36. Bölüm

1.1K 85 2
                                    

   Hava almak için bahçeye çıktım. Gözlerden en uzak olan banka oturup kollarımı göğsümde birleştirdim. Üzerimdeki ince elbise benim bir hayli üşümeme neden oluyordu. Donmamamın sebebi ağabeyimin verdiği cekete sımsıkı sarılmamdı.
   Arkama yaslanıp derin derin soluklandım. Hastanenin o midemi bulandıran kokusundan sonra açık hava iyi gelmişti.
   "Asya?"
   Adımı duyunca kapattığım gözlerimi açtım. Karşımda duran Emir'i görünce istemsizce kaşlarım havalandı. "Emir?"
   Yanımı gösterdi. "Oturayım mı?"
   Başımı onaylarcasına salladım usulca. Yanıma oturup bana döndü. "Haber kulağıma gelince ben de destek olmak için yanına geleyim dedim."
   Belki uykusuzluktan; belki de bulunduğum durumdan dolayı sinirlerim fazlasıyla gerilmişti.
   Sinirle, "Destek olunacak neyim var benim?" diye sordum.
   Tepkime afallasa da ifadesini gizlemeyi başardı. "Yok, yanlış anladın-"
   Hızla sözünü kestim. "Yanlış anlamadım. Sen sanki Ateş'e bir şey olmuş gibi destek olmaya geldiğini söylüyorsun. Ateş gayet iyi ve her zaman da iyi olacak. Bu hastaneden el ele çıkacağız." Sesim sonlara doğru titremişti.
   "Asya, benim söylediklerimde bir art niyet yoktu. Yanlış anladın."
   Derin bir nefes alıp, "Kusura bakma," dedim. "En son aldığım verimli uykuyu uyuyalı yirmi dört saati geçti de.... Kafam biraz yoğun. Aslında sana böyle bir tepki vermek istemezdim."
    "Önemi yok. Bulunduğun durumu tahmin edebiliyorum. Fazlasıyla sinirlerin bozuk. Her ne kadar itiraz etsen de içinde bir korku var ve geçen her dakikada o korku bulutu büyüyor, seni içine çekiyor. Bir an önce şu ortamdan kurtulmak istiyorsun. Kurtulamama ihtimalin tüylerini ürpertiyor..." Saçlarını karıştırdı. "Zırva bir duygu karmaşası işte."
   Tek kaşımı kaldırdım. "Sen nasıl benim hissettiklerimi her detayına kadar tahmin edebildin?"
    "Tahmin etmedim, kendim bizzat yaşadığım için emindim."
   "N-nasıl yani? Sen ne yaşadın?"
   "Benim de durumum seninkine benzerdi. Karımı, karnında çocuğumuzla hastaneye yetiştirirken hissettiğim korku senin şu an içindeki korkuyla eş değerdi. Doğumunun başlamış olması elimi ayağıma dolaştırmıştı. Hastaneye getirirken önümü göremez durumdaydım. Arkama bakarken önümüze çıkan bir arabayı göremedim. Yoldan geçen birisi bizi hastaneye getirdi. Benim bilincim yerindeydi fakat karımın durumu benim kadar şanslı değildi. Hastane koridorunda, onun ameliyathane kapısında kaç saat beklediğimi hatırlamıyorum. İçeriden çıkan doktorun durumunun iyi olduğunu söylemesi için canımı bile verebilirdim."
   Gözlerimin yaşardığını umursamadan, "Sonra..?" dedim. "Daha sonra ne oldu? Karın iyileşti, değil mi?"
    "Saatler süren ameliyat bitti. Saatler geçtikçe benim umudum tükeniyordu. Son dakikalarındayken kendimi iyileşmeyeceğine alıştırdım. Onlar kurtulamayacaklar, dedim. Dediğim de çıktı. Ameliyatı gerçekleştiren doktorun dudaklarından çıkan sözler benim hayatımın kararmasına neden oldu. Karımı da, doğmamış çocuğumu da kaybettim."
   Dudaklarımdan korku dolu bir inleme firar etti. Ciddi anlamda şok geçirmiştim.
   "Bu vicdan azabına dayanamıyorum. İkisinin de ölümünün suçlusunun ben olmama katlanamıyorum. Ben o sırada arabayı doğru düzgün sürseydim çocuğumuz şu an beş yaşında olacaktı. Doğuma yetiştirebilseydim karım da, oğlum da yanımda olacaktı."
   Ne diyeceğimi bilemiyordum. Kendimi konuşmaya zorlayarak, "Kendini suçlama," dedim. "Böyle olacağını bilemezdin. Bazı zamanlarda suçu kendinde aramamalısın. Ecelin nerede, ne zaman geleceği belli olmaz."
   "İkisinin de ölümünün suçlusu benim. O lanet arabadan sağ çıkamamalarının tek suçlusu benim. Bazen diyorum ki; neden ben? Neden ben orada ölmedim? Neden bu acılara maruz kalan ben oldum? O arabada geberseydim her güne kalbimi biri sıkıyormuş gibi hissederek uyanmazdım. Vicdanım beni yok edemezdi."
   Elimi bankta duran elinin üzerine koydum. "Böyle söyleme... İnan bana, onlar şu an cennetin en güzel yerinden seni izliyorlardır. Hele oğlun... Seninle gurur duyuyordur. Bugünlere gelebildiğin için, kendini bırakmadığın için."
   Elinin üzerine koyduğum elime bir bakış attı. Daha sonra, "Belki de bu kadar kahrolmamın sebebi karımdı," diye mırıldandı. "Ona deli gibi âşık olmasam, bu kadar bağlanmasam ölümü beni bu derece sarsmazdı."
   "Bak işte, mutluluk sebebin var senin. Karına âşıkmışsın. En azından aşkı tadabildin, gerçek sevginin ne olduğunu öğrenme şansın oldu. Bunu yaşayabilmiş olman bile ne büyük ayrıcalık! Çoğu insan aşkın ne olduğunu bilmeden hayatını kaybediyor."
   Başını onaylarcasına salladı. "Karım hayatımdan çıkalı beş yıl oldu. Bu beş yılın ilk dört yılı bana pek bir şey katmamıştı. Her güne ölü gibi uyanıyordum. Fakat bu yıl... bir şeyler değişti. Bu yıl yaşadığımı hissettim."
   "Neden?"
   "Bu yıl karşıma bir kız çıktı. Bana eski duygularımı hatırlattı. Aşk tektir derler ya... bunu yalanladı. O kız sanki bana tekrar yaşama şansı verdi."
    Burukça tebessüm ettim. "Ne hoş, hayat senin önüne yepyeni bir fırsat çıkarmış işte. Bu fırsatı sonuna kadar yaşa, tadını çıkar. Karının arkasından yas tutman yetmiştir bence. Onu ne kadar sevdiğini görüyordur, hiç merak etme. Hatta o şu an bile seni izliyordur ve hayatına devam etmen gerektiğini söylüyordur sana."
    O da gülümsedi. "Eminim..."
   Elimin altındaki elini hafifçe sıktım. "O kızı kaçırma, Emir. O senin için gerçek bir şans."
   Ellerimize bakarak, "O kızı bırakmayacağım," dedi.
    Aklıma şu an bulunduğum durum gelince yüzümdeki tebessüm silindi. "Her neyse..." Elimi çektim. "Benim sorunum şimdilik ciddi. Kocamın ameliyatı bitmek üzeredir. Gideyim de bakayım."
    "Sonun bana benzemesin diye dua edeceğim, Asya."
   Başımı sallayıp hastaneye doğru yürüdüm. Arkamdan seslenince tekrar ona döndüm.
    "Umudunu kaybetme sakın! Kendini bırakacağın tek bir an dahi düşünme. Her kötü son; kesilen ufak bir umuttan doğar! Güçlü dur."

   Ameliyathanenin olduğu kata gelince yüzümü normal tutmaya çalıştım. Emir'in söylediği söz beynimde defalarca yankılanmıştı:
    Her kötü son; kesilen ufak bir umuttan doğar!
   Hayır! Umudumu kesmeyecektim. Umudumu kaybetmeyecektim. Oradan çıkan doktor ne söylerse söylesin beni yıldıramayacaktı.
   Ağabeyimin yanındaki koltuğa oturdum.
    Bana bir bakış atıp, "Nasılsın?" diye sordu.
   "İyiyim. İyi olmaya da devam edeceğim. Hem ortada kötü olmamı gerektirecek ne var? Ateş o ameliyatı başarıyla atlatacak. Doktor çıkacak ve olumlu şeyler söyleyecek. Çünkü Ateş güçlü, inatçı. Kendini bırakmaz; ben de bırakmayacağım. Çünkü ben umudumu kesmiyorum," dedim. "Ben kötü sonu çağırmıyorum."
   Başını salladı. "Doğru. Ateş sapasağlam ayağa kalkacak. Bunu yapanlar da alacakları en ağır cezayı alacaklar, güzelim. Sen hiç dert etme."
   "Allah'ından bulsun, pislik!"
   Merdivenlerde babamı gördüm. Elindeki çaylarla yanıma geldi.
   Yanımdaki boş koltuğa oturup bir çayı bana uzattı. "Kendini heder etmene daha fazla müsaade etmeyeceğim." Koluna taktığı poşetten  bir tost çıkardı. "Karnını doyuruyorsun ve bu kendini salmışsın görünümden kurtuluyorsun, güzel kızım."
   İtiraz etmeden elindeki tostu aldım. Çayı da diğer elime alıp ortadaki demire koydum. "Teşekkür ederim, acıkmıştım."
   Ağabeyim konuşmamıza dahil oldu. "Ne bekliyordun, Asya? Saatlerdir aç olman dışında bir de iki canlısın sen. Bu zamana kadar dayanabilmiş olman mucize. Vücudun iyi sabretti vallahi, helal!"
   Bakışlarımı onlardan kaçırdım. Hamile olmamın muhabbetinin açılmasını istemiyordum.
   Babam çenemden tutarak bakışlarımızı tekrar birleştirdi. "Güzelim.... Bu konuyu şu an, bu ortamda konuşmak istemiyorum fakat böyle yapma. Hamile olmak bir suç değil. O herifin çocuğunu taşıyor olman seni utandırmak için bir sebep olamaz. Bilemezdin böyle olacağını... Her bu konu açıldığında bu yanakların utançla kızarmasını da, bu güzel gözlerin benden kaçmasını da istemiyorum."
   Usulca başımı salladım. "Tamam, bir daha olmayacak."
   Gülümseyerek, "İşte benim kızım," dedi. "Hem senin karnındaki bebeğin babası saatlerdir aç ve uykusuz yanında beklediğin adamdır. Aynı durum Allah korusun senin başına gelirse aynılarını o da yapar diye ses etmiyorum, bilesin."
    Ben de gülümsedim. "Yapar... Hatta benden çok fazlasını yapar."
   Elimdeki tostu gösterdi. "Hadi doyurun bakalım karnınızı."
    Tosttan bir ısırık alıp tekrar ameliyathaneye baktım. "Kaç saat oldu, hâlâ kimse çıkmadı. Bu kadar uzun sürmesi normal mi? Korkuyorum."
   Gökhan oldukça yorgun gelen sesiyle, "Normal," dedi. "Vücuduna giren kurşunu çıkarıyorlar, kolay bir şey değil. Oldukça normal. Ama ameliyatın sonuna yaklaşıyor olmalılar."
    Derin bir nefes aldım. "İyileşecek." Kendime bunu sürekli olarak aşılamalıydım. İyileşeceğine olan inancımı asla kaybetmemeliydim.
   Her kötü son; kesilen ufak bir umuttan doğar!
   Emir'in umudunu kestiği o dakikalara girmiştik. Şu an ne düşünürsem olaylar ona göre şekillenecekti. Şu an olumsuzu düşünmek yasaktı. Ateş'e ya hiçbir şey olmayacaktı; ya da olmayacaktı!
   Yaklaşık on dakika sonra ameliyathanenin kapısı açıldı. İlgilendiğim şeyi bırakıp hızla oraya yöneldim. Benimle birlikte herkes ayaklanmıştı.
   Ameliyathaneden çıkan doktor hepimize teker teker baktı. İçimden sesimi bulup da soru soramamıştım. Neyse ki ağabeyim beni bu yükten kurtararak, "Durumu nedir?" diye sordu.
   Doktor nefesini bıraktıktan sonra sakince konuştu. "Ameliyat beklediğimizden daha normal geçti. Durumu şu anlık stabil fakat ne yazık ki hayati riski henüz atlatmış değil. Önümüzdeki birkaç saat çok önemli. İleride ne olacağını önümüzdeki saatlerde ne olacağı hastanın vücudunun vereceği tepkilere bağlı. Geçmiş olsun."
   Doktor uzaklaşırken telaşla Gökhan'a baktım. "İyileşecek dedi, değil mi? Ona bir şey olmayacağını söyledi? Ameliyatın n-normal geçtiğini söyledi yani... durumu gayet iyi."
   Gökhan sakallarını ovalayıp bana döndü. "Asya, şu an hiç kimse net bir şey söyleyemez. Zorlu bir ameliyat geçirdi Ateş. Ne olup ne olmayacağına kendisi karar verecek."
   "Gökhan..."
    Yanıma gelip beni göğsüne çekti. Bana sarılırken, "Umudunu kesmek yok," dedi. "Ne olursa olsun sonuna kadar en büyük umutlarınla savaşacaksın, bir tanem... Bu senin en büyük görevin."
   Sarılışına karşılık verdim. "Neden herkes olumsuz konuşuyor gibi hissediyorum? Neden herkes Ateş'ten umudu kalmamış gibi davranıyor?"
   "Kimsenin bu şekilde davrandığı yok. Sen çok gergin olduğun için sana öyle geliyor sadece."
   "Onu görmeliyim..." diye mırıldandım. "O-onu görmeliyim. Onu uzaktan da olsa görmeliyim. Dokunmam, öpmem umurumda bile değil sadece onu hissetmeliyim. Beni hissetmesini sağlamalıyım. Bana ihtiyacı var..."
   Gökhan başını iki yana salladı. "Bu imkansız, Asya."
   Ondan ayrıldım. "İmkansız da ne demek? Burada kafayı yemek üzereyim, hâlimi görmüyor musun? Kör olmalısın ki çıkmış karşıma imkansız olduğunu söylüyorsun. Eğer ben bir an önce Ateş'i görmezsem hazır hastanedeyken beni de bir odaya yatıracaklar, haberiniz olsun."
   Ağabeyim yanımıza geldi. "Asya, olmayacak şeyleri zorlamanın lüzumu yok. Sil bu fikri aklından."
   Gözlerim istemsizce yaşarmıştı. Genelde duygularımı ağlayarak yaşardım. Üzülünce ağlardım, kızınca ağlardım, mutluluktan ağlardım... Bu sefer üzüntü ve öfke birbirine girmiş ve benim gözlerimden yaşlar akmasına sebep olmuştu.
   "Siz beni anlamıyor musunuz?" dedim sesimi kısık tutmaya çalışarak. "Onu görmeliyim diyorum size! Eğer ondan biraz daha uzak kalırsam kendimi tutamayabilirim."
   Gökhan ameliyathaneye bir bakış atıp ağabeyime döndü. "Berk, Asya'yı tut."
   Ben olayları anlamadan ameliyathanenin kapısı açıldı. Ağabeyim beni belimden tutarak kendine yaslarken hareket edemiyordum. Bakışlarım oraya gidince dudaklarımdan telaş dolu bir inleme kaçtı. Kablolara bağlı, cansız gibi duran bedeniyle güçsüzlüğünü ortaya koyan o sedyede yatan vücut kalbimin sahibinindi.
   Sedye önümden geçerken kıpırdanmaya çalıştım fakat ağabeyim buna izin vermedi. Ateş'in yüzüne bakınca ağlayışım şiddetlenmişti.
   Ağabeyimin kolları arasında çırpınırken sedye ve üzerindeki Ateş gözden kaybolmuştu.
   Beni saran kollar gevşeyince çığlık attım. "Yeter! Nasıl bir kâbusun içine düştüm ben? Yeter artık, uyanmak istiyorum."
   Gökhan yanıma gelip beni arkamdaki koltuğa oturtunca başıma vurmaya başladım. "Yeter yeter yeter!" Sürekli aynı kelimeleri sayıklıyordum. Gökhan ellerimi tutarak kendime daha fazla zarar vermemi engelledi.
   "O gördüğüm görüntüden kurtulmamın tek yolu, Ateş. Ona sarılmalıyım, kokusunu içime çekmeliyim. Bana esmer güzeli demesine ihtiyacım var. Beni öpmesine, her şeyin geçip gittiğine inandırmasına ihtiyacım var!" Sesimi biraz alçaltıp yalvaran gözlerle Gökhan'a baktım. "Gökhan, lütfen... Her şeyimi verebilirim ama ne olursun onu bir kez olsun göreyim. Bir dakika bile olsa yüzünü göreyim, kapalı da olsa gözlerine bakayım, kablolara bağlı da olsa nefesini hissedeyim..."
   Kısa bir an düşündükten sonra nefesini bıraktı. "Uğraşacağım, Asya. Sadece beş dakikalığına görüp de şu hâlinden kurtulman için gidip konuşacağım."
   Boynuna sarıldım. "Teşekkür ederim. Eğer yaparsan bu iyiliğini asla unutmam; karşılığında ise her şeyi yaparım."
   Yüzüme bakıp akan göz yaşlarımı sildi. "Sadece güçlü olmanı istiyorum. Kendini bırakmamanı istiyorum."
   Hızla başımı onaylarcasına salladım. "Sadece beş dakika onu göreyim... Sonra toparlanacağım, söz!"
   Ayağa kalkıp ağabeyime baktı. "Umarım daha kötü etkilemez. Konuşayım mı?"
   Ağabeyim kararsız bir ses tonuyla, "Bilemem," dedi. Daha sonra bakışları bana ilişince nefesini bıraktı. "Git de ayarla. Daha kötüsü olamaz herhalde."
   Gökhan gözden uzaklaşınca derin bir nefes aldım. Ateş'i görmek bana iyi gelecekti. Ne durumda olursa olsun düşüncelerimi kötüye yönlendirmeyecekti.
   Daha sonra beynimde tekrar Emir'in cümlesi yankılandı.
   Her kötü son; kesilen ufak bir umuttan doğar!

ATEŞLE OYNAMA (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin