30.9

139 16 19
                                    

Yaz 2020

Millie'nin ağzından

Ellerimi rengarenk elbiselerin arasında gezdirirken gülümsemeden edemedim. Buranın havası çok güzeldi. Elbiselerin açık renkleri olsun, mekanın ferah havası olsun... Hepsi birbirinden güzeldi. Ellerim iki elbisenin arasında durdu. Elbiseyi askıdan yavaşça çekip çıkardım. Beyaz bir elbiseydi. Omuz kısmı açık kalıyordu, üzerinde yerleri süpüren bir dantelden kumaş parçası vardı. Üzerine küçük, sarı renkli papatyalar işlenmişti. Bu papatyalar dantelde de vardı. Elbisenin üstü daha sakin kalırken aşağıya doğru kabarıyordu. Büyülenmeden edemedim. Bu elbiseyi kim tasarlamışsa gerçekten harika bir iş çıkarmıştı.

Hızlı adımlarla şaşalı abiyelerin yanından ilerleyip kabinlere doğru yöneldim. Boş gördüğüm ilk kabine girip elbiseyi askılığa astım. Kabinin önünde duran ayakkabının gölgelerini görebiliyordum. Kabinin önündeki kişi yavaşça kapıyı tıklattı. "Millie?" Bu kişi annemdi. Herhalde sabahtan beri aradığımıza rağmen bulamadığımız abiyeyi mucizevi bir şekilde, boş boş gezinirken bulmam onu da şaşırtmıştı. "Anne, sen istiyorsan biraz mağazada gezin. Zaten Sadie birazdan gelir. Onu da görmüş olursun." Annem bir süre durduktan sonra ağzından onaylayan garip bir ses çıkardı. Gitmeden önce "Bana giydiğin abiyeyi göster," dedi. Ayak sesleri uzaklaştıktan sonra ani bir hareketle önümde duran elbiseye baktım. Elimi yavaşça, nazik bir şekilde elbisenin üstünde gezdirdim. Gerçekten çok güzeldi. Acaba benim üzerimde nasıl dururdu? Bu düşünceyle heyecanlandım ve elbiseyi giymeye koyuldum.

Bedenine bakmamıştım, umarım bana olurdu.

***

Tek kelime ile... Mükemmeldi. Tüm korkularıma rağmen elbise üzerime tam oturmuştu. Sanki özel dikilmiş gibiydi. Elbise dizlerimin biraz üstünde bitiyordu ama arkadan ona bitişik olan dantel pelerini yerleri süpürüyordu. Dayanamayıp kendi etrafımda bir tur döndüm. Dantel pelerin hafifçe havalandı. Aynaya baktığım zaman gördüğüm manzara karşısında bir an ne yapacağımı bilemedim. Uzun süreden sonra ilk defa kendimi böyle gülümserken görüyordum. Dertsiz, tasasız o Millie geri dönmüştü sanki. Hiç acı çekmemiş, dostlarının sürekli yanında olduğu o hayatta kalan Millie... Sanki hiç dostunu kaybetmemişti, Finn sanki hiç gitmemişti, Sadie sanki ona hâlâ çok yakındı. Aynadaki görüntümü incelerken elimi yavaşça yanağıma götürdüm. Bunların hepsini yaşamıştım, ama unuttuğum bir şey vardı.

Bunların hepsi yaşandığı gibi bitmişti de.

Uzun süredir kendime eziyet ediyordum. Her şeyin sorumluluğunu alarak kendime sadece eziyet ediyordum. Evet, bir dostumu kaybetmiştim. Ama o arabanın kaza yapması benim suçum değildi. Belki şoför birazcık daha dikkatli kullanabilirdi, daha yavaş gidebilirdi. Evet, belki Finn gitmişti. Ama benim yüzümden değil, artık dayanamadığı için gitmişti. Tekrar baş edebildiği zaman geri dönmüştü işte. Bana birçok kez açıklama yapmıştı, beni çok kez alttan almıştı. Ona bu kadar eziyet etmeseydim belki eskisinden de iyi olurduk. Şimdi ise aklımı dolduran tek bir isim vardı.

Sadie.

Ona ne olmuştu, tam bilmiyordum. Ama şunu biliyordum, ben de onun gibi olabilirdim. Belki daha fazla dayanamazdım ve ben de ona eziyet ederdim. Her şeyi yavaş yavaş anladığımda ise çekeceğim vicdan azabına katlanamazdım. Sadie cezasını çekmişti, kendiyle. O ne yaptıysa kendine yapmıştı. Finn'in gitmesinden beni sorumlu tutmuştu. Böylece çevresine zarar vermeye başlamıştı. Ama aslında Finn kendi isteğiyle gitmişti. Yani, boş boş yere insanlara zarar vermişti. Bi' an gerçekten ne düşündüğünü merak ettim. Bunları kendime itiraf etmek beni rahatlatmıştı. Aslında her şeyin benim suçum olmadığını kendime itiraf edebilmek...

Come On - FİLLİE // (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now