1.BÖLÜM - YENİ ACILAR

642 76 14
                                    

Selamlar:) yeni bir maceraya ilk bölümle start veriyoruz. Bu kurgum geçen sene başlayıp bıraktığım bir kurgumdu. Her şeyin bir zamanı olduğunu savunan biri olarak, doğru zamanın bu anda olduğu düşünüyorum.

Yorumlarınızı bekliyorum :)

Medya / Sancak - Kanaya kanaya

Keyifli okumalar :)

                               ***

NİSAN 1993

“Doğdu, doğdu!”

Genç kadının can yakan çığlıkları son bulurken kapı önündeki sabırsız adamın homurtuları baş gösterdi. Huysuz adam kapının önünde bir ileri bir geri volta atarken, doğdu denilen bebenin o feryat figan çığlığını duymadığı her saniye daha da huysuzlaşıyordu.

Yorgun bir vaziyette başını yastıktan kaldıran Esma, köyün ebesinin elinde tokat yağmuruna tuttuğu minik bebeğe dolu gözlerle bakıyordu. Üçüncü doğumunu yapmıştı ancak bu doğumunun da diğerleri gibi başarısız olmasından korkuyordu. Diğer iki bebeği ölü doğmuşken yorgun bedeni birinin daha ölmesini kaldıramazdı.

“Ö…ölü mü?” dedi titrek bir sesle. Ebe gözleri açık bebeği baş aşağı sallamaya devam ederken başını sallayarak gülmeye çalıştı.

“Yaşıyor. Bir kız, kızın oldu Esma.”

“N-neden ağlamıyor?”

“Bilmiyorum yavrum…”

“B-belki kucağıma alırsam…”

Hatce kadın kendi elleriyle gelin ettiği torununa dolu gözlerle baktı. Azman gibi bir kocaya sahipti lakin yavrucak sevgisinden adamın tüm eziyetlerine katlanıyordu. Karnı burnundayken bile dövdüğü kadının bebeleri onun yüzünden ölü doğarken o meymenetsiz herif hâlâ yavrucağı “Döl tutmuyorsun, bir erkek evlat veremiyorsun!”  diye suçluyordu.

Esma, kızını kucağına veren ninesine yorgun gözlerle bakarken sarıp sarmaladığı bebeğin kirli alnını öptü. Daha doğalı birkaç dakika olmuş olan bebek anne kokusuna sinerek gözlerini kapattığı an odanın kapısı kırılırcasına açıldı.

“Yine mi ölü doğdu!” diye bağıran adamın sesiyle lohusa kadın titrerken bebek ağlamaya başladı. Mucize neydi bilmiyordu kadın ama el kadar bebeğin, korkusunu hissetmiş olmasını umuyordu. Televizyonda izlediği belgesellerde de anlatıldığı gibi bebek anne karnındayken annenin tüm korkusunu sevincini hissedermiş kocasının aptallıkla itham ettiği bilimsel gerçekler boşuna değilmiş!

Adam bütün nemrutluğuyla “Erkek mi?” diye sordu. Allah’ın bağışladığıdır, kızı, erkeği var mı evlat evlattır demiyordu.

“Kızımız oldu Ferit’im.” yorgunca soluyan kadın, mahmurca kocasına baktı. 

“İyi. Kendin gibi bir işi yaramaz doğurmuşsun.” diyerek geldiği gibi hoyratça kapıdan çıkıp giden adamın arkasından gözyaşlarını döken kadın hala ağlamaya devam eden bebeğin alnını korkakça okşamaya başladı.

“Hoş geldin bebeğim. Annen sana sahip olduğu için çok mutlu, babanı duymazlıktan gel belli etmiyor ama o da sevindi.” diyerek kendini kandıramaya devam etti. Gözyaşlarını bitip tükenmezken kucağındaki bebeğe daha çok sığındı.

Hatce kadın “Ağlama kızım, ağlama yavrum. Al basması olacaksın.” dese de dinletememişti taze lohusaya. Genç kadın akan burnunu çekip dolu gözlerle gülümsedi.

“Kızımın adı Umut olsun ebe ninem, kızım benim umudum olsun.”

5 yıl sonra…

“Umut, Umut neredesin annecim?”

Esma, az önce evin bahçesinde bir baştan bir başa koşarak gökyüzündeki göçmen kuşları yakalamaya çalışan kızını ararken her geçen dakika daha çok telaşa kapılıyordu. Yüreği daha önce hiç yaşamadığı bir korkuya ev sahipliği yaparken, aklına geçen hafta kocasına kapattırması için yalvardığı eski kuyu geldi.

Koşarak kuyunun başına geldiğinde, yüreği korkudan delicesine atıyordu. Soluk soluğa ağzı açık olan kuyunun içini görmeye çalıştı.

“U-umut!” dedi titreyen sesiyle, her geçen saniye korkusu daha çok katlanıyordu. “Umut, annecim orda mısın?”

“Feriiit! Ebe ninem koşun yetişin!” eve doğru dönüp bağırırken, yerinde duramıyordu. Bir eve dönüp bağırıyor bir kuyunun içine doğru “Umut!” diye çığlık çığlığa bağırıyordu.

“Ferit, feneri getir çabuk!”

“Lanet olası kadın ne bağırıyorsun, bir uyutmadın.” diyerek kapıda beliren adamın umursamaz, ilgisiz tavırları karşısında çaresizliği etrafı çepeçevre sarmıştı. Ferit, içmekten kızaran gözlerini açmakta zorlanırken, yangın var gibi etrafta bağırarak dolanan karısına öfkeyle bakıyordu. Üzerindeki beyaz atletin yakalarını bıkkınlıkla çekiştirirken, çıktığı kapıdan geri evin içine dönmeye yeltendi.

“Umut yok Ferit, feneri getir de bir bakalım. Yavrumun sesi soluğu çıkmıyor, kuyunun dibini de göremiyorum.” Ağlayarak kurduğu cümlenin devamını getirmesine izin vermeye kocası pis pis gülerek Esma’nın yüzüne baktı.

“İyi ya bırak da gebersin, sofradan bir boğaz eksilmiş olur.”

Günümüz…

Genç kadın yaralı parmaklarıyla bendirin gövdesini hızla dövüyordu. Köhne bir barın sahnesinde, gözleri kapalı, bir zamanlar aşina olduğu müziğin ritimlerini yakalamaya çalışıyordu. Yüzüne vuran kısık sahne ışıkları kapalı gözkapakları altından akan yaşları gizlerken, kimin daha çok acımasız olduğunu düşünüyordu.

Başı tutturduğu ritimle usulca öne arkaya sallanırken, az sonra gidecek olmasını umursamıyor gibiydi. Kurtulmak istedikçe batağa saplandığını kimseye kanıtlayamıyor olmak yeterince zorken, kimsenin onun şimdiki halini umursamıyor oluşu da çabalarını geri püskürtüyordu.

Göğsü hızla inip kalkıyordu. Kolları arasına hapsettiği enstrümanı tüm gücüyle sıkarken derinin yanlarıyla ortasını hırsla dövmeyi sürdürdü. Uzaklardan kulağına dolan ut sesi, hızına yetişmek istercesine ritmi yakalamaya çalışıyordu. Kapalı gözlerini hafifçe aralayıp ritim tutan ayaklarına baktı. Çıplak ayakları da aynı elleri gibi yara bere içindeydi.

Bir insanın hissizliği laneti olabilir miydi?

Yavaş yavaş müziğin sonu gelirken, yarı açıkgözleriyle başını hafifçe oynatmaya devam etti. Aynı barın içi gibi bakışları da bomboştu.

Laneti yüzünden günden güne ölüyordu…

Gözlerini yeniden kapatıp bendire hızla vurdu ve seslerin susmasını sağladı. Etrafında olduğu gibi beynindeki seslerde susmuştu.

Onun laneti onu öldürmekten çekinmiyordu… Her gün, biraz daha, biraz daha ölüyordu.

“Umut, patron seni çağırıyor.”

Burnunu çekip kendisine seslenen gence çevirdi bakışlarını. Azrail’i ete kemiğe bürünmüş onu beklerken oturmaya devam edemezdi. Oturduğu küçük tabureden zorlukla kalktığında yanına gelmek isteyen genci eliyle durdurdu.

“İyiyim.”

Söylediğinin aksine hiç iyi değildi. Sadece iyiyim diye geçiştirmek kolay olandı. O da kolay olanı seçiyordu.

Acı Eşiği - Alamet Where stories live. Discover now