1.6

1.9K 159 17
                                    

×Bölümü medyadaki şarkıyla
okumanız tavsiye edilir!

lisa

Kafeden sabaha karşı ayrılıp yurda geldiğimde içimde tam olarak tarif edemediğim garip bir duygu vardı. İçeri girer girmez kendimi yatağıma attım, bir süre öylece tavanı seyrettim.

Gözlerim bir milim olsun kımıldamazken güneşin gökyüzüne gönderdiği turuncu ışınlar yavaşça içeri dolmaya başladı. Bugünün, dünden; dünün de bugünden arta kalır yanı yoktu. Dün sabah da güneş aynen böyle odamı aydınlatmıştı. Her gün aynıydı aslında, değişen bir şey varsa da bizlerdik. Doğduğumuz günden bu yana geçen günler hep aynıydı. Zaman, ilerledi her gün sabah ve akşam oldu bizse büyüdük. Büyümek demek aynı zamanda değişim demekti, değişim demekse her zaman karşına yeni şeylerin çıkması... Hayatın durmak bilmez akışı beni yüzme bilmeden okyanusun ortasında kalmışım gibi hissettiriyordu.

Ne zaman ne olacağını bilmeden yaşadığımız bu koca dünyaya neden bu kadar anlam yüklüyorduk ki? Önünde sonunda bitmeyecek miydi zaten? Neden debelenip duruyordum öyleyse? Üç kuşak sonrası hatırlayacak mıydı beni? Öylece silinip gidecektim dünyadan, sanki hiç var olmamışım gibi. Doğrusu kimin yaşarken hatırlanmak için ekstra bir gayesi vardı ki? Koşuşturmanın içinde zaman nasıl da çabuk akıp gidiyordu.

Ölümü düşündüm, ölüm anımı. Neler hissedecektim acaba? 'Keşke daha fazla zamanım olsaydı, neler yapmazdım!' mı derdim? ya da 'Yeniden genç olmak, keşkelerimi yok etmek istiyorum.' belki de 'Bir daha dünyaya gelsem kesinlikle bambaşka bir yol çizerdim.' ya da 'Ölümüm neden bu kadar acı verici oldu?' mu derdim? Cümlelerim bile yaşam sevinciyle doluydu. Saçmalıyordum.

Ne kadar zamandır yatıyor olduğumu hesaplamaya çalışırken gün ışıkları tamamıyla gökyüzünü ele geçirmiş, bulutlu ve mavi manzara penceremden taşıp gözlerimle buluşmuştu. Mavi gökyüzü ve bulutlar en sevdiğim manzaralardan biriydi. Ben yağmurlu havaları severim deyip içten içe mavi ve berrak havadan mutluluk duyanlardandım.

Yavaşça doğruldum. Yan tarafımda önceki oda arkadaşımın yatağı duruyordu. Geçmişi düşündüm, onunla ne kadar da az iletişimimiz vardı öyle. Hayatlarımızdan işte aynen böyle yok oluyordu, her gün gördüğümüz insanlar...

Okula gitmemek için kendimce bahaneler üretirken yeniden kendimi yatağa bıraktım. Hiçbir dayanağım, güvencem yokmuş gibi hissediyordum. Bana kim inanırdı ki okula gidip adımı temize çıkarmaya çalışsam? Jungkook inanır mıydı mesela? Neden inansın ki dedim içimden. Hee Yoon'la beraber olduklarını düşünmek bile bana bu denli acı verirken dosyayı benim çaldığımı düşünüyor olma ihtimaline katlanamıyordum. Ben de 'elalem ne der?' düşüncesi bile yokken nasıl olur da yalnızca bir kişinin düşüneceği şeyler hakkında endişelenirdim?

Tayland'a dönmek istiyordum, ailemin yanına. Tüm bu yaşananların sadece bir rüya olduğunu, uyanınca her şeyin geçeceğini bilmek istiyordum. Ama geçmeyecekti.

*

"Bay Yang, dosyalar benim dolabımdan çıkmış diyorsunuz... peki, bu okulda binlerce öğrenci var her birinin dolabına tek tek bakıp da mı benimkinde sonuca ulaştınız?"

Öğrenci işleri dekanı, Bay Yang ve ben eşkenar bir üçgenin köşelerini oluşturacak şekilde garip bir sorgu durumundaydık. İkisi bir olmuş bana iğnelerini yöneltmişler; haksız oluşumu itiraf etmem için psikolojik baskı yapıyorlardı. Bayan Soon'sa hemen arkamızdaki duvara yaslanmış öylece olan biteni izliyordu.

"Söylemememiz gerekiyordu ancak," dedi Bay Yang, gözlerini öğrenci dekanı Bayan Kim'e dikti ve ondan bu konu hakkında konuşmak için bakışlarıyla izin istedi. İzin, Bayan Kim'in başını sallamasıyla gelince devam etti. "Bize bir ihbar geldi Lalisa. Ve anlarsın ki doğru bir ihbarmış."

the mood ✘ liskookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin