Bölüm 9: Bir Çocuktur Aşk

46 4 1
                                    

Dile getirebileceğim tüm duyguların isimleri, yüreğime işlenenleri aktarmakta kifayetsiz kalacaktı. Bazen sol yanınızı sızım sızım sızlatan hissin tarifi mümkün değildir ve sol yanınızda taşıdığınız kalbiniz hacamat olurken o hislerle, soluk bile alamazken, sesinizi çıkarmanız da olası değildir ki diliniz bir kelime seslendirsin.

Sustum.

Kalbimin bir cam küresi gibi patladığını hissettim içimde ve saçılan her bir parça düşüncelerime saplandı. Düşüncelerim, içimdeki kan gölünde boğuldu ve ben bomboş kaldım. Tuzla buz olan cam parçaları ise damarlarımdaki kana karışmış gibiydi ki solumda başlayan acının, tüm vücuduma yayılışı bunun kanıtıydı. Birkaç saniye boyunca nefessiz kaldığımdan, derince bir nefesi ağız yoluyla içime çektiğimde, gözlerimi kapadım. Göz çevreme biriken yaşlar, ardında izini bırakan bir tomurcuk şeklinde yanaklarımdan süzülürken, beni bu vaziyete sürükleyen acının sebebi hâlâ meçhuldü. Aslında zihnime meçhuldü. Görünüşe göre, kıvrım kıvrım kıvranan yüreğim, çektiği ıstırabın sebebine agahtı. Daha fazla dayanamadım ve dizlerim üzerine çöktüm. Küçükken en sevdiğim masal, dünyaya gelişime vesile olan iki insanın destansı aşkını anlatırdı. Babamın anlattığı gibi kelimesi kelimesine aklıma düşen masal, karanlık ve sisli zihnime bir ışık tuttu.

"Anne..." Nefesimi verirken dilime düşen kelime içimdeki acıyı burkarken, ellerimi üst üste göğsüme koyup, başımı yukarı kaldırarak gözlerimi sıkıca yumdum. Gözyaşlarım, zemine doğru aldığı yoldan şaşıp, boynumdan aşağı süzülerek koynuma doluştu. Nasıl mümkün olduğunu bilmiyordum ama emindim. Kokusunu ve sesini duyduğum, beni sadece doğduğum o an kucağına alabilen kadına aitti. Anneme... Kapalı göz kapaklarım ardında tam da zihnime düşen anı canlanınca gözlerimi hızla açıp, eş zamanda derin bir soluk alarak, ellerimi dizlerim üzerinde çöktüğüm zemine koydum. Kirpik uçlarımda tonlarca ağırlıktaymış gibi asılı kalan yaşlar, tok bir sesle yere düştüğünde, gözlerimi irice açmıştım. Bebekliğime ait bir anının, bu kadar gerçekçi bir şekilde zihnimde canlanması ne kadar normaldi? Üstelik, kokumu içine çekişini, gülümseyişini saniyeler içinde en ince ayrıntısına kadar görmüştüm. Bir süre emekler pozisyonda yerde öylece kaldım. Zeminde gözyaşlarımdan minik bir göl oluştu ve o çok sevdiğim gülümseyişlerim küçük bir karınca olup, o gölde boğuldu. Ellerimle destek alarak, dizlerimi yerden uzaklaştırıp, ayaklarım üzerinde doğruldum. Bacaklarım hâlâ titrediğinden, ilk birkaç adımda sendeledim. Gözlerimi ellerimle sıvazlayıp, yaşları temizlesem de onu hissedişimle yaşadığım, imkansız vuslatın acısı ruhumun her zerresine nakış nakış işlemişti. Anladım ki yıllarca çehremden eksik etmediğim gülüşlerim, en derinlerimde gizlediğim suçluluk duygusunu bastırmak içinmiş. Ben var olduğum için o yoktu ve bu gerçeğin kederini, kurulacak hiçbir cümle teskin edemezdi. İçi doldurulmuş bir hayvan gibi canlı görünüyor olsam da en az onlar kadar cansız hissediyordum kendimi. Yine de duygularımı ötelemeye çalışarak, ön plana çıkmaya başlayan mantığım, bana Bek'in sözlerini hatırlattı. Berbat bir durumda olsam bile, bir canın daha benim yüzümden yok olmasına müsaade edemezdim. Adımlarımı sürükleyerek yürüdüm yolları. Güçlükle çıkmaya başladığım basamaklar beni daha fazla tüketmeye yeminli gibiydi ama nihayet odaya vardım. Kapıyı açar açmaz ahşap yüzünü bana dönen Tan, endişeliydi. Gözlerimi yatağın üzerinde aynı hareketsizlikle yatan canavara çevirip, adımlarımı hızlandırdım. Başucuna geldiğimde, alnına koyduğum elimi bir-iki saniye bile bekletemediğim alev gibi teninden hızla çektim. Yaraları çok kötü görünüyordu.

"Neredesin Bek?" Fısıldadığım soru cümlesinin ardından, Tan'ın heyecanla "Bek!" dediğini işitip arkama döndüm. Elinde, gümüş rengi bir tas olan Bek, gözlerini yatağın üzerinden ayırmadan bana yaklaştı.

"Bu zambak suyu ve içinde peri tozu var. Yaralarını iyileştirir, peri tozu da kanındaki zehri temizler. Acele etmelisin, durumu hiç iyi görünmüyor." Gümüş tası elime tutuşturan Bek, ortadan kaybolduğunda afalladım. Birkaç kelimenin ardından her şeyi bana bırakarak öylece çekip gitmişti. Evet, olanların sorumlusu bendim ama bu yine de tuhaf gelmişti. Hafif pembemsi renkteki sıvının içinde gezinen ışıltılı peri tozları, bir kolanın asidi gibi tasın üstüne doğru yükseliyordu. Gümüş tası yatağın kenarına bırakıp, temiz bir bez arayışına giriştiğimde önümde duran Tan, çekmecesini sonuna kadar araladı. İçim bir garip olsa da çekmecenin içine elimi uzatıp, onun bana sunduğu bezleri kavradım ve hemen tasın içine batırıp, yaraların üzerinde gezdirmeye başladım. Üzerindeki ceket ve beyaz gömleği beni engellediği için, üstün bir çaba sarf ederek ikisini de çıkardım. Onu o kadar sarsmama rağmen gözlerini bir kez olsun açmamış ve en ufak bir devinimde bulunmamıştı. Yaraları oldukça rikkatli bir hareketlilikle temizledim ve sonradan fark ettim ki tasın içindeki pembe suda yüzen peri tozları yok olmuştu. Beze tutunan peri tozlarının, görevini biliyormuşçasına yaralardan içeriye sızdığını gördüğümde ise şaşkınlıkla öylece bakakaldım. Sağ elim, avucumda kavradığım bezle havada duraksarken, sol elimi yavaşça yaraya doğru uzattım. Gözlerime inanamıyordum. Bek, zambak suyunun yaraları iyileştireceğini söylemişti ama bu kadar hızlı olacağından hiç bahsetmemişti, hoş bundan bahsedecek kadar kalmamıştı odada. Birkaç dakika içinde, sırtındaki tüm yaralar kapandı ve ben sol avuç içimi, onun tüylerle kaplı sırtında gezdirdim. Bu esnada ateşinin düşmüş olduğunu da fark ettim. Yatağın, oturduğum boş kenarından yavaşça kalkıp, elimdeki bezi gümüş tasın içine yerleştirdim. Tası ise Tan'dan daha normal görünen diğer komodinin üzerine koydum. Gardıroba doğru ilerlerken, gözüm kırık kısımda gezindi. Nasıl da paramparça olmuştu. Sağlam olan kapısını aralayıp, gardırobun içine bakındım. Sadece üç askı ve üçünde de birbirinin aynı olan gömlek ve ceketler asılıydı. Hemen altında ise tıpkı şuan üzerinde olduğu gibi dizlerine kadar gelen koyu kahverengi, geniş, keten kumaştan şortlar duruyordu. Diğer kısma ilerleyip, oranın kapılarını kendime doğru çekerek açtım ve aradığım şeylerin burada olduğunu görmek, çehremde hafif bir zafer tebessümü ağırlamama sebep oldu. Yine beyaz olan, gömlek tarzındaki pijamalardan birini aldım. Bunların da hepsinin aynı olduğu gözümden kaçmamıştı fakat bu durumu yadırgayacak veya sorgulayacak vaziyette değildim. Pijamasını giydirdiğimde, düğmeleri iliklemek için onu çevirmem gerektiği gerçeğiyle yüzleşip, kara kara düşünmeye başladım. Buna katiyen gücüm yetmezdi. Üzerinde olan gömleği, düğmelerini kopararak çıkarmıştım nihayetinde. Gözlerimi onun vücudunda gezdirerek düşünmeye devam ederken, şortunun, sol bacağının içinde uzun bir şeyin hareket ettiğini görüp, aniden ürktüm ve geri çekilecekken sendeleyip, popom üzerine yere çakılarak acı dolu, küçük bir çığlık kopardım. Ellerim yerde, yüzüm şekilden şekle girerken, kıkırdayan Tan'a sert bir bakış fırlatmayı ihmal etmeden söylendim.

KIRMIZI GÜL (tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin