4. Bölüm

318 40 37
                                    

Tarif edilemez duygular içerisindeyim. Kendimi anlatabileceğim en iyi cümle buydu ki birçok duyguyu bir arada yaşıyorum. Heyecan, merak, sabırsızlık, bilinmemezliğin getirdiği ürperti... Ancak en çok hissettiğim merak ve heyecandı.

Dün akşam Kai ile okuldan ayrılırken, bugün için Jongdae'yi nerede bulabileceğimi sormuştum. Pazar günleri maçları yoksa öğleden sonra idman yaptıklarından bahsettiği için okul yolunda Kyungsoo ile bekliyorduk. Tek gelmemiştim, çünkü başka takım arkadaşlarının yanında olması olasıydı.

Karşımızdaki neredeyse uçsuz bucaksız gözüken çayırlığı kontrol ederken, bir yandan da caddelere bakıyorduk gelen gideni görmek için. Neyseki büyük çayırlığın ortasından kadrajımıza girmişlerdi.

Kyungsoo'ya olaydan bahsetmiştim. Ancak olağanüstülükleri atlayarak bahsettiğim için ve Kai'den hoşlandığımı da eklediğimden elbette bana yardım etmeyi kolayca kabul etmişti.

"Bana bak, asfalta çıkmadan onları orada sıkıştırsak iyi olur." Kyungsoo'yu yanıma alma sebebim işte tam olarak bu. Genelde haylaz ve tembel sıfatlarıyla nitelendirilen arkadaşım, kavgaya gelince üstün zekâlı birine dönüşüyordu.

"Nasıl yapacağız?" Sessizce sorduğumda kolumdan tutup "yollarını önden ve arkadan keselim. Sen önlerinde dur, ben arkalarına geçerim." dediğinde hızlıca yürümeye başlamıştık bile. Daha önce kimsenin yolunu kesmediğim için yaptığımız bu ergence işe gülesim geldi. Onlara iyice yaklaştığımızda çayırlığın ortasına varmak üzereydik ve karşımızdaki ikili ne olduğunu anlamak istercesine bize bakıyorlardı. Burası insanlarında, öğrencilerinde kestirme alanıydı.

Gözlerimi, sözde esas oğlandan ayırmadan onlara yaklaştığımızda durup etraflarına bakındılar. Eş zamanlı Kyungsoo, onların arkasına geçmişti ve bende diplerine kadar yaklaştım.

"Neler oluyor?" Jongdae'nin yanındaki, hemen hemen benimle aynı boyda olan sırık sormuştu.

"Hah... Sen şu karşı takımın kaptanı Sehun'sun..." Önce dalga geçer gibi bakarken sonradan kaşları hafifçe katıldı. "Sorun ne?"

"Sorun şu ki, sende şantaj resimleri var ve bu hiç etik değil, biliyor musun Jongdae?" Soru görünümlü yargımla birlikte dalga geçercesine bir kahkaha attı.

"Ah, benim kızılım sana bir şeyler söylemiş anlaşılan." Sırıtıyordu. Yüzündeki bu ifade beni alt edeceğine inanırcasına bir ifadeydi. "Ona kimseye bahsetmemesi gerektiğini söylemiştim ama söz dinlememiş..." Hâlâ aynı ifadeyle bana bakarken başını yana çevirip arkadaşının gitmesini işaret etti. Benimse işaret etmeme gerek yoktu, benim bir tanecik arkadaşım gerekeni zaten yapardı. O sırığın yalnız başına kalmasına razı gelmezdi. İkiside bizden öteye ilerlerken koskoca çayırlığın ortasında ikimiz kalmıştık.

"Evet, anlattı ve senin, gözümün önünde o görüntüleri silmen gerekiyor. Yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim." Şimdi ben gülümsüyordum. Ancak kuru bir gürültüye elbette beni sallamadı, özgüveni çok yüksek birine benziyor.

"Ne yapacakmışsın ki?.." sırıtıyordu. "Bana bak Sehun, senin takımının amigoluğunu yapıyor diye benim bebeğimle herhangi bir hayalin veya ilgin olmayacak. Sana bir şeylerden bahsetse de hiçbir şey seni ilgilendirmez. Duydun mu beni?" Konuştuklarının etkili olduğunu sanıyor heralde ama güç bendeyken umrumda mı? Hayır. Ancak biraz daha eğlenebilirdim ki, sonunda yaşadığı o hezimeti görebiliyim.

"Üzgünüm ama bebeğin, benim bebeğim oldu." Keyifle gülüyordum. "Ayrıca benim bebeğim olmaktan da çok memnun. Ah, inanmadığını biliyorum. O yüzden istersen gidip öpüşmekten şişirdiğim dudaklarına soralım. Ne dersin?" Yüzü sinirli bir hâl alırken kendi söylediklerimle keyiften dört köşe olmak üzereydim. Öyle umuyorum ki, durumumuz değişmesin.

Call of the Deep || SekaiWhere stories live. Discover now