0

840 58 106
                                    

Birçok şeye benzetilen hayat, bir lunapark treni gibiydi bazen de.

Birbirinden eşsiz inişleriyle ve çıkışlarıyla, döndüğü, hızlandığı ve durduğu yerleriyle, başlangıçları ve sonlanışlarıyla birbirinden farklı ve engebeli trenler... Çıkışlar güzel olsa da er ya da geç basit bir inişle sonlanmak zorundaydı her biri.

Fakat kimi tren sahipleri öyle “iniş”ler tecrübe edinirlerdi ki: en yükseklere çıkacak olsalar da, etkisinden kurtulmak için ellerinden geleni yaptıkları o “iniş”in izleri daima kalırdı beraberlerinde.

Bazen bir ayrılık kaygısıydı bu, bazen toplum baskısı, bazen zorbalık ve yalnızlık...

Bazen ise basit bir aşağılık kompleksi.

Ve bazıları vardı ki, bu “iniş”in etkisinden kurtulmak için diğer trenlerin raylarıyla oynamaya bile hazırdı.

Hırs onların en büyük kazancıydı.

Siyah ceketinin kollarından birini sıvadı, kol saatine bakıp kendini hazırladı o hırslılardan biri. Sanki çok acelesi varmış gibi, evinin önüne elindeki bavulları hızlı hızlı çekiştirerek geldi.
Faytoncu tam vaktinde gelmişti, gururla bindi at arabasının arka kısmına.

Atlar tren istasyonuna doğru ilerlemeye koyulduğu sırada ise oturduğu yerden dışarıda yaşananları seyretti, verdiği onlarca rüşvetin sonunda beklediği günün geldiğine hâlâ inanamayarak.

Belki de kendisine yeterince baba sevgisi verilseydi, bu hırslı yola baş koymak yerine olanları kabullenmeye çalışır ve daha sağlıklı bir hayat sürerdi...

Ama sorun yoktu.
Bunun kendisini kanıtlayacağını bildiği sürece, bir kez olsun ondan daha çok şeref duyulacak bir oğul figürü olacağına emin olduğu sürece, gram kadar sorun yoktu.

Gururla gülümsemesini genişletti, ceplerinden birindeki “tuz”u çıkardı ve ela gözleri kurnaz intikam planlarının verdiği coşkuyla kısıldı.

Evet, dedi kendi kendine.

Şimdi parlama sırası ondaydı.

...

Bu onun özgürlüğünü sonsuza dek yok edecek olsa bile.

"Our Last Dance"  -EdLuca-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin