3. Bölüm

273 40 73
                                    

(soyunma odası, medyadaki hayal edilebilir)






İki beden, iki farklı bankta uzanıyor, tavanı izliyorduk. Bir nevi Kai yüzünden burada kaldığımızdan kendini suçlu hissediyordu. Hatta her şeyi batırdığından bahsedip dururken bunun içinde ağlamıştı. Bunun haricinde telefon açmayı düşündüm ama spor salonları binanın zemin katında olduğu için hat bile yoktu. Gerçi, okulun en üst katında bile olsak hiçbir zaman telefonun ve internetin çekmemesi gerçeği var.

Telefonumu yukarı kaldırıp tekrar çekip çekmediğine baktım, negatif. Telefonu kapatıp şortumun cebine koyup ellerimi başımın altında birleştirdim. Yine tavanı izliyorum.

"Özür dilerim..." Yan tarafımdan, alıştığım iki kelimeyi yine duyduğumda yattığım yerde başımı çevirdim. Vücudu bana dönük, cenin pozisyonu almış formalı çocuğa baktım.

"Özür dilemeyi bırakacak mısın?" Bıkmıştım.

"Ama benim yüzümden burada kaldın..." Tekrar ağlayacak gibi bir hâli yoktu ama üzgün ve utanç doluydu.

"Üzülme tamam mı, yokluğumuzu elbet birileri fark edecek ve bizi arayacaklar. Tabii kaç saat sürer bilemiyorum..." Son cümlemi söylerken başımı tekrar tavana çevirdim.

"Sehun..." Diye seslendi bir sürenin ardından.

"Efendim?" Bir dizimi yattığım yerde kaldırıp diğer ayağımı bacağımın üstüne attım o sırada.

"Gerçekten kimseye söylemeyecek misin?" Başımı tekrardan ona çevirdim.

"Neden söyleyim Kai? Sen bu konuda bu kadar ağlarken, üzüntüden kendinden geçmişken neden başkasına yayayım? Bunu ancak çocuklar ve vicdansızlar yapar." Bir şekilde çok güvensiz olduğunu hissettiğim için iyi bir açıklama yapmaya çalışıyordum.

Şimdi gözlerinin ikiside yemyeşil ve çok güzeldi. Yemyeşil gözleriyle zümrüt ve kızıl saçları yakut gibi parlıyordu. Ona baktığımda gözlerimin onda kalmaması için bir saattir tavanla bakışma yarışması yapıyordum.

Koyu kahverengi gözleri aslında renkli birer lensten ibaretmiş. Demir dolapların içindeki çantasından lens kutusunu çıkarıp kayan lensini ve hâlâ yerinde duran koyu renk lensleri çıkarıp yerleştirdiğinde uzun kızıl tutamları altından, ağlamaktan daha çok belli olan, mücevher gibi parlayan gözleriyle bana baktığında... yemin ederim kalbim sıkışmıştı. Böyle bir güzelliği daha önce görmediğime yemin ederim. Yemin ederim ki böyle güzel bir insan, bir varlık görmedim ben.

Güzelliği yüzünden mi bilmem, daha fazla ağlasın istemiyorum. Ne üzülsün ne de güvensizliğin verdiği o rahatsız hissiyatı yaşasın istemiyorum. Sanki onun yaşadığı bu sıkıntılı durumu ben yaşıyormuşum gibi.

"Jongdae de ona güvenebileceğimi söylemişti..." Dedi sessizce. "Ondan nefret ediyorum..."
Hiç konuşacak hâli yokken, kendi isteğiyle bir şeyler söylemesinden cesaretlendim. Sorular sormak istiyordum.

"Seni neyle tehdit etti?" En uygun soru bu olabilir. Ancak cevap vermeden gözlerini yattığı yerden, yere indirdi. Bir süre, belki cevap verir diye beklerken, bana bakmamasını fırsat bilerek yüzünün her bir tarafını bakışlarımla deldim.

"Kimsin sen Kai?" Gözleri bana çıktığında kaygılı duruyordu.

"Bunu soruyorum çünkü bu aralar kafamı oldukça kurcalayan bir şey var... Ve bunu açıklığa kavuşturamadığım için eksik hissediyorum. Kim olduğunu bilmek istiyorum çünkü gerçekten güçlü tahminlerim var. Lütfen söyle, yoksa sahil kıyısında saatlerce oturarak telef olacağım." Son cümlelerime karşı tek kaşı hafifçe havalanmış, şaşırmışa benziyordu.

Call of the Deep || SekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin