0.2: amour

844 100 83
                                    

'' İnsan böyle bir dünyaya çocuk getiremez. Bu acıyı sonsuza kadar devam ettirmemeli, ya da hiçbir duygusu kalıcı olmayan, sadece geçici heveslerin peşinden sürüklenenlerin sayılarını arttırmak, olacak iş değildi. '' 

-Mrs. Dalloway, Virginia Woolf

...

Ben Choi Beomgyu.

Ve size bir sır vereceğim.

10 yaşımdan beri hiç mutlu olmadığımı söylerken aslında yalan söylüyordum. Tabii ki de arada sırada benim de kendimi iyi hissettiğim oldu, bu şeyler elimden alınmadan önce.

Liseye ilk geçtiğim yıldı. Sınıfımdan memnundum, derslerim iyiye gidiyordu ve ortada sadece küçük bir sorun vardı. Ne yapmak istediğimi, ne olmaya karar verdiğimi bilmiyordum. Bunu içimde sürekli tartışmaktaydım ama asıl tutkuyla yapmak istediğim işi kimsenin kabul etmeyeceğini bildiğimden insanların benim olmamı istedikleri şeyler ağzımdan çıkıyordu bana hangi mesleği icraa etmek istediğim sorulduğunda. İlk defa matematik dersine girdiğimde hukuk okumak istediğimi söyledim ama bu kelimeler dudaklarımdan dökülürken benliğime ihanet ediyormuşum gibi hissetmekten de kendimi alıkoyamamıştım. İlk defa edebiyat dersine girdiğimde bu duygunın baskınlığı azalmıştı. Ve ilk defa İngilizce dersine girdiğimde artık bu konuda hissizleşmiştim. Ağzımdan yalanlar çıkıyordu: '' Evet, hukuk okuyacağım. Hayır, bunu sadece ben istediğim için. Aynen, o üniversitede hem de. ''

Zaman geçtikçe bu yalana ben de inandım. Kendimi mahkeme salonlarında, sıkıcı gri bürolarda insanları dinleyerek günümü geçireceğim inancına bağlanmıştım. O aslında yapmak istediğim meslek, tutkum, zihnimde giderek etkisini yitiriyordu. Bazen arada sırada geceleri aklıma süzülüyor ama bunu düşünmeyi sanki mümkünmüş gibi ertelemeye çalışıyordum. Sorun şu ki, o zamanlarda gerçekten mutlu olduğuma inanmıştım. Geleceğimde beni bekleyen o sıkıcı ve sıradan hayatın çirkin hayaline tutunarak kendimi avutuyordum. Bu yanlıştı, daha da yanlış olan ise duygularımı içime bastırmaktı.

Bu bastırış elbette ki son buldu. Bir gün, okulda arkadaşlarımla yemekhanede oturuyorduk ve müzik öğretmeninin gelip beyaz duvarlara kırmızı-siyah renklerinde bir poster astığını fark ettik. 15 yaşlarındaki ergen ve hareketli çocuklar olarak yemeğimizi ortada bırakıp hocanın yanına koşmuş, bu posterin ne olduğunu ve bu muhtemel okul etkinliğinin nasıl gerçekleşeceğine dair detayları kadını sıkıştırarak öğrenmiştik.

'' Bir müzik yarışması. '' demişti. '' Üstelik yarışmacılar kendi şarkılarını yazmakta özgürler de. Çok yenilikçi, değil mi? ''

O an, bu cümleleri duyduğumda kalbim yerinden fırlayacakmış gibi hissetmiştim. Aklım ortaokul son sınıftayken yazdığım bestelere, şarkı sözlerine gitmişti, babam görmesin diye defterlerimin arasına sakladığım o beyaz kağıtların varlığını tekrar hatırlamak bile yüreğimi hoplattı. Kimseyi duymuyordum, kimsenin ne düşüneceği de pek umrumda değildi. Zihnimde farklı notalar, sözler, aranjmanlar... müzikle alakalı her ne varsa birbirine karışmıştı ve sonsuz bir heyecan duygusu yüreğime baskı uygulayarak harekete geçmemi emrediyordu. Eski bir dostunla karşılaşmak, tanıdık bir sokak hayvanını tekrar görmek, sürekli suladığın bir bitkiye sevgiyle bakmak gibi anlarda hissedilenler; sanırım o anda nasıl bir mutluluk duygusu içinde olduğumu anlatabilir.

Gri hukuk büroları zihnimden uzaklaşıp gitti, ertesi gün kendimi sevdiğim alanda kanıtlayabileceğim düşüncesi her tarafımı ele geçirmiş halde okula geldim. Öğle arasında yemekhaneye çıkmak yerine ortaya pembe bir yalan sürüp müzik odasına indim. Pantolonumun cebine sakladığım beyaz kağıdı önüme koydum ve bir buçuk saat boyunca orada bulduğum gitarla aynı ezgiyi çalıp durdum kendimi ve sanatımı mükemmelleştirmek adına. Ardından okulun son zili çaldığında ise sınıftan eşyalarımı almadan fırlayıp müzik öğretmenini yakaladım ve kadının koluna yapışıp biraz daha okulda kalması, bilhassa bu vakitte de ona çalacağım bir parçayı dinlemesi için yalvardım. Ne şanslıydım ki kabul edecek kadar kibar bir kadındı.

to my youth // choi beomgyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin