20.3

209 27 11
                                    

Keyifli Okumalar! Yorumlarınızı esirgemeyin lütfen! Bu arada, KÜFÜRLÜ YORUM istemiyorum. Lütfen dikkatli olun.

***

Hepsi bana sanki anormal bir şey söylemişim gibi baktı. Aslına bakılırsa bu normaldi. Finn çok uzun süre önce gitmişti ve hiçbirimiz onun bir daha geri döneceğine inanmamıştık. Ama dönmüştü işte. "Sen ne dediğinin farkında mısım, Millie?" diye sordu Caleb. Başımı olumlu anlamda sallarken açıklama yaptım. "Onunla sahilde karşılaştım. Daha doğrusu bana bilinmeyen bir numaradan mesaj attı ve sahile gitmemi istedi. Ben de gittim ve onunla karşılaştım. Bana açıklama yapmaya çalıştı ama..."

"Pek mümkün olmamış gi-"

"Çok güzel!" diye cırlayarak Gaten'ın sözünü kesti, Noah. "Başına bir sürü şey geliyor, Millie. Ve sen bunlardan hiç ders almamış gibi tanımadığın bir numaranın sana söylediğini yapıyorsun. Ya sapık olsaydı!"

Gerçekten takıldığı tek şey buydu. Ama onun bana karışmaya hakkı yoktu. "Bu seni ilgilendirmez Noah. Özellikle bana yaptığın o şeyden sonra konuşma hakkına sahip değilsin!" Ve işte, yine başlıyorduk. "Sana ne yaptım ki? Yaptığım tek bir hatada böyle davranan sensin, Millie! Belki de abartıyorsundur!"

Dediği şeyler tek tek aklımda tekrarlanırken kendimi daha fazla tutamadım. Artık bu kadarı yeterdi. Çocuklar ne olduğunu bilmiyordu, ama artık öğrenme zamanları gelmişti. "Ne mi yaptın?" dedim kısık bir sesle. Noah'ın anında surat ifadesi değişti. "Bak Millie-"

"Sen ne yaptığını bilmiyor musun? Bilmiyorsan sana anlatabilirim. Beni boş boş yere suçlayıp arabadan attın! Yetmezmiş gibi çekip gittin. Sonra ben de..." Gözümden gelen bir yaşı silmek için duraksadım. Herkesin bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Ağlamak istemiyordum. Ağlamayacaktım da. Her Paris'in ismini ağzıma aldığımda ağlamam doğru olmazdı. Hem o gülmemi isterdi. Biliyordum. O benim hep gülmemi isterdi. "Millie, devam edecek misin? Bizim bilmediğimiz bir şey var. Bu belli. Anlatacak mısın?"

"Evet. Ben... Ben sonra Paris ile karşılaştım." Ağzımdan bir hıçkırık çıktı. Görüntüler capcanlı gözümün önüne geliyordu. Dayanamıyordum. Daha fazla yapamazdım. Devam edemezdim. "Millie, lütfen sakin ol-"

"Paris tüm sevecenliği ile beni arabaya aldı. Ama o nereden bilebilirdi ki 5 dakika sonra öleceğini? Gözümü açtığımda 2 ceset ile arabada mahsur kalmıştım. Tam 2 ceset. Ve bir tanesi arkadaşıma aitti. Her zaman gülen yüzünü kanlar içinde... İçinde gö-görmek. Neden ben hayatta kalmıştım, Noah? O an ne düşündüğümü biliyor musun? Ben ölmek istedim. Paris yerine ben ölmeliydim. O hayatta kalmalıydı ama... Ve senin yüzünden bu manzaraya şahit oldum! Şimdi ne yaptığını biliyor musun!?"

Hepsi sessiz bir şekilde bana bakarken Sadie'nin ağladığını gördüm. O neden ağlıyordu. "Sen neden ağlıyorsun?"

Yazarın ağzından

"Çünkü... Millie, sana çok fazla şey yaptım biliyorum ama dün bir şey anladım. Ben... Ben 2 yıl önce herkesten habersiz ilaç içmeye başladım ve akıl sağlığım bozuldu. Ben ne kadar reddetsemde. Ve galiba... Galiba ben şizofren olabilirim. Ya da daha farklısı. Bilmiyorum." Sadie, o an içinden Millie'ye bunları söylemek istemişti. Ama yapapamazdı.

Millie'nin ağzından

"Ben sadece... Yaşadıkların çok zor şeylermiş, Millie." diyerek kestirip attı. Gerçekten Sadie çok garipti. Gözyaşlarım hunharca yanağıma doğru akın ederken ambardan çıktım. Arkamdan seslenmelerine aldırmadan sahile doğru yürüdüm. Caleb'ın evi sahile çok yakındı. Kısa sürede sahile vardım ama gözyaşlarım dinmemişti. Bir türlü dinmiyordu. Kız kardeşim kayıptı ve ben...

Ben sadece aptaldım.

Kumların üzerine oturdum ve kısa sürede arkamda ayak sesleri duydum. Yanıma gelen kişi yere oturdu ve sessizliğini korudu. Kim olduğuna baktığımda Jamie'yi gördüm. Gerçekten en eski arkadaşlarım yerine o mu gelmişti? İçimde tarif edilemez bir sızı belirirken ben de sükûnetimi korudum.

Yazarın ağzından

Millie, Jamie ile sessizce sahilde otururken Finn de onları sessizce izliyordu. Bir süre sonra Millie konuşmaya başladı. Finn ne kadar duyamasa da elinden geldiğince çabaladı. "Neden geldin," diye sordu Millie. "Öylesine." diye cevap verdi, Jamie. Millie ona bir süre daha bakıp ayağa kalktı. Jamie'de onu takip etti. "Yaşadıkların zor şeylermiş, Millie. Bu arada, Paris'in nasıl birisi olduğunu anlatır mısın?"

Millie ona şaşkınca bakarken konuştu. "Tatlı, nazik, ha-"

"Hayat dolu." diyerek cümlesini tamamladı, Jamie. "Kısa süre önce Paris adında bir arkadaşım öldü ve bunun senin tanıdığın Paris olup olmadığını merak ettim." Konuşurken sesi titremişti. Millie'nin içi burkulurken gözyaşlarını elinden geldiğince tuttu. "Paris'in bir ablası, bir de erkek kardeşi Ja-"

"Jack var. Ve Paris ablasına kimseden söz etmiyor. Demek aynı Paris'ten bahsediyormuşuz. Onunla aynı arabada mahsur kalman üzücü. Çünkü onu o halde görmek zorunda kalman... Aslına bakılırsa, Brown. Bana o arabada sadece birisinin sağ çıktığını söyledikleri zaman o kişinin ölmesini ve Paris'in hayatta kalmasını dilemiştim. Sende benden farklı bir şey dilememişsin."

Jamie kafasını havaya kaldırıp bir süre yıldızlarla kaplı gökyüzünü inceledi. Sonra kafasını indirip Millie'ye baktığında Millie içinin paramparça olduğunu hissetti.

Çünkü Jamie ağlıyordu.

***

Yazarken üzüldüğüm bir bölümdü. Bölümü yazarken, Jamie-Millie sahil sahnesinde, dinlediğim şarkı İn This shirt, The İrrepressibles. Dinlemeyen varsa dinlesin. Hatta bölümü okurken bile dinleyebilirsiniz.

Come On - FİLLİE // (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now