montumun fermuarını açıp kasaya ilerledim. Eğer bir telefon bulunduysa elbet bilirlerdi.

Gerçekten de geçen gün oturduğum masada bir telefon bulunmuş. Fakat kasadaki çocuk, telefonu garsonlardan birinin aldığını söyledi. Beni tanıyormuş. O garsonun kim olduğunu sorduğum sırada yeni gelen müşterilerle ilgilenmek için gitmek zorunda kalmıştı. Giderken de garsonun personel odasında olabileceğini söylemişti.

Personel odasını ararken bir yandan da kafedeki müşterilere bakıp babamın bugün de burda olup olmadığını düşünüyordum. Tam üzerinde 'personel harici girmek yasaktır' tabelası asılı olan kapının önüne geldiğimde, beni tanıdığını söyleyen çalışanın kim olabileceği kafama dank etmişti .

Kapıyı tıklattım. Fakat içeriden ses gelmemişti. Belki içeride biri vardır ve duymamıştır diye bir kez daha vurdum kapıya ama yine açan olmamıştı.

İçeri girilmesi yasaktı. Arkamı dönüp kasadaki çocuğun yanına dönmek için adım attığım sırada personel odasından gelen sesle kaşlarımı çattım.

Sanki birisi metal bir şeyi tekmelemişti. Ardından bir kızın homurdanmalarına benzer sesler duyduğumda kapıyı tekrar çalıp yanıt gelmesini umursamadan içeri girdim.

Darbe almış gibi içe göçmüş olan metal dolabın önündeki kızı görünce şaşırmıştım. Üzerine kat kat kalın kıyafetler giymiş gibi pofuduk duran bedeni, omuzlarından aşağı dökülen parlak mor saçları ve yüzündeki acı çeken ifadeyle çok...

Çok sevimli gözüküyordu.

Tek kaşımı kaldırıp soğuk bir ifadeyle yüzüne baktım. "Sen. İyi misin?"

Aniden kafasını kaldırıp göz pınarlarında yaşlar birikmiş bir ifadeyle "Karnım ağrıyor." diye sızlandığında kaşlarım istemsizce havalanmıştı.

ODİARE GirlxGirlWhere stories live. Discover now