V.

629 25 363
                                    

Geç kalmışlardı.

Gecenin ortasında yapılan tüm müdahalelere rağmen geç kalmışlardı.

Haberi almalarıyla beraber koşa koşa buraya gelmiş ama geç kalmışlardı.

Andrew tek kelime edemiyordu.
Karnı kasılıyor, çok şey söylemek istiyor ama sesi çıkmıyor, nefesi çıkmıyor. “Gık” diyemeden, yakut gözlerindeki boncuk yaşların dökülmemesi için öylece dikilmiş karşısındaki hekimin acımadan dediklerini sindirmeye çalışıyor sadece.
Adam, resmen ailesinin bir parçasının ölümünü dümdüz bir sesle açıklıyor, ağzından çıkan her kelime onun olduğu yerde yığılmanın eşiğine getiriyordu.

“Bu haberi vermeyi hiç istemezdim ama inanın bana, böylesi onun için daha iyiydi.” böyle cesurca konuşmasına karşın doktoru da epey üzülmüştü aslında – genelde onu ya uyurken ya da morali bozuk bir vaziyette bulsa da Luca, hep kanına kaynayan bir hasta olmuştu kendisine.

Bu sözden sonra hiçbir şey demedi ikisi de: gözler aracılığıyla anlaştılar ve Andrew çıktı gitti oradan.

Düşmemek için koridorun duvarına tutunarak yürüdü, yoğun bakım odasının kapısından haberi bekleyen, yeni yetişen arkadaşlarının yanına kadar geldi.

Biri oturduğu yerde vücudunu ona çevirmeyi yeterli bulurken, diğeri ayaklanıp yanında bitmiş, ama ikisinin de gözleri heyecanla ona dikilmişti nutukları tutulmuş bir hâlde.

Tam ondan durumunun iyi olduğunu söylemesini beklerlerken, yüz ifadesinden ve dolu gözlerinden tahmin ederek, beklenen diğer lanet sonucu anlamak vardı ya...

Mezarlık bekçisi durdu, hiç konuşmadan boynunu eğdi ve tuttuğu yaşları sessizce boşalmaya başladı birdenbire. Hâlâ inanamıyordu: daha birkaç saat önce onunla ay çöreğini paylaşan bir insanın şu an olmayışına inanamıyordu.

İkisinden de birkaç adım geri çekildi ve gözlerini kaçırmaya çalıştı hemen. Sanki kara haberi vererek, arkadaşını öldüren o oluvermişti – bakan her göz tek tek onu suçluyordu sanki. “Ben öldürmedim!” diye bağırası geliyordu neredeyse.

Victor karşısında ağlayan dostuna ne bir tepki verdi, ne de teselli etti – hiçbir şey teselli olamazdı şu an onlara.

Sadece kaybetmişlerdi.

Kaybetmişti.

Dolu kehribar gözleriyle hemen uzaklaştı yanlarından. Moralinin bozuk olduğu durumların ilk vakitlerinde, köşeye çekilip kısa bir müddet tek kalmak onu her daim daha iyi hissettirirdi.

Onun gidişini izlemenin arkasından Andrew'in ilk yaptığı şey, olduğu yerde çökmek ve bacaklarını karnına kadar çekip içinden geldiği kadar ağlamak olmuştu.
Her ne kadar kendini hazırlamış olduğunu zannetse de, aylarca süren negatif düşüncelerini ve suçluluk duygularını onaylayacak o ölüm gününün bu şekilde gerçekleşmesi fena koymuştu ona.

Yaşlarını tek tek silerken, gözlerinden birini kapatan dağınık perçemini kulağının arkasına aldı sonra albino olan; bakışları duyduğu hapşırıklarla beraber köşedeki koltuklardan birinde oturan boynu bükük ressamı buldu.
Kim bilir kafasından ne geçiyor, ne kadar üzülüyordu...

Başta biraz ikircikli davransa da, cürretini toplayıp bağcıkları açık kalmış kirli botlarıyla yanına geldi teselli edebilmek niyetiyle.
Ne kadar çökük durduğuna baktı önce. Her an öfkeyle parlayabilen mavi gözleri hiç olmadığı kadar donuktu bu sabah. Gözlerinin altındaki torbalar tüm gece uyuyamadan atölyesinde resim çizmekten kaynaklanırken, kabanının altındaki pijamalar, beresinin olmaması ve salık saçları ise onun da en az mezarlık bekçisi ve postacı kadar aceleyle geldiğini gösteriyordu kendisine.

"Our Last Dance"  -EdLuca-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin