TAKIM YILDIZI

13.2K 866 307
                                    


YAZIM HATASI OLAN YERLERDE LÜTFEN UYARIN!!
VOTE VE BOL BOL YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.


Bu topraklarda geçiyordu bu hikaye. sene 2022. dünyanın bir ucundan öbür ucuna at koşturanlar şimdi geçim derdine düşmüşlerdi. arabasını okulun bahçesine park ederek evrak çantasını eline alarak arabadan indi. o bir öğretmendi ve daha niceleri gibi bu vatana hizmet veren bir Türk istihbaratçısıydı. Öğretmen olarak İlk görevi bu vatana hizmet verecek öğrencileri yetiştirmek olsa da diğer görevi ise diğer isimsiz kardeşleri gibi bulunduğu şehirdeki şeytanın yapılanmasını çökertmekti. Öğrencilerinin mutlu şekilde etrafta koşmasına mutlu olarak erkenden dersin yapılacağı sınıfa girdi. bilgisayarını çıkarttı ve günün dersine hazır olup olmadığını kontrol etti. zil çaldığında öğrenciler teker teker sıralarına oturmaya başladı.

Ders bittiğinde öğretmenler odasına girip kendine çay alarak takım elbisesinin kırışmamasına özen göstererek düğmelerini açarak diğer öğretmenlerin yanına oturdu. öğretmenlerin konuştuğu konu geçen gün sınır dışında yapılan bir operasyonda şehit düşen askerlerdi. öğretmen için için üzülse de yumuşak yüzünden ödün vermeyip konuyu ustaca değiştirdi. Tuvalete gidip iş için kullandığı dinlenemeyen telefona mesaj gelmiş mi diye kontrol etti. Emin olmak için tekrar tekrar okudu o mesajı.

'' Takım yıldızı operasyonu devam etmektedir. Anadolu yıldızının senin şehrinde olduğunu tespit ettik. plan aynen devam ''


Seradan:

Kayra kriz geçirmeye başlamıştı. Tam izin isteyecekken Metehan:

- o iyi mi?

Diye sorunca kayra iyice titremeye başlamıştı ve bir anda ayağı kalkıp sofrayı Metehan ve diğer adamın üstüne yıktı. Ardından arkasına dönüp iki adım attıktan sonra yere yıkılınca etraftaki kadınlar çığlık atarak onun etrafını sarmıştı. Bende şans eseri sofra devrilmeden önce içmek için aldığım su dolu çömlek kâseyi dudaklarıma götürürken gözlerimi yukarı doğru kaldırdım.

Tabi ki o zaman ayakta dikilen Barlas'la göz göze gelerek bardaktaki suyumu yavaşça içip kâseyi yere koydum. O adamı iten bir enerji hissetmiştim. Ayağı kalkıp yavaşça Kayra'nın yanına gittim ve yanına çöktüm. Önce bilincini ve nabzını kontrol ettikten sonra:

- sadece bayıldı. Diyerek kağana baktım.

Bu hiç sevmediğim Yen-Sih midir nedir, kadın resmen yılan gibi bakıyordu ince sesiyle:

- hazırlanan çadıra geçsinler. Akay sende misafirlere yardım et.

Bir kolundan ben diğer kolundan Akay tutarak Kayra'yı kaldırmaya çalıştım ama tabi ki yanlışlıkla koluma kramp girdiğinde acıdan kayranın kolunu bırakınca oda yere düştü. Kendi koluma bakarak ağlamaya başladım çünkü benim canım tatlıydı yani böyle zorlamalara dayanamıyordum. En sonunda biri kayrayı yerden kaldırarak dışarı çıktı. Kimdi dikkat etmemiştim. Çünkü kolumun acısı o kadar fazlaydı ki sanırım kramp değil incinmişti.

Kayranın yattığı yer döşeği gibi olan yerin yanına diz çökerek Akay Hatunun hazırladığı kremi koluma sürmeye başladım. Sanki başımızda az bir dert var gibi birde hanımefendinin panik atağı tuttu. Kremde baya acıtıyormuş.

Kremi iyice koluma yedirdikten sonra kayra ya baktım. Sanki ahiretten izinle gelmiş gibi görünüyordu. Dakikalar boyunca sadece kayrayı izlediğim için Canım baya sıkılmıştı. Sakince yerimden kalkıp çadırdan çıktım. Kaybolurum diye çadırdan uzaklaşmaya karar verip olduğum yerde etrafıma bakarken o veliaht prensi gördüm. İçimden " herkes ona 'Tiginim' diyordu. Galiba bu zamana ait bir çeşit unvan" diye düşündüm. Bana doğru yaklaşıyordu. Üç adım ötemde durduktan sonra rahatsız edici sesiyle konuşmaya başladı. Cidden kimseye hayatımda bu kadar kıl olmamıştım.

- Az önce çadırda olanlar beni ne kadar sana bağladığından haberin var mı?

"Niye sen köpek misin? Allah Allah... Bu insanlar neden düşündüğüm şeyleri okuyabiliyorlarmış gibi bakıyorlar? Bu adamda iyice renkten renge girdi."

- Ne kadar gökten gelsen de herkesin bir sınırı var. Ben babamdan sonra ki Yabgu iken haddini bilerek konuş.

Lisedeki tarih derslerinden ''Yabgu'' kelimesinin İslamiyet'ten önceki Türk toplumlarında ''kağan'' manası taşıdığını hatırlıyorum.

- Bir şey sorabilir miyim?

Beni geri püskürtmenin gururunu gözlerinde göre bilmişken köşeye sıkıştırmaya devam ettim tabii karanlığın etkisiyle bize yaklaşan iki adamın yüzünü tam seçemesem de biri ego makinesi diğerininse Metehan olduğunu yürüyüşlerinden anlayabilmiştim. Ama pek takmadım sonuçta adamların tek işi biz değildik değil mi? düşüncelerimi toparlayan şey şu karşımdaki sinir bozucu veliahdın sesini duymaktı:

- Tabi ki sorabilirsin.

Demesiyle yüzümde istemsizce oluşan şeytani gülümsemeyi bastıramadım.

- Şey, sıradaki kağan kan sebebiyle Mete Han olmalıydı. Sen nasıl olabildin?

Gerçekten yani tarihte de başa Metehan geçiyordu. Buraya gelmemiz tarihimi değiştiriyor yoksa? Bir anda kolumdan tutulmamla neye uğradığımı şaşırdım.

- Senin dilin baya uzamış gökten gelmen umurumda değil.

Tamam bu soruyu sormam çok mantıklı bir hareket değildi ama insan ölecek olsa bile bir yerde milli damarı tutuyordu herhalde. kolumdaki baskısın iyice arttırdığında canımın acısı iyice arttı.

Sevgili babacığım. Sana buradan saygılarımı yolluyorum.

- Gökte bize ne öğrettiler biliyor musun?

Hadi ama madem önemli bir konu sonuna kadar kullanmak lazım değil mi? Gözü dönmüş bir şekilde kolumu sıkıp ne diye kafa sallayınca kendime olan güvenim tavan yaparak:

- Kendinizi nasıl savunmamız gerektiği.

Dememle boşta kalan elimle adamın kolunu tutup kendime çektim ve dizimle malum bir yerine yapıştırıp yumruğumu da o iğrenç yüzüne sağlam geçirmiştim. Saç örüğümden kaçıp önüme gelen bir tutam saçımı kulağımın arkasından geçirip kafamı kaldırdığımda hemen karşımda Barlas denen alpı ve Metehan'ı görmemle onlara da dalaşmamak için muhatap olmayıp son bir kez prens midir Tigin midir ona üstten bakışımı da atıp çadırdan içeri girdim.

Elimden geldiğince düzenlemeye çalıştım hatalı yerlerde lütfen uyarın!!

ZAMAN İPLİĞİWhere stories live. Discover now