24. BÖLÜM

142 4 72
                                    


24. BÖLÜM

Sen benim cehennemimsin.
İşkencelerimsin, ölümümden bile sonraki yokluksun.
Çıkışım yok, hapsimsin.
Çıkışım yok, sana hapisim.

Çıkışım yok anlasana,
cehennem değil mi aşk da?

Uyandığımda saat olması gerektiği gibi, sabah 3'tü. Ama ne yazık ki bunu kendi kendime yapamamıştım. Alarm kurup yatmam gerekmişti. Sadece üç saat uyumuş olsam da uyanmam gereken saatte uyandığım için kendimi dinç hissediyordum. Ne de olsa alıştığım şey büyütürdü beni. O yokken çökmem uzun sürmemişti. Yataktan, âdeta bir yaz dizisinde oynuyormuş gibi, yorganımı yatağın öbür ucuna fırlatarak kalktım. Kendi etrafımda bir tur döndükten sonra şifonyerin üzerindeki lambayı yaktım. Oda, havanın karanlığı pek ışık vermediği için lambanın loş ışığıyla aydınlanmıştı. Önce üzerimdeki pijamavari kıyafetlerden kurtulmam gerekiyordu. Yanımda getirdiğim kazak ve pantolonu alelacele giydikten sonra mutluluğumdan dolayı birkaç saniye anlamsızca kendi kendime kıkırdadım. Ama herkes uyuduğu için çok ses çıkarmamaya çalışıyordum. Neredeyse dans edecek kadar hareketli olduğum için yorulup duraksama gereği duydum. Ve durduğumda gözlerim hemen balkona ilişti. Oradan gökyüzüne. Dışarı çıkmalıydım.

Kendimi odadan dışarı attığım gibi merdivenlerden koşarcasına, ama sessizce indim. Dış kapıyı dikkatlice açtıktan sonra içerisini kontrol ederek dışarı çıktım. İçimdeki bu anlamsız mutluluk, en sevdiği arkadaşı olan özgürlük duygusuyla buluşunca içimdeki kelebekler, birkaç saate öleceklerini bile bile midemde gezinmeye başladılar. Sabahın, kışın soğuğu ve yağmur da tüm bedenimi sarmış, titrememi kaçınılmaz kılmıştı. Neyse ki giydiğim kalın montum biraz olsun ayakta nöbet geçiriyormuş gibi görünmememi sağlıyordu. Hızlı adımlarla evin geçidinden çıktım ve bomboş sokaklarda, sadece sokak lambalarının ışıklarından destek alarak, neredeyse zıplaya zıplaya, ıslana ıslana gezinmeye başladım. Sabahın bu saatlerini bu yüzden seviyordum. O aptal insanlar yok; çocukların kahkahaları, zırlamaları yok; kedilerin köpeklerin havlamaları, hırlamaları yok... Sadece ben varım. Ben işte... Yokum yani. Sokakta hiçbir şey yok.

"Değil mi sokak lambası?" dedim lambalardan birine bakıp da. Ama o bir tane değildi. Başımı biraz eğdiğimde bir sürü daha sokak lambasıyla göz göze geldim. Başımı tamamen gökyüzüne kaldırdığımdaysa işte tek olan karşımdaydı. Gözlerime bakmıyordu, zaten gözlerimin içindeydi. Gökyüzü sadece bir ayna gibiydi. Asla kırıp da lanetlenemeyeceğim bir ayna. Çünkü O'nun altındayken zaten lanetliydim.

"Öyle, Dolunay. Yok, yok, yok... Ama varsın." Dediğinden bir anlam çıkaramadım. Uzaklardan gelen, aniden duran bir aracın fren sesiyle başımı eğip sesin geldiği yöne baktım. Bu ses O'ndan kurtulmamı sağlamıştı. Bu gece henüz kapılmadan.

Tek tek tüm sokak lambalarına bakarak yolumda ilerlemeye devam ettim. Anayollarda birkaç araç olunca ara sokaklardan birine girdim. Orada öylece, kollarımı açarak çiselemeye başlayan yağmuru selamlarken sokağa koşarak giren birisi dikkatimi çekti. Kollarımı indirdim. Adımlarım yavaşladı. Pek koşabiliyor gibi görünmüyordu. Daha çok... Bilmiyorum. Ama başını kaldırıp beni görünce bir anlığına duraksadı. Ben de onu tanıyınca onun gibi kalakaldım. Yeniden zaman durdu zannettim. Ama bana doğru son gücüyle koşup, sadece birkaç adım daha atabilip dizlerinin üstüne düşünce zaman yeniden akmaya devam etti.

"Dolunay... Yardım et..." Gözlerim, kalbinin altına yerleştirdiği eline kaydı. Onca kanı görünce, kalbim ilk defa tıkandı. Sanki kanı o üretmiyormuş gibi. Ama onun kanı benim de kalbime doldu. Ve bu nefesimi kesti. Birkaç kez öksürdüğünde, ben henüz ağzından çıkan kanı algılayamamışken kendini sırtüstü yere bıraktı. Korkuyla ona yaklaşıp, su birikintileri olsa da, kendimi dizlerimin üstüne attım.

AYSARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin