8- SİS

51.5K 4.4K 3.1K
                                    

İçeriden bağırtı sesleri gelirken, gözlerimi daha sıkı yumdum. Artık bu bağırtılar, beni sinir krizine sürüklüyordu. Bir mal kavgası için her gün tartışmaları, oldukça aciz geliyordu. Amcamı bilmem ama babam için öyleydi.

"Eyvallah sen bu zamana kadar baktın, ama ben şimdi geldim diyorum. Babamın malı, ikimizin ortak malı." dedi babam sesini yükselterek konuşurken. Muhtemelen kardeş olmasalar birbirlerini boğazlayacaklardı.

"Atahan sen neden anlamıyorsun? Ben sana malı vermeyeceğim mi diyorum. Sabır ver yarabbim!" en sonunda bağırarak, sabrının taştığını belli etti.

Üzerimde ki yorganı itip, bir hışımla ayağa kalktım. Üzerimi düzeltirken, kenarda duran telefonumu alıp cebime koydum. Pantolon giyecek halim bile yoktu.

Salona girdiğimde, birkaç saniye sesler durulmuştu. Salonda ki kimsenin yüzüne bakmadan dışarı doğru yürüdüm. Dış kapıya geldiğimde amcamın sesini duymuştum.

"Teo eşek kadar herif oldu, hâlâ yardıma gelmiyor. Bu kadar hevesliysen ilk önce oğluna da öğret bir şeyleri. Sürekli dışarılarda geziyor."

Dişlerimi sıkıp botumu giyinirken, umursamamaya çalışarak sarı montumu giyindim ve dışarı çıktım. Soğuk hava yine yüzüme vuruyordu. Ve her zaman iyi geliyordu, hararetimi alıyordu.

Yürürken, eve olan nefretim içimi kötü ediyordu. İnsan yaşadığı evden nefret eder miydi? Ben yatmak için bile eve uğramak istemiyordum. O derece soğutup, enerjimi tüketmişlerdi.

Amcamın laflarını umursamıyordum, çünkü eğer onları takarsam o evde bir saniye bile durmazdım. Sadece annem üzülmesin diye sabır ediyordum. Onun üzülmesi dünyada isteyeceğim en son şeydi.

Elimi montuma koyup yürümeye başladım, bugün köy biraz daha sessiz olduğu için etrafta biraz dolaşıp daha sonra da Mahir'in evine bakmaya gidecektim. Zaten birkaç gündür onu öyle görmenin üzerimde ki etkisi yüzünden yataktan çıkıp etrafta dolanıp yeniden eve dönüyordum.

Hava hafiften sisliydi ve bu soğukta millet küçük çocuklarını dışarı bırakmıyordu. Çocuklar dışarıda olmayınca daha mutlu oluyordum çünkü sürekli gelip Mahir'i rahatsız ediyorlardı. Çocuklardı akılları yoktu, anneleri babaları onun hakkında nasıl konuşuyorlarsa, ona taş atma hakkını kendilerinde görüyorlardı.

Mezarlığın önünden geçerken, rüzgar uğultusu kulağıma doldu. Gözüm mezarlığa daldığında, bir orta yaşlarda kadının iki mezarın ortasında oturup gözyaşı döktüğünü görünce adımlarımı durdurup ona baktım.

Öyle içten ağlıyordu ki, kalbimin acıdığını hissettim. Bu iki mezar diğer mezarlardan daha bakımlı duruyordu. Ve köye geleli arada bir mezarlığa gözüm kayıyordu, kimsenin gittiğini görmemiştim.

"Berivan abla yine gelmiş." arkamdan bir ses duyunca irkilerek sesin geldiği yöne döndüm. Genç bir çocuğu gördüğümde kaşlarımı çattım. Üzerinde benim aksime hırka bile yoktu, bir kazak vardı. Elinde bir el arabası vardı, demir olanlardan. Bunu görüyordum, bazı yüklü şeyleri bununla taşıyorlardı.

"O kim?" diye sordum, çocuk hâlâ kadına bakıyordu. Ardından bana döndü. Benle aynı yaşlarda duruyordu.

"Yılmaz Ağa'yı biliyor musun? Onun evlatlık kızı." dediğinde kaşlarımı çattım.

"Yılmaz Ağa?" diye sorduğumda elinde ki arabayı bıraktı.

"Bu köyde yaşayan herkes bilir, sen kesin köye yeni gelen Atahan abinin oğlusun değil mi?" diye sorduğunda kafamı salladım. Yeniden kadına döndü ve yanıma geldi. Bende kadına baktım. Elinde bir Kur'an vardı şimdi, dua okuyordu.

"Eskilerde bu köyde Kurt lakaplı bir eşkıya yaşıyormuş, Yılmaz Ağa. Bir de Yusuf öğretmen var. Babaannem hep anlatırdı, onlar bu köyde öyle iyilikler yapmışlar ki, köylü onlara minnettarmış." dediğinde ona bir bakış attım, ardından yeniden kadına döndüm. Soğuk rüzgar başında ki tülbenti uçurmak istermiş gibi esiyordu.

"Bir söylentiye göre, ne kadar doğru bilmiyorum ama Yılmaz Ağa, Yusuf öğretmene aşıkmış." dedi ve ardından ben ona şok ile dönmüş bakarken o kafasını sağa sola oynatıp hafiften gülümsedi.

"Tövbe tövbe.." dedi yalan olduğunu düşündüğü aşikardı. Bir eşkiyanın, erkeğe aşık olması bana da absürt gelse de, olabilirdi de.

"Yani ben inanmıyorum ama... Yusuf öğretmen öldükten, iki gün sonra Yılmaz Ağa acısına dayanamayıp o da ardından ölmüş.." mezara ve kadına bakarken, şimdi canım yanmıştı.

"Peki neden ölmüşler?"

"Sanırım yaşlılıktan, huzurlu bir ölüm olmuş ikisi içinde. Zaten o kadar dua alıyorlardı ki, yerleri cennet. Tabi Allah bilir." dedi ardından ekleyerek. Umarım diye geçirdim içimden.

"İşte bu kadını da, küçükken evlatlık almışlar. Kadın şimdi köyde yaşamıyor, İstanbulda. Babası öldükten sonra, onlardan kalan mal varlığı ile İstanbul'da kendisine güzel bir yaşam kurmuş. Ama sürekli gelir ziyaret eder Ağa'yı." kafamı salladım, ardından aklıma gelen şeyle ona döndüm.

"İlkokulun adı?" dedim elimle hayali olarak ilkokulun yerini gösterirken, kafasını salladı.

"Yusuf öğretmen öldükten sonra onun ismini vermişler." dediğinde kafamı anladım anlamında salladım. Kadının kalktığını görünce ona baktım, iki mezarı da öpüp, kıpkırmızı olmuş bir surat ile mezarlığın çıkışına doğru ilerledi.

O arabasına binerken, onu izliyordum. Ama tam o sırada gözüm yolda hızla gelen Mahir'e takıldı. Yine kaşları çatık bir şekilde hızlı hızlı yürüyordu. Gözleri birkaç saniyeliğine bana kaydı. Ardından yanımda ki çocuğa kaydığında birkaç saniye duraksadı. Kaşları daha çok çatılırken, başını hızla çevirdi.

O giderken, sebepsizce huzursuz olmuştum. Belki de onun yanına gitmeyip, başkasıyla konuştuğum için üzülmüştü. Ya da ben bunları kafamdan uyduruyordum.

"Vural ben bu arada." dedi çocuk, gözlerimi huzur veren yoldan yürüyen adamdan zorla çekip ona çevirdim. Bana gülümseyerek bakıyordu.

"Bende Teo.. Teoman daha doğrusu." dediğimde anladım der gibi kafasını salladı. Ardından onun da Mahir'e döndüğünü gördüm.

"Neden ona deli diyorlar köylüler?" dediğimde kolunu sanki soğuk değilmiş gibi katladı yeniden.

"Çünkü normal hareketleri yok, asker olduğunu biliyoruz. Komutanmış, muhtemelen orada bir şey yaşadı, ya da askerliği kaldıramadı delirdi. Ama çocuklara bağırdığı için, aileler onu tehlikeli ilan etti." dedi sisin ardından kaybolmuş adama bakarak. Kaşlarım çatıldı.

"O adam geçen sefer köyü kurtardı." dediğimde gülümseyerek bana döndü.

"Burada on iyilik yaparsın, bir istemeyerek yaptığın kötülük göze batar. Eski senelerde ki köylüler iyiymiş, ama daha sonra başka köylerden de buraya göç olunca iyisi de kötüsü de bulunmaya başladı." dedi ve ardından el arabasına doğru ilerleyip iki ucundan tuttu ve kaldırdı. Tek tekerleği vardı.

"Ben işime döneyim, hoşgelmişsin köye Teo."

"Hoşbulduk." dedim gülümseyerek, bana bir kafa selamı verip, el arabasını sürerek ilerledi.

O gidince ıssız ve rüzgar uğultulu sokakta uzun bir süre öylece durdum.

DELİ Where stories live. Discover now