kopup giden ilk papatya, dilerim ki son olsun

105 23 36
                                    

Bu sefer büyük ağacın altına ilk varan Hendery olmuştu. Buraların sükuneti onu her ne kadar normalden farklı hissettirse de, Yangyang'ın gelişiyle bu havanın bozulacağından emindi. Usulca oturdu yere, sırtını ağaca yasladı her zamanki gibi. Elindeki papatyayı çevirerek beklemeye başladı.

Yangyang'ın yanına papatya koparmadan gelmek Hendery'e bir kabahat gibi geliyordu. Çünkü Yangyang da papatya gibi geliyordu ona, nüktedandı Yangyang, seviyor sevmiyor yapılmayı hak etmeyen bir papatya gibiydi. Rüzgar teninde süzülüyordu sanki, sert bile olsa. Dudaklarıyla beraber gözleri de gülümsüyordu, parıldıyordu en içten ışıltısıyla.

Ama bir solgunluğu da vardı, yorgun gözleri doluyken büzüyordu dudaklarını, nice deryalara açılan yelkenleri suya iniyordu. Narin bedeni omuzları düştükçe küçülüyordu. Karanlıkta bile parlayan gözleri, teni gibi soluyordu. Kopup giden bir papatya gibi, sanki yavaş yavaş solduğunu hissettiriyordu.

Ne manası vardı seviyor sevmiyorun, papatya solduktan sonra? Ne manası vardı yeniden yeşeren papatyaların, tek nefeste meçhule düştüğünde? Peki ya yeniden, ne manası vardı zor tebessümlerin, gözleri içeri ağladıktan sonra?

Yolunu gözledi Hendery, hep gidişini gördüğü yoldan gelişini bekledi. Onu görmeyi bekledi, onu iyi görmeyi bekledi. Daha göreli günler olan bu oğlan için en iyi temennileri kalbine yer edindi. Farklı bir şey vardı Yangyang'ta, aksi takdirde onun gibi birine böylesine naif olamazdı. Kimse olmazdı, Yangyang'tan başka.

"Gelmeyecek," dedi kendi kendine. Gözüne dökülen tutamları tek bir hamleyle savurduktan sonra başını yasladı çınar ağacına. "sanırım onu rahatsız ettim." Belki de birbirinin duvarlarına gelen iki yabancıya göre fazla haddini aşmıştı sorular sorarak, ya da kabus gibi çöken iç sesiyle Yangyang'ı korkutmuştu. Kim bilir, sen sustuğunda duygular konuşur derlerdi, Yangyang onun her susuşunda duymuştu belki de kalbini.

Gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. Dakikalar dakikaları, saatler saatleri kovalıyordu. Hendery oradaydı, Yangyang'ı bekliyordu. Yalnız hissediyordu Yangyang olmadan, lakin yalnız değildi. Onun yokluğunda var olan derin sükunet eşlik ediyordu Hendery'nin yorgun bedenine.

Onu görmeden ayrılmak istemiyordu bu çınar ağacının altından. Uzaktan görmeye bile razıydı, yanına gitse bilmiyordu, yabancıydı, gitmese meçhuldü, bilinmezdi. Bu karambolde sıkışıp kaldıkça da korkak ve ürkekti. Lakin çıkacak cesareti de bulmak için gözü kara biri olabilirdi.

Koşarak yaklaşan bedeni uzaktan gören Hendery ayaklandı büyük bir hevesle. Fakat bu beklediği kişi değildi, Yangyang değildi. Buraya kimseler uğramazdı, uğrayanlar gibi unutulmuş bir yerdi burası. Belki de ölmüş demeliyim, çünkü insan unutulduğunda gerçekten ölürdü kimine göre, kimineyse bir nefeste silinmiş olmaktı.

Yangyang olmaması içindeki bir yerlerde kırgınlık yaratmış olsa da, gelen kişiye saygısızlık etmemek adına geri oturmayarak göstermedi kırgınlığını. Genç adam yanına gelip ellerini dizlerine koydu ve nefeslendi. "Merhaba."

"Merhaba, hangi rüzgar attı sizi buraya?" dedi kahverengi tutamlarının ardından ona bakan gence doğru. O ise şöyle bir baktı yüzüne, biraz da etrafına baktı birini ararcasına. İçinden bir şeyleri tarttıktan sonra sordu. "Siz Hendery misiniz?"

Bu soruyla duraksasa da yanıtlamayı ihmal etmedi Hendery. "Benim, lakin niçin?" Genç adam elinde sımsıkı tuttuğu papatyayı ona uzattıktan sonra konuşmaya başladı. "Ben Dejun, Yangyang'ın bir dostuyum. Size bunu getirmemi istedi. Bir de bugün gelemediği için çok üzgün olduğunu, onu mazur görmenizi istedi." Hendery bir elindeki papatyaya, bir de karşısındaki oğlana baktı. Şu anda ne tepki vermeliydi, kestiremiyordu.

"Neden gelmediğini biliyor musunuz peki ya?" dedi şaşkınlıkla. Bu çok ince bir davranıştı, Yangyang'a yakışan. Hendery kendini önemsenmiş hissetmeyeli çok oluyordu. Elindeki ufak papatyaya bakarak gülümsedi sakince. "Evet biliyorum, hatta onun yanından geliyorum. Lakin bunu size söylemememi istedi."

Hendery onun dediklerine karşın sessiz kaldı biraz. Peki ya bunun sebebi ne olmalıydı? Kendi düşünceleri altında korkunç hissedip ondan kaçacağını mı düşünüyordu, yoksa benim ona karşı olan düşüncelerimin değişmesinden mi korkuyordu? Kendine çizdiği profilin dışında kalmamı istiyor olması da muhtemeldi. Lakin bunların hiçbiri önemli değildi onun iyiliğinden.

"O iyi mi?" dedi Hendery karşısındaki genç adamın gözlerine bakarak. Eğer gerçek hislerle konuşursa insan ağzından ne çıkarsa çıksın gözleri yalan söylemezdi. Haklıydı, sorusuyla doldu arkadaşının gözleri. Başka yöne bakıp yanıtladı. "İyi olacak."

Arkasını döndüğünde "Bekle," dedi Hendery refleks olarak. Geçen sefer olduğu gibi yine geçip gitmesine izin vermeyecekti onun. "Bana onun nerede olduğunu söyle, yanına gitmek isterim."

"Üzgünüm, bunu yapamam." dedi Dejun ona dönmeden. Diyeceklerini toparlamaya çalışır gibi bekledi biraz. "Onu öyle görmeni istemezdi." Hendery'nin gülüşünü "kopup giden bir papatya gibi" soldurmuştu. Fakat temennisi Yangyang'ın soluyor olmamasıydı.

🖤

Dilerim ki solmuyorsunuzdur, vakti önemli değil.
Eğer temennilerimin tersiyse içinizde var olan, her zaman burada olduğumu bilin. En azından ben solana kadar.
Sizi seviyorum, bir dahaki sefere görüşmek umuduyla.

kopup giden papatyalar | yangdery Donde viven las historias. Descúbrelo ahora