hello, mortal

78 20 9
                                    

Gölge Kralı canlanmıştı, bunun bütün dünya için tek bir anlamı vardı; felaket.

Lahdinin içinden, yattığı yerden yükselip odanın tavanından dışarıya, göğe doğru patlayan ışık huzmesi yüzünden kapattığım gözlerimi korumaya çalışırken devasa bir ses duyuldu, adeta göğü yarmıştı bu korkunç ses ancak anlamını biliyordum. Artık istesem de onu saklayamazdım, 600 yıllık uykusunun sona ermesini böyle kutluyordu. 

Ancak ışık dağılıp yerini normal haline bırakınca, onun yattığı yerde olmadığını gördüm çünkü üzerime atlamaya hazır bir halde tepemde dikiliyordu.

Sırtım buz yüzeyle öyle sert bir şekilde çarpışmıştı ki kemiklerimin  kırıldığını düşündüm, bütün bedenime ve sinirlerime saplanan bir ağrı hareketlerimi kısıtlamış, beni adeta felç bırakmıştı. Gözlerimin önündeki yüzünü görmeden hemen önce göğe bakan bütün alanı kaplayan devasa kanatlarını açarak beni kıskacına almıştı, işte o anda siyahtan derin bir mora bürünen gözlerini fark ettim.

"Merhaba, ölümlü." 

Nefes nefese, ciğerlerim patlayacakmışçasına soluk almaya çalışıyordum, o ise üzerime verdiği ağırlığından şikayetçi değilmiş gibi hala soğuk olan parmağını yüzümde gezdiriyor, saçlarımla oynuyor ve korkunç bir şekilde bana bakıyordu. 

"Bugünü bekliyordum, Tanrım." dedi gözlerini devirerek. "Bir ölümlünün beni kurtarması ne kadar da.. şaşırtıcı." 

Üzerimden kalkmadan elinde tuttuğu saç tutamını havaya kaldırarak bedenimi süzdü. 

"Oysa ki onları ben kurtarırdım," dedi ve gözlerinin renginin mordan kırmızıya dönüşmesini seyrederken dehşet içindeydim. Kulağıma eğildi, tehditkar bir sesle, "Ruhlarını emmekten ve kalplerini sökmekten bahsediyorum, beni anlıyor musun?" diye fısıldadı.

Dehşet içinde, ondan kaçma çabası içinde elimi yana atarak, yerde duran bir nesneyi kafasına doğru savurdum ancak saniyeler içinde bunu fark etmiş ve elini havaya kaldırmıştı, işte o anda, havadaki şeyin kıvılcımlar saçarak küle döndüğünü ve zemine serildiğini fark ettim.

Ben çok büyük bir bok yemiştim.

"Korktun mu ufaklık?" üzerimden kalkarak sonunda beni kendi halime bıraktı ancak bu bile soluklarımı düzenlemem için yeterli değildi. Odanın içinde dolanıp vücudunu saran siyah gömleğinin içinde gerinme hareketleri yaptı, her yerinden garip sesler yükseliyordu.

"600 yıl uyuyunca böyle oluyor işte," dedi, sanki bu çok normal bir şeymiş gibi. "Eminim Ravi burada olsaydı o da aynını yapardı."

"Ravi mi?"

Simsiyah, kuzgun tüyünden kanatları solan bir gül gibi ağır ağır kayboldu ve yerini minik, minicik bir sürüngene bıraktı. Beyaz renkli, doğaüstü olduğu her halinden belli olan bir yaratık kolundan tırmanarak omzuna yerleşmiş ve hayatımda duyduğum en tatlı mırıltıları çıkartarak sahibinin omzuna tünemişti. 

"Ravi, ölümlü. Ölümlü, Ravi." 

"Benim bir adım var." dedim yerimden kalkmaya çalışarak, kemiklerim kırılmış olabilirdi, korkunç bir ağrı duyuyordum ama, zar zor da olsa yerimden kalkmayı başarmıştım. "Benim bir adım var," diye yineledim. "Astrid."

"Hah!" dedi omuz silkerek, dünya umurunda değildi. "Ölümlülerin birer isme sahip olmasını hiç anlamıyorum, sanki kendinizi etiketliyormuşsunuz gibi." Kusuyormuş gibi bir yüz ifadesi takınarak devam etti. "Ölmeyecekmişsiniz gibi davranıyorsunuz." 

"Herkes senin gibi özel güçlerle doğmuyor," dedim belimi tutarak. "Sizlerin aksine bizlerden milyonlarca var, birbirimizi karıştırmamız oldukça olası."

Boğazım kurumuştu, yaşadığım korku, heyecan ve gerilim bir yana üzerime sertçe atladığı için dengede duramıyordum da. Başımı kaldırıp ona baktım, buzdan odanın buzdan prensi, dünyaya yeniden dönmüş gibi değildi, ya da ben bambaşka hayal etmiştim. Uyanır uyanmaz dünyaya kötülüklerini, kara büyülerini falan sanacak sanmıştım ama bu adam sadece Ravi adını verdiği sürüngenini seviyor ve göğsünden çıkardığı bir resme bakıyordu. 

Odada benim de olduğumu unutmuş gibiydi, cidden tuhaf bir adamdı.

"Eee, sen ne diyordun?" dedi omuz silkerek. Umurunda bile değildim. 

"Fazla vaktim yok," dedim nefeslerimi düzene sokmuş olarak. "Elimden alınan haklarım için buradayım." 

"Pardon," dedi yüz ifadesini değiştirerek. "Ben ne yapabilirim?"

Gözlerimi devirerek ellerimi üzerime sürdüm, lanet olsun ki her yanım çamur içindeydi.

"Bir düşün bakalım, ben seni neden uyandırmış olabilirim? Güzellik uykunu bölmek için mi?"

Kollarımı göğsümde kavuşturarak tek kaşımı kaldırdım, aptala mı benziyordum? Yani teknik olarak onu uyandırarak bütün bir dünyayı tehlikeye sokmuştum ama bu sayılmazdı.

Yoksa sayılır mıydı?

"Vah vah.." dedi aynı şekilde kollarını göğsünde birleştirerek, omzunda durup tüm sevimliliği ile bana bakan Ravi bile ortamda artmakta olan gerginliğin önüne geçemiyordu. "Gölge Kralı'nın uyanışı, kara büyüler, lanetler falan seni kurtarabilecek mi sanıyorsun? Çok yazık.."

"Bunu söyleyeceğini tahmin etmiştim." dedim yerdeki taşları işaret ederek. "Bu yüzden, seni uyandırırken kara büyü yaptım."

"Yani beni bağladın," dedi tek kaşını kaldırarak. "Sana yardım etmek zorunda bırakacaksın öyle mi?"

Kara büyüyle bağlanan büyülerin, sahipleri tarafından yapılması gerekiyordu. Aksi takdirde önümüzdeki yüz yıl boyunca bana kölelik edecekti, kendi bilirdi. 

"Ne yapmaya çalıştığını biliyorum ölümlü ama sana kötü bir haberim var," dedi. "Bu kuralı 600 sene önce bozdum, istersen buradan bakabilirsin." 

Avuç içi yukarı bakacak şekilde elini açtı, dumanların sardığı eski bir kağıt parçası havada süzülüyordu ve ne yazdığını okumak zor değildi.

Bir sonraki emre kadar bütün kara büyüler geçersizdir, İmza, Gölge Kralı.

"Ah, yani şimdi bununla pes edip geldiğim onca yolu geri döneceğim ve Aragas'ı Kralın çocuklarına bırakmasını seyredeceğim, öyle mi?" 

Üç adımda aramızdaki mesafeyi kapattım, ona sunduğum bağlılık izi hala orada duruyordu; alnında ve kalbinin üzerinde. Parmağımı hala soğuk ve kendine gelmemiş tenine dokundurarak gözlerinin içine baktım, bunun anlamını bilmiyor olamazdı. 

"Kara büyüleri geçersiz kılmış olabilirsin ancak sana adanan bir ruhu geri çeviremezsin." 

Bu bizi bağlardı ve eğer şartlar yerine getirilmezse lanetlenirdik. Bunu biliyordum, göze almıştım, canımı vermem gerekiyorsa verecektim. Bu yüzden bir cevap almak için yüzüne baktım ancak onun ölü gözlerinde dönüp dolaşan renklerin hepsi silinmiş, geride düşünceli, siyah bir renk kalmıştı.

"Aragas mı?" diye sordu cansız bir sesle, söylediklerim hiç önemli değilmiş gibi sadece yer ismine takılmıştı. Cevap vermeden önce sessizce bekledim, bakışlarını yerden alarak gözlerime baktı ve gönülsüzce de olsa, "Tamam," dedi. "Sana yardım edeceğim ancak şimdi gitmen gerekiyor." 

"Geri dönemem." dedim, "Bana yardım etmeden nasıl dönebilirim? Seni benim uyandırdığımı anlarlarsa bu sonum olur." 

"Kapa gözlerini." dedi alelacele. 

"Neden?" diye sordum. 

"Seni geri göndereceğim ve sen de gelmemi bekleyeceksin, tamam mı?"

"Ama-"

"Geleceğim," dedi. "Gelmek zorundayım." 

Ve benim ona ulaşmak için girdiğim onca sıkıntı, felaket boşunaydı. Beni tek bir parmak hareketiyle Aragas'a, odama göndermişti.

Merhaba, yine ben. 

Bölüm gecikti, üzgünüm ancak şimdi yazabildim, umarım seversiniz. Fantastik bir şeyler denemek istedim diğer bölümler biraz daha hareketli olacak, takipte kalın ve bildirimler için kütüphanenize eklemeyi unutmayın

Sevgilerimle, Faith 

phantom | ZaynWhere stories live. Discover now