korkunun eşiği ve dünden kalan bir papatya

105 20 32
                                    

Bugün, biraz farklıydı. Hendery yine büyük bir sükunet içindeydi, yine Yangyang buralarda yoktu. Lakin olmamakta haklıydı, Hendery onu öylesine merak ediyordu ki, bir umut erkenden gelmişti onu görmek adına. Batan güneşi izlemiş, havanın üstüne karanlık gecenin örtülüşünü izlemişti. Bekleye bekleye öldürmüştü vaktini burada geceye kadar. Şimdi gece yıldızlarını buluyordu, peki ya Yangyang?

Elindeki papatyaya baktı Hendery, bu sefer yenisini koparmamıştı. Yangyang'ın ona gönderdiği yaprakları solmaya başlamış papatya vardı elinde. İncinmişti, yorgundu; soluyordu, solgundu. Yangyang'a bunu sormalıydı, "Bu papatya seni mi temsil ediyor?" demeli ve anlamalıydı. Çünkü ona bir kez öyle demişti; "...kopup giden bir papatya gibi."

İçinde çözülmesi zor bir his bulunuyordu Hendery'nin. Kesinlikle iyi olarak tanımlanamazdı, lakin kötü de sayılmazdı. Bunun karmaşasında takılı kalmış, sıkışmıştı hisleri bile. Belki de ona olan merakından kaynaklanan bu tutunacak nedeni olmayan hisler, Yangyang'ı görüşüyle sıkıca tutunur ve bırakırdı içini darlamayı.

Oturdu ağacın dibine, her seferinde yaptığı gibi. Gökyüzünde kendi yerini ona göz kırparak belirten yıldızlara baktı. Bilirdik yıldızların her seferinde aynı yerinde olmadığını, ama yine de aynılarıymış gibi izlerdik. Yer yön belirledikçe tanıdıklaşırdı yabancılaşmış yıldızlar. Yangyang da öyleydi, onda farklı bir şeyler olmalıydı. Aksi takdirde Hendery daha birkaç gündür gördüğü bu narin oğlana karşı böylesine yakın, yakın olduğu kadar da uzak hissedemezdi. Konuştukça onu buluyordu sanki, her seferinde kendini onun yanında buluyor ve olduğu yerden soyutlanıyordu.

Herkesten korktuğu için uzak duruyor lakin Yangyang'a çekiliyordu. Çekilmekten korkmuyordu, aksine çekilmek istiyordu ona. Ona çekilmek güzel geliyordu, içinde farklı hisler uyandırıyordu, belki de en masum hislerini veriyordu yaşayamadığı. Yine bu onu herkesten farklı kılıyordu.

Derin bir nefesle havayı teneffüs etti. Ciğerlerinde misafir ettiği nefesi onu düşünürken fark etmiyordu bile. Böyle düşünüyordu, hisleri insanları korkutuyordu belki de. Onların aksine Yangyang da uzakta olsa bile hislerini önemsiyordu. "Yüce Tanrı'm," diye mırıldandı Hendery elindeki papatyayı sıkıca tutup kalbinin üstüne yaslarken. "lütfen onu bulmama izin ver."

Yangyang dilediğinde hemen orada var olduğu ana karşılık gibi, kendi kendine söylediğinde Yangyang'ın yalpalaya yalpalaya yaklaşan bedenini gördü. Ayaklanmasıyla tepecikten aşağı, ona doğru son sürat koşmaya başlaması bir oldu. Onun uğraşmasını bekleyemeyecek kadar sabırsızdı. Ona sıkıca sarılmak ve endişesini atmak dışında hiçbir şey düşünmüyordu.

Lakin belki de düşünmeliydi.

"Yangyang!" Ona kavuşup sıkıca sarıldığında onun ince vücudunu sarmalayan farklı bir şey olduğunu fark etti, bu duraksamasına sebep olmuştu. "Hendery, d-dur." Canının acısıyla yüzünü buruşturarak Hendery'nin omuzlarından tuttu ve usulca onu kendinden uzaklaştırdı Yangyang. Güçsüz çıkan sesi Hendery'nin kalbine bir ağırlık çökertmişti.

"Sorun ne Yangyang, lütfen söyle bana." Yorgun bakan gözlerinin en derinlerine baktı, tanıdık bir şeyler görüyormuş gibi. Sanki sönmüştü parıltıları, soluyordu. Soğuk ellerini tutup ona güven vermek istedi. Ama bu tam aksine Yangyang'ın dolu gözlerle bakışlarını kaçırmasına neden olmuştu.

"Üşümüşsün, neden üstüne bir şey giymedin?" dedi Hendery ona biraz daha zaman tanıyarak. Kendi ceketini çıkardı ve ona sardı, ardından elinden onu nazikçe çekerek ağacın altına ilerletti. Yangyang'sa sessizliğinden ayrılmıyor, ağlamamak adına dudaklarını ısırıyor ve bakışlarını kaçırıp duruyordu.

Hendery oturdu ve Yangyang'ı da kendine doğru çekti. Yangyang onun göğsüne sırtını dayayıp başını da geriye atarak omzuna yaslamış ve gözlerini kapamıştı sorgulamadan. Sanki birbirlerini yıllardır tanıyan, seven iki kişilerdi. Hendery saçlarını okşadı geriye doğru, herkesten saklarcasına fısıldadı kulağına doğru. "Dök içindekileri, gömeyim ve güzel bir papatya açsın burada."

Yangyang'ın çoktan ağlıyor olduğunu fark etmesi zor değildi nefeslerini çekişinden. Sessiz olmaya çalışıyor, lakin içli içli ağlıyordu. "Elimi tutar mısın?" dedi zorlukla. Hendery ikiletmeden dediğini yaptı ve elini sıkıca tuttu. "Sadece söyle Yangyang. Burada sadece biz varız."

Yangyang bir şey demeden tişörtünü sıyırdı yukarı doğru. Gördüğü kablolar Hendery'yi şok ederken Yangyang eline ateş değmişçesine tişörtünü bırakarak daha çok ağladı. "Öleceğim, bunlar olmadan yaşayamayacağım belki de." dedi Hendery'nin elini tutarak. Onun kollarının arasında, onun elini tutarken güvende hissetmişti, sanki ölüm bile alamazdı onu oradan. "Kalbim zayıf Hendery, ben zayıfım."

Hendery oğlanın bileklerini sıyırarak oralara bile sabitlenmiş olduğunu gördü kabloların. "Bu ötüyor."

"Biliyorum, her ötüşünde ölüyor gibi hissediyorum." Yangyang'ın gözlerinden yaşlar usul usul aşağı süzülürken Hendery ona daha sıkı sarıldı. "Bir çaresi var Yangyang, yanında olacağıma söz veriyorum, tamam mı? Bunları aklından silmelisin, bir şey olmayacak."

"Elimde değil, korkuyorum. Beni hayatta bedenim bile tutamazken, tutunacak bir şeyim bile yokken korkuyorum solan bir çiçek olarak kalmaktan." Hendery dolan gözlerini kapatarak engellemeye çalıştı akmalarını. Dili lal olmuş, eli ayağı birbirine dolanmıştı. Ürperiyordu Yangyang kelimelerini, korkularını döktükçe. Kendi canından bir parça kopuyordu sanki.

"Ben yanında olacağım, söz veriyorum." Biraz sessizlik kucaklamıştı ortamı. "Üşüyor musun?" Yangyang başını iki yana sallayarak reddetti onu. "Hayır, gitmek istemiyorum."

"Kal benimle," dedi Hendery tek eli göğsüne yaslanmış oğlanın yumuşak saçlarında dolanırken. Ellerini daha sıkı kenetledi birbirlerine. "burada sabaha kadar seninle kalacağım. Söz veriyorum, sadece dinlen. İyi olacak."

O gece Yangyang onun kolları arasında uyuyakalmış. Hafif meltem onları vururken Hendery onun için sabaha kadar uyanık kalmıştı.

Hendery sıkıca tuttuğu papatya bulunan eliyle tutmuştu Yangyang'ın elini. İkisinin eli arasındaydı papatya, kırmamışlardı onu sıkıca el ele tutuşsalar bile. Hendery de söz verdi.

Ellerimizdeki papatyayı yere düşürmeyeceğim, onun elini bırakmayacağım.

🖤

Kalbim acıyor, çöktü yine o his.
Karanlık cennete dönüyor gibi, eve hoşgeldin mi denmeli?

kopup giden papatyalar | yangdery Donde viven las historias. Descúbrelo ahora